Trump NATO’da: Müttefikleri köşeye sıkıştır, Türkiye’ye mesaj ver, Kraliçe’yi solla!
ABONE OL

ABD Başkanı Trump’ın yönetime gelmeden önce NATO ve AB hakkında sarf etmiş olduğu olumsuz ifadeler henüz hafızalardan silinmediğinden NATO zirvesi öncesi Brüksel’de toplanan Avrupalı müttefikler Trump’a karşı duydukları güvensizlik nedeniyle oldukça gergin bir bekleyiş içindeydi. Kameralar Merkel, May, Stotenberg’in asık suratlarını ekranlara yansıtırken, NATO, “Shrödinger’in kedisinin” kaderini yaşıyordu. Trump gelip açıklama yapıncaya kadar hiç kimse Avrupa-Atlantik tarihinin bu en güçlü kurumunun ölü mü yaşıyor mu olduğunu bilemezdi; yani NATO, Trump sayesinde hem ölü hem diri olmayı aynı anda başaran postmodern bir varlığa dönüşmüştü. Olasılık hesaplarının felsefi açıklamaları ve NATO-perverlerin umut dolu açıklamaları bir yana kimse NATO’nun Trump’ın kutusundan sağ salim çıkmasını da beklemiyordu. Göstergeler, Trans-Atlantik birlikteliğin korumacılığın zehrini tattığını gösteriyordu. Hatırlanacaktır, zirve öncesi Trump AB ülkelerinden çelik ve alüminyum ithalatında ve Avrupa menşeli arabalara ek gümrük vergisi uygulamak istemiş, Birlik üyesi ülke liderlerinin bu gidişatı tersine çevirme çabaları, yani Trump’ı ikna çabaları ABD Başkanının , “parayı veren düdüğü çalar” retoriği içerisinde kaybolmuştu. Trump G-7 Zirve Sonuç Bildirgesi’ni imzalamayınca, Merkel ve Trudeau’yu sert bir tonla azarlayınca Avrupalılar da çareyi yeni ihracat olanaklarını araştırmak da bulmuşlardı. Fakat Avrupalıların bu arayışları, “kedi öldü, yaşasın yeni kedi” çabukluğunda sonuç vermediği için, maalesef, NATO zirvesinde tüm aktörler (İngiltere Kraliçesi dahil) Trump’a katlanmak ve NATO’nun selameti için dua etmek zorunda kaldıl. Ne de olsa Trump, Brüksel’den sonra Helsinki’ye gidecek ve Putin ile -kendi ifadesiyle en büyük iki nükleer güç olarak- masaya oturacaktı. Yalta’nın yani Dünya’nın iki büyük güç arasında paylaşıldığı o günlerin hayaleti anlaşılan Ukrayna ve Suriye duraklarından sonra -nihayet- Avrupa kıtasına gelmiş. Müttefikler, Helsinki toplantısında Putin’le oturulacak pazarlık masasında AB ve NATO aleyhine bir karar çıkma olasılığının gerçekliğine o kadar inandılar ki, Trump’a direnmenin beyhude olduğunu düşündüler. Avrupalıları hissiyatları konusunda suçlamak da yanlış olur, çünkü dost-düşman tanımlamalarını canı nasıl isterse o şekilde kullanan ABD Başkanı, Helsinki öncesi bu sefer de NATO’yu düşman, Putin’i dost ilan etmişti.

Tüm bu endişeler doruktayken, NATO zirvesinde kutu açıldı ve kedinin sağ olduğu görüldü. Herkes, önce kısa bir soluk alıp “çok şükür NATO yaşıyor dedi”. Nitekim, Washington’un Avrupalı müttefikleri Brüksel’deki NATO Zirvesi sonunda yayınladıkları bildirgede İttifak’ın birlik ve beraberlik havasını koruduğunu göstermek için epey çaba göstermiş görünüyorlar. Ancak daha derine indiğimizde Trump’ın NATO’yu öldürmekle tehdit edip sağ kurtarmasının nedeninin Avrupa üzerindeki ABD kıskacını güçlendirmek olduğu da anlaşılabiliyor. NATO, oldukça hırpalanmış bir biçimde ABD’nin kucağında duruyor ve Avrupalı müttefikler bir pazarlık şansını daha kaçırdı. Dolayısıyla Trans-Atlantik ilişkilerdeki esas sorunu doğru kelimelerle tanımlamanın vakti geldi. Sorun; NATO’nun yaşayıp yaşamaması sorunu değil, ABD’nin zorbalığından Avrupa’nın nasıl kurtulacağı sorunudur.

Son dönemde haydut Amerika’ya güvenemeyen AB çeşitli savunma mekanizmaları geliştirerek kendi kurtuluşunu arıyor. Gerçekten de ABD Başkanı Trump’ın önce G-7 Zirvesinde yaptığı açıklamalar, sonra da NATO hakkında Brüksel Zirvesi sırasında söyledikleri Avrupalıların sabrını iyice taşırmış görünüyor. NATO’dan çekildim, çekileceğim, çekilmiyorum gelgiti arasında yaşamak, sürekli Amerika’yı soymakla suçlanmak da kolay olmasa gerek. Zaten Avrupalıların Brüksel NATO Zirvesi sonrası yayınlanan bildirgenin retoriğine rağmen hem askeri hem de ticari alanda çoktandır, ABD merkezli yapılanmalara ciddi alternatif arayışında oldukları bir gerçek. Söz gelimi AB’nin bu ay Japonya ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması, Birliğin bundan sonra daha iddialı bir dış ticaret politikası izlemek istediğini göstermekte.

Araf’taki Avrupa savunmada

AB ve Japonya, serbest ticarete verdikleri desteği haykırdıkları bu adımla aslında ABD korumacılığının yaratacağı olası zararları kontrol altında tutmak istiyor. Birliğin bu çabasının Amerikan yeni gümrük vergileri nedeniyle ortaya çıkacak tüm ticari zararın telafisine değil de olsa olsa ancak bu zararın bir miktar hafiflemesine yarayabileceğini de söyleyebiliriz. Bunun sebebi, AB ile Japonya arasındaki mevcut ticaret hacminin Birliğin ABD ile yaptığı ticaretin sadece 1/5’ne tekabül etmesi. AB üyesi ülkeler yeni alternatif pazarlar bulmaları halinde bile ABD ile yaptıkları ticaret hacminin yalnızca 1/3’nü kapatabileceklerini/telafi edebileceklerini biliyor. Bu gerçeğe rağmen, Birliğin bu yeni pazar arayışı hamlesi kendi başına önemli bir siyasi mesaj taşıyor. Bu bağlamda hem Japonya hem de AB gümrük duvarlarını karşılıklı olarak kaldırmak suretiyle Washington’a ve tabii Trump’a sürdürmekte olduğu korumacılık politikalarına karşı durduklarını net olarak gösteriyor. Kısaca, Trump, müttefiklerini zorlayarak ve küçük düşürerek belli adımlar atılmasını sağlamış olabilir ama dünya ticaret sisteminde arzu ettiği yeni düzenin içerisine müttefiklerini henüz bağlayabilmiş değil.

Avrupa’nın arayışı sadece ticaretle de sınırlı değil, Avrupa yine yeniden kendi güvenliğinin kaderini kendi çizmek için harekete geçiyor.

PESCO ve El2 inisiyatifi

Trump’un seçim sırası ve hemen sonrası NATO ve AB hakkında söylediği olumsuz ifadeler Washington’un Avrupalı müttefiklerini o kadar tedirgin etti ki birçok Avrupalı başkent savunma alanında da iki yeni girişime imza atmayı zorunlu gördü. Bu bağlamda, ilk olarak, 8 Aralık 2017’de bir araya gelen 23 AB üyesi ülkenin savunma ve dışişleri bakanları AB için yeni bir askeri yapılanma anlamına gelen önemli bir anlaşmaya imza attı. PESCO (Permanent Structured Cooperation) ya da diğer adıyla Daimî Yapısal İşbirliği Savunma Anlaşması bir Almanya-Fransa eksenli savunma girişimidir. PESCO’nun hayat bulmasını hızlandıran gelişmelerden biri ABD’de Trump iktidarının izlediği politikalarsa diğer gelişme de hiç kuşkusuz, Mart 2019’da İngiltere’nin Birlikten ayrılacak olmasıdır, ki zaten Portekiz, Malta, Danimarka, İrlanda ve İngiltere PESCO’yu imzalamadı.

Almanya-Fransa’nın desteklediği bu yeni askeri güç kurma girişimi-AB’nin önceden pek de başarılı olmayan Avrupa ordusu girişimi gerçeği ışığında değerlendirildiğinde- pek çok soru işareti şimdiden yaratmış görünüyor. İleride bu yeni askeri gücün işlevsellik kazanması durumunda AB içinde yeni bir NATO-PESCO tartışmasının önem kazanabileceğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Berlin Plus sürecini hatırlayan nesil, bu tartışmaların hiç de yabancısı değil ancak bugün altı çizilen yeni bir durum söz konusu. Gelecekte eğer PESCO, herkesi biraz da şaşırtarak başarılı olursa, olası NATO-PESCO rekabeti ABD güdümündeki NATO ile Almanya-Fransa’nın etkili olduğu PESCO arasında gerçekleşecek. Bu bir büyük güç mücadelesi mi demek yoksa yeni ABD-Avrupa pazarlığı mı, bu sorunun cevabı için daha emekleme aşamasına bile gelmeyen ve önünde heyula gibi Trump’ın NATO’su dikilen PESCO’nun başarılı olmasını beklemek gerekiyor. Avrupa tabii tüm umutlarını PESCO’ya da bağlamadı. Fransa’nın öncülüğünde Haziran 2018’de Lüksemburg’da bir araya gelen Birliğin dokuz üyesi, kriz döneminde hızlı bir şekilde müdahale imkânı sağlayacak Birlik dışında bir askeri kuvvet kurmak için bir niyet mektubu imzalandı. Avrupa Müdahale İnisiyatifi (El2)olarak adlandırılan bu savunma ve güvenlik işbirliği projesinin esas amacı Avrupa’yı ilgilendiren olası krizlerde dokuz ülke askerinin hızlı bir şekilde harekete geçmesini sağlamak olacak. İlginç olan bir AB projesi olan PESCO’da doğal olarak yer almayan İngiltere’nin Brexit sonrası Birliğin savunma planlarına dışarıdan destek vermekte kararlı olması ve El2 inisiyatifine katılması. Bu durum Birlik üyesi Fransa ve Almanya için İngiliz askeri katkısının ne kadar önemsendiği gösteriyor. Londra için ise Avrupa Müdahale İnisiyatifi’nin bir parçası olmak, Avrupa’da yaşanacak krizlerin çözüm ya da çözümsüzlüğünde İngiltere’nin hala etkili olmak isteğinin bir ifadesi. İngiltere’nin bu kilit konumunun kimin işine yarayacağı, ABD’nin mi Kıta Avrupası’nın mı, sorusuna şimdiden hem de El2 daha kundaktan bile çıkmamışken cevap vermek çok güç; yine de insan sormadan edemiyor acaba Trump’ın ekibi Başkan’ın Kraliçe’ye daha saygılı davranmış olmasını diliyor olabilir mi?

Bütün spekülasyonlar bir yana Avrupa’nın bu alternatif güvenlik arayışları için son iki çok olumlu olmayan hususu, bir nevi engeli, belirtmekte fayda var. İlk husus, alternatif arayışlarının yaratığı ironi ile ilgili. Trump karşısında –aslında zengin- Avrupa’nın bu kadar güçsüz olmasının bir nedeni de bölünmüş olması ve bu bölünmüşlük içerisinde jeopolitik gerçeklikleri okuyamamasıydı. Şimdi bu “artı-eksi İngiltere” 23’lü/ 9’lu farklı farklı kümeleşmiş Avrupa güvenlik mimarisi arayışları, AB içindeki bölünmüşlüğü artırabilir korkusu bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Hırslı Fransa, hırsını gizlemek zorunda olan Almanya ve Avrupa ile Ortadoğu’yu elinden kaçırmak istemeyen İngiltere’nin ortak bir akıl üretip üretemeyeceği zaten çok kuşkuluyken söz konusu korku çok daha önem kazanıyor. Bu arayışların önündeki ikinci ama belki de esas engel ise Trump’ın -şimdilik çok işe yarayan- NATO politikaları. Trump, Brüksel yolunu Helsinki’ye kadar uzatarak, Putin üzerinden Avrupa’yı korkutup, NATO’dan çekilme tehdidini savurarak ve G7’den bu yana neredeyse tüm Avrupalı liderlere hakaret ederek asıl Avrupalıları Shrödinger’in kutusunda bir düşünme sürecine mahkûm etti. Hırsızsınız çıkışları ve acaba çekilir mi korkusu arasında müttefikler, Bürüksel Zirvesi’nde gayri safi milli hasılatlarının yüzde 2’sini NATO savunma külfetinin paylaşılması için harcamaya söz verdi. Artık aslan payını ABD’nin ellerindeki NATO alırken, PESCO ile El2’ye hangi bütçeden nasıl bir pay düşer bilinmez. Sözün özü, Trump Amerikası AB’yi eskiden de olduğu gibi savunma konusunda hem bağımsız hareket etmekten alıkoymakta hem de böylece NATO’daki Amerikan hegemonyasına Brüksel’i muhtaç kılmakta. Görünen o ki, günümüz haydut Amerikası karşısında Avrupalıların şimdilik şikâyet etmek dışında yapacakları çok bir şey yok. Kendi ve çevresinin jeopolitiğini okumak konusunda sürekli zamanı heba eden Avrupa’ya Trump, jeopolitiği bir çılgının bile okuyabileceğini gösteriyor.

Türkiye’ye ne söylemek istiyor?

11-12 Temmuz 2018 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde Türkiye ile ilgili üç konuda atıf göze çarpmakta. Bu bağlamda, ilk olarak, Suriye’de savaşın tırmanma olasılığında NATO tarafından sağlanması beklenen Türkiye’ye yönelik ek güvenlik ve savunma paketinden (Tailored Assurance Measure) bahsedilmekte. İkinci olarak, İttifak’ın füze kalkanı projesi kapsamında Türkiye’nin Romanya, Polonya ve İspanya ile birlikte ne kadar önemli olduğunun altı çizilmekte ve son olarak da Suriye’nin balistik füze envanterinin Türkiye güvenliği bakımından oldukça ciddi bir tehdit olduğu söylenmekte. Bu üç husustan ilki ve sonuncusu, yani Türkiye’ye yönelik Suriye’deki durumdan ve Şam rejiminin kapasitesinden kaynaklı tehdit ve risklerin zikredilmesi Brüksel Zirvesine özel, yeni ve önemli bir durum. İnsan istemeden kendi kendine soruyor; bu tehditlerin yeni bir yönü yokken neden şimdi tedbirler zikrediliyor diye?

Bugün açıkça güvencenin zikredilmesinin kanaatimizce üç temel sebebi var. 1)- İttifak içinde açıkça dillendirilmese de NATO nükleer güvenlik şemsiyesinin, mevzu konvansiyonel tehditler olunca artık işlemez olduğu görülüyor. Bu gerçekliğin çok çok açık görülmesini ve tedbir alınmasını ABD gibi nükleer tekele sahip bir güç elbette istemiyor. Hatta bu çaba kendini ABD söz konusu olduğunda alışık olmadığımız bir cömertlik biçiminde de gösteriyor. Örneğin Washington menşeli bir başka haberde 2020’de NATO envanterinde bulunan B-61’lerin yeni versiyonlarıyla değiştirilebileceği iddia edilmişti. B-61’ler Türkiye dışında İtalya ve İngiltere’de bulunuyor. Halihazırda İran Nükleer Anlaşması komadayken bazı müttefiklerin İttifak nükleer caydırıcılığını da sorgulayabilecekleri ihtimali karşısında Washington’un erken davranarak- ve dolayısıyla bu B-61 modernizasyonunu devreye sokarak- müttefiklerinin caydırıcılık konusunda bazı seçenekleri düşünmesini engellemeye çalıştığı kolaylıkla söylenebilir. 2)- Patriot füze bataryaları konusunda Ankara’nın geçmişte ve özellikle de son Suriye krizi sırasında NATO müttefikleri ile yaşamış olduğu bazı sorunların 2018 Bildirgesinde yer verilen bu üç atıfla geçiştirilmek istendiği ve böylece Türkiye’ye NATO’nun hala yaşadığı hatırlatılarak, “bizimle kal” diye seslenildiği söylenebilir. 3)-Türkiye’nin füze savunma konusundaki taleplerini müttefiklerinden uzun bir süre karşılayamamış olması ve bu sebeple bir alternatif olarak Rus S-400 füzesi tedarik etme yoluna gitmiş olması Brüksel’deki NATO Zirve kararlarının yeni bir dille yazılmış olmasında etkili olmuş görünüyor. Ne tesadüf ki, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Siyasi ve Askeri İlişkilerinden sorumlu kıdemli Müsteşar Yardımcısı Vekili Tina Kaidanowda tam da bu sırada, Türkiye’nin Rusya ile anlaşmaya vardığı S-400 hava savunma sistemine alternatif olarak Washingtonlu yetkililerin Patriot füze bataryaların satımıyla ilgili olarak Ankara ile bir süredir görüşmekte olduğunu açıkladı.

Anlaşılan ABD, Avrupalılara zehirli elma ikram ederken, Türkiye’ye göz kırpıyor. Ankara’nın kırpılan gözlere ve açılan kollara sadece bir iyi niyet göstergesi olarak gideceğini düşünmek ise saf dillilik olur. Ankara bu coğrafyada jeopolitik oyunu AB gibi kör değil gözleri tamamen açık oynuyor. Uzun bir süredir Ankara, jeopolitik mantığı Türkiye’nin güvenliği ve refahı üzerinden tanımlıyor. Realist bir politika da bunu ve art arda devreye girecek çok boyutlu dengeleme stratejilerini gerektirir. Trump paniği içerisinde bocalayıp duran, parasını Washington’a kaptırmış Bürüksel, ne yapar, hangi çocuğuna (PESCO, El2 vb) esvap biçer, biçebilir mi bilemeyiz ama Ankara’nın yolu bellidir.

@nursinguney