Boğaz kayıklarla kaplıyken…
ABONE OL
“Keşke şehirlerin de bir kalbi olsaydı, insan kalbi gibi yansaydı/Keşke bendeki hüzün İstanbul’da da olsaydı, ayrılığın ne yaptığını görseydi... “ Mısırlı şair Ahmet Şevki, hayran olduğu İstanbul›dan ayrılırken bu sözleri düşüyor seyir defterine. Şevki gibi birçok şair, yazar ve müzisyenin çalışmalarına konu olan İstanbul, öyle bir hazinedir ki; keşfetmeye çıktığınızda onun birbirinden değerli parçalarıyla karşılaşabilirsiniz. Bu karşılaşmalar sırasında bazen tarifsiz mutluluklar yaşayabilir bazen de derin kederlere kapılabilirsiniz. Çünkü üç imparatorluğa başkentlik yapmış, farklı milletlerin geçiş güzergâhı olmuş, özellikle 16. yüzyıldan itibaren herkesin ‹masal diyarı› olarak tarif ettiği bir dünya şehrinden bahsediyoruz. İşte bu tarihi kentle ilgili 16 kitap yazan Haldun Hürel, yeni bir kitap daha yayımladı: Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul. Bir İstanbul Kültürü Kitabı serisinin sekizinci halkasında birbirinden tuhaf, ilginç ve çok kısa hikâyeler var. İstanbul tutkusunu, akademisyen kimliğiyle birleştiren Hürel, kitabına şu satırları düşüyor: “Bu şehir yıllarca, büyük sermayelere, liberal ekonomilere, ‘uydu kent’ kompozisyonlarına açılarak ezildi, büzüldü, büyüdü, aşırı kalabalıklaştı. Tarihi varlıkların pek çoğu unutulmaya, bakımsız kalmaya mahkum edildi. Kuşkusuz bu durumun yaratılmasında ve sürdürülmesinde, içinde yaşayan insanların da etkisi büyük oldu, İstanbul yıprandıkça yıprandı, her yeri beton azmanlarla dolduruldu. Yüksek bina yapılmasına izin verilmeyen tarihi bölgeler bile, bu kez ‘daha kısa boylu çirkin yapılarla’ dolduruldu.” Bu satırları okuyup da Hürel’e hak vermemek mümkün değil.
 
YÜZDE 242 ARTIŞ
 
Haldun Hürel, okunması kolay fakat konu bütünlüğü açısından dağınık bir kitaba imza atmış. Hem Roma hem Osmanlı hem Genç Cumhuriyet dönemine bizi götüren Hürel, İstanbul’un siyasi, ekonomik ve sosyal hayatını anlatan sayısız anekdota yer vermiş kitabında. Hürel, gün geçtikçe artan nüfus için “Ah İstanbul!... Sadece 1985’ten 2010’a dek geçen 25 yıllık süreçte ne yaptılar da sana da, nüfusunun yüzde 242 gibi korkunç bir artışıyla yüz yüze geldin? 1985’lerde 5.5 milyona bile varmayan nüfusunu, 2010’da ne yaptılar da 13.250.000’e çıkardılar? “ ifadelerini kullanıyor. Hürel, kitabında ilginç ve iddialı bir rakama daha yer veriyor: “Bir deniz şehri olan İstanbul’da geçerli işlerden biri de kayıkçılık mesleğiydi. 18. asırda yaşanan Lale Devri içinde şehirdeki kayık sayısı 2483’e varmıştı. Ama yaklaşık 115 yıl sonra, 1844’te bu sayı katlanarak arttı. Sanki denizlerin yüzeyi kayıklarla kaplanmıştı: Tam 19.000 kayık!”  
 
İstanbul›a ilgili daha pek çok kısa öykü var kitapta. İşte onlardan biri: Osmanlı döneminde İstanbul’da 61 has bahçe, 20’den fazla kütüphane bulunuyordu. 1861 yılında bu kütüphanelerde sadece bir uzman çalışırdı. O uzman ise ‘Dersaadet Kütüphaneleri Müfettişi Naci Efendi›ydi. Beşiktaş›ta bulunan Akaret Konutları›nın ‘76’ numarasında Mustafa Kemal Atatürk, bir süre annesiyle birlikte kaldıydı. Bu ev 1950’li yıllarda ise ‘Ruh Sağlığı Merkezi’ olarak faaliyetteydi.
 
KAMBRA’NIN RASATHANESİ
 
Hürel, kitabında tarihi yapılara ise özel bir paragraf açıyor ve kısa kısa örnekler veriyor. Örneğin Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı en görkemli hamam olan ve Sultanahmet Meydanı’nda bulunan ‘Çift Hamam’ın, 1940’lı yıllarda kağıt deposu olduğunu şimdilerde ise ‘turistik’ anlamda hizmet verdiğini belirtiyor. Kambra Köşkü’nün ise korunabildiğini ifade eden Hürel şu bilgileri aktarıyor: “Yıldız Sarayı’na ait olup, günümüzde de yerinde duran Hamidiye Camii’nin yakınında küçük bir köşk vardı. Fransız asıllı ‘Kambra Efendi’ bu yapıyı bir nevi rasathane olarak inşa etmişti. Kambra burada, güneş ışınlarıyla parıldayıp ışık saçan bir rasat aletiyle, saraydaki tüm saatleri aynı zamanlamayla, hatasız şekilde ayarlayabiliyordu.»
 
Tarihi kentten sayısız ressamın, yazarın, çizerin ve mimarın geçtiğini söyleyen Hürel, o isimler arasında erken 16. yüzyıl İtalya’sının dünyaca ünlü sanatçısı Michelangelo ile 1920’lerin başlarında başkent İstanbul’da muhabirlik yapan Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanının ünlü yazarı Ernest Hemingway olduğunu da ifade ediyor. Kısacası Evliyâ’nın deyimiyle “Dillerin tabir, kalemlerin tasvir etmesi mümkün olmayan” İstanbul’u anlatmayan çalışan Hürel, son kez çağrı yapmayı da ihmal etmiyor okuyucularına: “Hadi o zaman... Dönün geçmişe, İstanbul’un kuytularında kaybolun...” Bu çağrıyı kulak verilmesiyle birlikte okuyuculara kısa bir not daha: 400 sayfadan oluşan kitapta; bazı öyküler iki farklı sayfada, iki farklı başlık altında yer almış. Örneğin 175. sayfadaki ‘Gizli Elektrik’ ile 305. sayfadaki ‘Elektrik-1863’ gibi.