Türkiye Yüzyılı ve eğitim
ABONE OL

Türkiye, takriben son ikiyüz yıldır, Batı'yı taklit ederek, Batı'ya öykünerek, onlara benzemeye çalışarak yıllarını geçirdi. Bu taklitçi öykünmenin ülkemizde hemen her alanda etkileri oldu. Bilimde, sanatta, eğitimde, kültürde, ahlakta, ailede vd. alanlarda bu öykünmenin tahripkâr sonuçları da oldu. Hatta Osmanlı'nın yıkılışı sürecinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu etkileşim ve öykünme o düzeylere gelmiştir ki, başta dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt olmak üzere, bazı meşhur etkili şahsiyetler, Batı düzeyinde terakki edebilmemiz için dinimizin değiştirilmesini bile önermişlerdir.

Şunu çok net söyleyeyim:

Hiçbir toplum; hele ki binlerce senelik köklü kültürel gelenekleri, birikimleri, üstün meziyet ve vasıfları olan bir toplum, çok farklı özelliklere sahip bir başka topluma özenerek ve öykünerek ileri düzeylere gelemez, gelemez, gelemez...

Kimlik inşası

Türkiye, gelecek yüzyıllarda insanlık tarihine "Türkiye Yüzyılı" şeklinde damgasını vurmak istiyorsa, öncellikle kendi değerleri ile şekillenen kimliğini yeniden inşa etmeli. Batı'ya öykünerek "Türkiye Yüzyılını" değil, olsa olsa Batı'ya payanda ve kuyruk olan bir toplum inşa edebilir. Bunun neticesi de, Batı'nın her şeyinin esiri olmaktır. Batı'nın kültürel ve manevi alanlarda esaretini kabul ederek Türkiye Yüzyılı inşa edilemez.

"Türkiye Yüzyılı"nın en belirleyici ve inşa edici uygulama aracı eğitim olacaktır.

Bugün Batı toplumlarının kimlik kazanmasında en etkili araçlardan biri de eğitimdir. Başta Amerika olmak üzere, bütün Batılı ülkelerde, her ne kadar sınırlı ve etkinliği çok düşük düzeylerde din eğitimi verilmekte ise de, eğitimin formasyonu tamamen seküler bir toplumun inşa edilmesi yönünde işlev görmektedir. Bugün Batılı toplumlarda dinlerin yaşantılara etkileri yok denecek kadar azdır. Genellikle yaşantılar seküler niteliktedir.

Anayasamızda laiklik yazıyor. Laikliğin muhtelif manaları var. Kanaatimce laikliğin, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları ile en uyumlu tanımı şu şekilde olmalı:

Lâiklik, devletin, hem dînî, hem de dînî nitelikte olmayan siyasi düşünce ve hayat tarzları karşısında tarafsız kalması demektir. Yani hükümet, vicdan hürriyeti düsturuyla, dini temelli olmayan siyasi düşünce sahiplerine bu düşüncelerinden dolayı müdahale etmediği gibi, dindarlara da dindarlıkları için müdahale etmemelidir. Laiklik, devletin dini reddetmesi değildir.

Bu tanımlamanın bir diğer tabii neticesi de, eğitimde siyasi düşüncelere tanınan imkânların dini düşüncelere de tanınmasıdır. Aksi takdirde, devlet, dînî ve dînî nitelikte olmayan siyasi düşünce ve hayat tarzları karşısında tarafsızlığını kaybetmiş olur. Bunun neticesi, seküler düşünce ve hayat tarzının dini inançlar karşısında üstünlenmesi, dini inançlara kıyılmasıdır. Bu yöndeki uygulamalar, laikliğin dini dışlaması neticesini ortaya çıkarır.

Bu belirlemelerden sonra, müfredatın muhtevası hakkında değerlendirmelere gelebiliriz.

Pozitivist etkiler

Şimdiye kadar hükümetler, dini eğitimi ya tamamen kaldırarak ya da muhtevasını zayıflatarak seküler eğitime ağırlık verdiler.

Belki bazıları şu soruyu sorabilirler:

"Efendim 12 yıllık temel eğitimde 9 yıl süreyle din eğitimi veriliyor; bu yetmiyor mu; hatta bu süre fazla bile değil mi"?

Bir kere eğitim içinde tutarsızlıklar var. Din eğitimi haricinde kalan fizik, kimya, biyoloji gibi bilimler tamamen seküler temelli veriliyor.

Pozitivizmin tabiri caizse sosyal din haline getirildiği bir zeminde, bilgiler tamamen tabiatçı, yaratıcıyı kabul etmeyen formatta veriliyor. Bu yapılırken de dini inançlarla çelişen bilimin bu formatı, mutlak bilimsel gerçeklik olarak takdim ediliyor.

Oysa tarihimizde, yüzlerce sene bilim-din kucaklaşması ve uyumluluğu eğitimimizin ana temeli ve ruhu olmuştur. İnsanlık Bilim tarihine damga vuran, dönemlerinde ileri düzeylerde buluşlar yapan, kalıcı eserler bırakan, bazı eserleri Batılı ülkelerde yüzlerce sene ders kitapları ve başucu kaynakları olarak okutulan eserleri yazan İbn-i Sina, Farabi, Tarih sosyolojisinin kurucusu İbn-i Haldun, İbn-i Heysem, İbn-i Rüşd ve diğer büyük ilmi şahsiyetler, din-bilim bütünlüğünün sağlandığı eğitim formatında yetiştiler.

İslam bilim ile çatışmaz

Bu emsaller, İslam dininin bilimle çatışmadığını, bilakis her ikisinin birbirlerini tamamladığını göstermektedir. İslam dini ile bilimin çatıştığı yönündeki iddialar, geçmiş yüzyıllarda yukarıda isimleri zikredilen şahsiyetlerin ilim dünyasına yaptıkları katkılarla çelişmektedir. Bu iddia, ülkemizde İslam dinini kötülemenin bir aracıdır.

Yeni müfredatla şekillenecek eğitim formasyonu kapsamında bilimle İslâm'ın uyumsuz olduğu yönündeki algı ortadan kaldırılmalıdır. Eğitim, hem dini itikadını muhafaza eden hem de ilmi buluşlar gerçekleştiren çağdaş İbn-i Sina'lar, Farabi'ler, İbn-i Haldun'lar düzeyinde büyük ilmi şahsiyetler yetiştiren formata kavuşturulmalıdır. Bu, Türkiye Yüzyılı'nın teminatı olacaktır.

Bu toplumun mayasını, İslam ahlakı ve kültürel değerler teşkil etmektedir. Bu değerlerden yoksunluk, bu toplumun kendi kimlik ve şahsiyetini terk etmesi neticesini husule getirecektir; nitekim getirmiştir de.

Diğer yandan, Batı ahlâkî, manevi, ailevi değerlerin tamamen sıfıra yaklaştığı bir aşamaya gelmiştir. Aile mefhumu yok olmaktadır. Eşcinsel evlilikler, çağdaş yaşamın gereği olarak takdim edilmektedir. Her türlü sapkınlık, hürriyet ve çağdaşlık olarak Türk toplumuna cazip şekilde sunulmaktadır. Türk toplumu, yeni yüzyıllarda ortaya koyacağı güçlü toplumsal kimlik ve kişilikle, diğer toplumlar için de emsal teşkil edecektir. Esasen başta aile olmak üzere manevi ve ahlaki boşluk içinde kıvranan toplumlar için de bu bir çıkış yolu olacaktır.

[email protected]

  • Türkiye Kimlik Yeniden İnşa
  • Kültürel Gelenekler
  • Üstün Meziyetler