Artık ‘hasta adam' yok büyük Türkiye var
ABONE OL

İngiltere’den intikam almak ve onu can damarından vurmak isteyen Fransa, 1798 yılında Mısır’ı işgal etti. İhtiyar kurt Cezzar Ahmet Paşa’ya Akka’da yenilmeseydi, “Hindistan’a kadar gitmeyi planlayan” ve gemileri de yakılıp karada sıkışan, Napolyon’un, Suriye-Mısır seferi, Ortadoğu’da günümüze kadar süren küresel güçlerin çatıştığı “Büyük Oyun”un başlamasına sebep olmuştur.

Bu başarısız sürecin sonunda Mısır, günümüze kadar iki kısa dönem hariç ekonomik, siyasi ve askeri olarak zehirlenmiştir. Daha on yıl önce medeniyetin beşiği olarak eşitlik, kardeşlik ve barış sloganların atıldığı bir yerden, Colomb gibi beyaz atlarla kan ve gözyaşı getiren Napolyon (1798-1802), Mısır’da Yavuz döneminde gömülen Memlüklerin ve Hz. Ömer dönemindeki Kıptilerin, kılıç artıklarını ayaklandırmış ve Mısır’ın genetik kodlarını bozmuştur.

Fransa işgali sonrasında otorite boşluğuyla sarsılan Mısır’a, sıradan bir asker olarak gelen, yerel güçler ve yöneticiler arasındaki çatışmalardan ustaca yararlanan zeki bir kişi olarak düzen ve otorite kuran, ancak okuma yazma dahi bilmeyen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, başta eğitim, iç güvenlik, tarım ve ordudaki güç ve otorite ile kısa sürede Mısır’daki en etkili güç olmayı başarmıştır.

Kavalalı ve yeni düzen

Kavalalı, 1805 yılında İstanbul’dan Mısır Valiliği’ni aldıktan kısa süre sonra, oğlu İbrahim Paşa ile Akdeniz, Suriye ve Hicaz bölgesinde etkili bir güç olmuş ve aynı zamanda Fransa’nın desteğiyle Batılı tarzda yeni bir düzeni (Nizâm-ı Cedîd) Osmanlıdan önce kurmaya başlamıştır. Kavalalı orduyu, Fransız albayı Joseph Séve’ye (Süleyman Paşa/Osmanlı’da ise daha önce yine bir Fransız olan Baron de Tott), havale ederken Mısır maliyesini de Fransız maliyecileriyle doldurmuştu. Ancak İngiltere’nin can damarı olan Hindistan yolu üzerinde bulunan Mısır’da, Fransa beş yıldan fazla kalamadıysa da günümüze kadar süren Mısır-Türkiye çatışmasının temelleri atılmıştır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Rusya ve İngilizlerin desteğiyle başlayan Yunan isyanı ve Vehhabilerin Kerbela’nın yağmalanması ve Hicazı işgali gibi isyanların bastırılmasında ve uzun yıllardır Vehhabi eşkıyalığı yüzünden kapalı olan hac yolunun açılmasında başarılı olduğu görülmektedir. Kavalalı ayrıca, Mısır ordusunu, İstanbul’dan habersiz olarak ve İngilizlerle anlaşma yaparak, Mora’dan çektiği ve 24 Mayıs 1841 yılına kadar bağımsız bir devlet olmaya çalıştığı görülmektedir. Örneğin, Kavalalı günümüz Suudi Arabistan’ının çekirdeği olan İngiliz kontrolündeki Vehhabi ayaklanmasını bastırdığı gibi, Aneze aşiretinden olan Suudi Arabistan’ın isim babası ve İngiliz istihbaratından, Safiye ve Hamper’ın öğrencisi Muhammed Abdulvehhabı, (Ayrıntılı bilgi için bakınız: İngiliz Casusunun itirafları, Hakikat Kitapevi) çöl bedevi emirliği olan Dir’iye’yi ele geçirip isyan lideri Abdullah bin Suud’u, İstanbul’a sağlam paket olarak gönderdi. Abdullah bin Suud’un, 1818 yılında II. Mahmud’un huzurunda kesilen kellesi, cellat meydanında sergilenmiştir. Suud ve Vehhabi ikilisinin ortak bir diğer özelliği ise DEAŞ gibi kutsal türbeleri yıkmaktı. Şiilerin kutsal mekânlarını ve Kerbela’da Hz. Hüseyin’in türbesindeki kutsal eşyaları ve paha biçilemez altın şamdanları yağmaladığı gibi Kâbe dâhil Müslümanlarca kutsal görülen mekânlara saldırmak ve İngiltere’nin çıkarlarına göre İslam’a ekleme ve çıkarma yaparak fitne tohumlarını ekmekti. Kızını da Abdulaziz bin Suud’a veren Abdulvehhab ve onun hocası İngiliz ajan Hamper’in tavsiye ve Londra’nın çıkar ve rüyalarına göre geliştirdiği Vehhabilik mezhebi, Suudla da siyasetten ittifak kurduktan sonra, bugüne kadar Suudi Arabistan’ın, Osmanlı ve Türkiye düşmanlığının sebebi ve (70’lerdeki Kral Faysal hariç) kime hizmet ettiği daha iyi anlaşılmaktadır.

Fransa’nın desteğiyle boynuzu geçen kulak misali, Osmanlıyı yenen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Suriye üzerinden Torosları da aşarak Kütahya’ya kadar gelip İstanbul’u tehdit etmiş ancak Kütahya savaşlarında, galip gelse de İngiltere ve Rusya’nın tehdidiyle durdurulmuştur.

Osmanlı-Kavalalı savaşı, Fransa’dan ilham alınarak bölgeye uyarlanan bir propaganda savaşı da olup, II. Mahmud ve Kavalalı, birbirlerini karşılıklı olarak kâfir ilan etmişlerdi. Osmanlılara tam olarak diz çöktürmek için son bir savaşa hazırlanan Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa, o dönemin propaganda araçları olan “buyruldular” ve “mektuplarla” Anadolu’nun dört bir tarafına, haklı bir dava uğruna savaştığını duyurmaya çalışıyordu. Hac mevsiminin, savaş zamanına denk gelmesini de kullanan İbrahim Paşa, memleketlerine dönen hacıların ellerine Osmanlı yönetimini kötüleyen kâğıtlar tutuşturmuştu. İsyan nedir bilmeyen Anadolu köylüsü, Osmanlı’ya düşman edilirken, Anadolu’daki pek çok şehir gibi Antalya ve İzmir propagandanın etkisiyle, Mısır’a çatışmasız teslim olmuşlardı.

Sultan II. Mahmut’un davetiyle Rus donanması, 20 Şubat 1833 tarihinde Boğaz’dan içeri girip Büyükdere önlerine demir atarken; karada yürüyen Rus askerlerini görüp, terleyen II. Mahmut, “Denize düştüm yılana sarıldım” der. Rus askerinin İstanbul’a girmesi üzerine, Kavalalı’nın isyanı artık uluslararası bir sorun haline gelmişti. Rusların bir an evvel İstanbul’dan çekilmesini isteyen İngiliz ve Fransızların hem Sultan Mahmut’a hem de Mehmet Ali Paşa’ya baskı yapmaları sonucu, Ruslar çekilmişlerdi.

Sultan Mahmut, 8 Temmuz 1833’te Hünkâr İskelesi Antlaşması olarak bilinen Osmanlı-Rus İttifak Antlaşması’nı onaylayarak Ruslara yardımlarının karşılığını ödemişti. Ancak İngilizler daha ağır bir anlaşma yaparak (Baltalimanı Ant.) baba-oğul kavgasından tahminlerin ötesinde karlı ayrılmışlardı. İngilizlere, Osmanlı üzerinde ekonomik hâkimiyet sağlayan anlaşmanın bazı maddeleri şunlardır:

Ekonomik hakimiyet

1. İç ticarette Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra Britanyalıların da katılması,

2. Britanya vatandaşlarının Osmanlı ürünlerini, Osmanlı tebaasından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip olması,

3. Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan resmi vergilerin kaldırılması,

4. Büyük Britanya gemileriyle gelen Britanya malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmemesi,….

Hünkâr İskelesi ve Baltalimanı Anlaşması sonucunda, Osmanlı üzerinde, Rus-İngiliz Hâkimiyeti başlamış oldu. Ruslar, Osmanlı’nın Boğaz’ına çökerken İngilizler de Mısır ve tüm Ortadoğu’da, adeta Osmanlı’nın kollarına ve bacaklarına çöküyordu. Örneğin Rusya, Çanakkale Boğazı’nın kendi lehine kapatılmasını ve hiçbir yabancı geminin geçmesine müsaade edilmemesi hususunu Bâbıâli’ye kabul ettirmişlerdi ki; bu anlaşma aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını kullanarak imzaladığı son antlaşmadır.

Özetle, Boğazlarına Rusların çöktüğü Osmanlı’nın, midesine de İngilizler inmiş oluyordu. İngiliz vatandaşları, Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi veriyorlardı. Mısır için ise durum daha vahimdi onlar, Hindistan–Akdeniz kara yolundan sadece deve taşıma ücreti alabildiği gibi, 30 yıl sonra açılacak olan Süveyş Kanalına ise ancak 1956 yılında Mısır askeri ayak basabileceklerdi.

Baba-oğul kavgası bitti

Yukarda görüldüğü gibi baba-oğul (Osmanlı-Mısır) kavgasında, yorgan gittikten sonra kavga bitmiştir. Ruslar, sıcak sulara inip Suriye’de askeri üsler kurduktan sonra şimdi Libya’ya da el atmıştır.

Mısır ve Türkiye, baş ve ayak gibi bir vücudun organlarıdır. Osmanlıdan kalma bir sözde: “Kur’ân Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” denilir. Suriye ve Libya’nın, Bölünmüş Ortadoğu Projesi kapsamında son “Büyük Oyun” için parçalandığı bir zamanda, “Hasta Adam” dan “Büyük Türkiye”ye psikolojik eşiği geçen Türkiye’nin, Ayasofya’yı 86 yıl müze kaldıktan sonra tekrar çevirmesi, bu süreçte son önemli örnektir.

Bölünmüş Ortadoğu Projesi’ne karşı büyük devletlerle savaşan Türkiye ve Mısır’ın çıkarları; Irak, Suriye ve Libya’daki terör örgütleri, Doğu Akdeniz münhasır ekonomik bölge paylaşımları nedeniyle birlikte olmaktan geçmektedir.

Suriye’de İran’ı kullandıktan sonra onu boğmaya başlayan Batı, bu kez Türkiye’ye karşı Libya ve Suriye’de Mısır’ı öne çıkarmaktadır. Buna hayır diyoruz. Artık “Hasta Adam” yok “Büyük Türkiye” var. İslam’ın zeki bir veledi olan, İngiliz ve Rus mekteplerinde dahi ibretlik dersler alan Mısır bizim kardeşimizdir ve biz asla Libya veya Suriye’de Mısır’la kavga etmeyeceğiz. Ve ilk dostluk adımımızı Doğu Akdeniz ve Libya üzerinde atmalıyız. Çünkü son iki asırlık tarihe bakınca kiminle dost ve düşman olacağımız bellidir.

@Hseyhanlioglu