Münzevi bir şair: Rafet Elçi
ABONE OL
Rafet Elçi ismiyle az ama öz okuyan bir dostumun “Bunu mutlaka oku” diye elime tutuşturduğu Şair adlı roman sayesinde tanıştım. Üç İstanbul’dan sonra -ki okuyalı yıllar olmuştu- bitmemesi için yavaş yavaş, tekrar tekrar okuduğum bir romandı Şair. Kitabın gönüllü dağıtıcısı gibi sürekli satın alıp kıymet verdiğim insanlara okuttum. İşin içinden çıkamayınca “Okuyup geri verin” demeye başladım. Okuyanlar arasında beğenmeyen olmadı, roman okumayı sevmeyen birkaç kişi dışında herkes hemfikirdi: Kitap iyiydi. Tüm bunlara rağmen beklediğim oranda ünlenmedi, hakkında yazılıp çizilmedi. Şair de olan yazarın diğer kitaplarını da elbette okudum ama hiçbiri Şair’i geçemedi.  
 
l Kişisel olarak kitaplarınız içinde Şair’in en başarılı romanınız olduğunu düşünüyorum. Sizin kitapların arasında en iyi dediğiniz bir kitap var mı?
 
Kitaplarımı aslında birbirinden ayırmam. Şair güzel bir roman Ahrar da büyük bir roman. Aralarında ayırım yapmam ama seçmem gerekirse ilk yazdığım kitap benim için özel. Kalbimdeki Monarşi şu an piyasada yok. Sonradan yazdıklarım ona göre daha ustaca olabilir ama baktığımda kendimi gördüğüm gençliğimi anlatan roman o.
 
l Şair’i nasıl bir ortamda yazdınız?
 
Kısa bir zaman aralığında tamamladım. Dört aylık bir zamanda, evden hiç çıkmadan kapalı bir ortamda yazdım.
 
l Kitapta ciddi bir tarih bilgisi var bunun için yazmaya başlamadan önce bir hazırlık süreci olmadı mı?
 
Hususi olarak baktığım şeyler oldu ama genel olarak tarih, ilgim olan bir alandı ve anlattıklarım bildiğim dönemlerdi. Sadece haritalar için evden bir kez çıktım ama işime yarayan bir şey bulamadım. Onun için haritalarını da kendim yaptım. Siyer kitaplarından, hayatüssahabe kitaplarından aldığım bilgileri harita haline getirdim. Mekke ve Medine çevresinde ne var ne yok, onları kendim dizayn ettim. Tarihsel gerçeklikle uyumlu bir roman ortaya çıktı.
 
l O dönemi tebliğ amaçlı anlatmaya kalkan hiç kimse ortamı, şiirin önemini bu denli etkili ve anlaşılır anlatmamıştır. Böyle bir hedefiniz var mıydı?
 
Bu alandaki anlatımların zayıflığının da farkındaydım. Romanda öncelikle romanın ölçüsüne dikkat ettim. 
 
l Kahramanlarınız şair ve şiir okuyorlar. Bu şiirler üstelik Arap şiiri formunda yazılmış. Kitaptaki şiirler tercüme mi? Kasidelerden çeviri yaptığınız izlenimi veriyor. Değillerse çok başarılı şiirler bunlar.
 
Şiirleri ben yazdım. Daha önce de şiir yazıyordum. Romanda İki şairden bahsederken, şiirlerinin olması gerektiğini düşündüm. Onlara sadece büyük şair demek yeterli olmazdı. Böyle olduğunda romanın tadı da olmazdı. Kaside formatını kullandım evet fakat hepsini kendim yazdım. Zaten romanda hakem şiir yarışmasından önce hangi konulara değinilebileceğini belirtiyor dolayısıyla şiirlerin kuralları var. Bu kurallara uyarak yazdım. Arapça şiir formunun Arapçadan başka dilde yapılamayacağı söylenir. Buna bir meydan okumaydı aslında. Okuyucu tarafından çok anlaşıldı mı emin olamıyorum ama bunun olabileceğini de göstermek istedim. Arap kaside formatında ve kurallarına uyarak bütün metaforları kullanarak ve üstelik iki ayrı kişinin dilinden kaside yazdım bunu fark edenlere de rastlamadım aslında.
 
l Şair romanı için yüzyılın romanı, doğunun cevabı şeklinde tanımlamalar da yapıldı. Okuyanların bu bu takdiri karşısında ne hissediyorsunuz? Romanlarının kaderi ile ilgili bir öngörünüz var mı?
 
Bu konuyu bir dönem çok kafama takıyordum. İnsan gençken daha hırslı oluyor. Başarı ifadesi gibi geliyor tanınmak ama sonra bu geçiyor. Yaptığınız işin kendisinin sizi tatmin etmesi de yetebiliyor.
 
l Litera Yayınları çoğunlukla tasavvufi metinler yayınlıyor. Kişisel olarak sizin de tasavvufi  tecrübeniz var mı? Mesela Ahrar da da oldukça yoğun bir tasavvufi tecrübe konu edinilmiş.
 
Hayır böyle bir şey söyleyemem. Bu dünya benim uzaktan seyrettiğin bir alan diyebilirim. Dışarıdan ne kadar bilebilirsek o kadar biliyorum. Daha fazlasını iddia etmem hakiki tasavvuf ehline haksızlık olur. Ben iyi bir yazarım, başka bir şey iddia edemem.
 
l Sosyal medyadaki paylaşımlarınızdan anladığım kadarıyla İstanbul’dan ayrılıyorsunuz.  Bunun yazı hayatınızla alakası var mı?
 
İstanbul çok kalabalık daha sakin bir yer olarak Yalova’ya taşınıyorum. İstanbul’a yakın olması nedeniyle Yalova’ya gideceğim. Kendimce bir inziva. Türkiye’yi çok gezdiğimi söyleyemem, çok insan tanıdım ama daha çok bildiklerim odamda kitaplardan öğrendiğim şeyler.  Benim tahlillerim kütüphane bilgisine dayanıyor. İstanbul ile alakamı tam olarak kesemem, Litera da editörlük görevim devam ediyor. Fakat bundan sonra daha çok gezmek istiyorum. Kitapların dışında da öğrenmek, hissetmek istiyorum.
 
l Ülkemiz acı bir ihanete sahne oldu. O gece siz ne yaptınız? 15 Temmuz’da İstanbul’da mıydınız?
 
İstanbul’daydım. Çok şükür o gece bir şey yapmadığı için pişmanlık duyan insanlardan değilim. İlk anda bu kalkışmayı haberlerden,  gelen mesajlardan öğrendiğimde “Saçmalamayın” dedim. Daha sonra köprünün kapatıldığını öğrendiğimde, bir bomba ihbarı olduğunu düşündüm. Arabalar geri dönüyordu. Ankara’da uçakların alçaktan uçtuğunu görünce, şok geçirip televizyon karşında kaldım. Odada biraz gidip geldim, anlamaya çalıştım. Genelkurmay başkanının götürüldüğünü öğrendikten sonra üzerimi değiştirip  dışarı çıktım. Aslında bu ülke için misyonumun başka olduğunu düşündüğümden çıkmak ve sokakta mücadele etmek gibi bir fikrim yoktu ama o an devlete destek olmak lazımdı. Devlet ayağa düşmüş ve kaldırmak gerekiyor diye düşündüm.
Büyük bir badire atlatmıştık gerçekten. Eve dönerken kuruyemişçiye uğrayıp bir paket sigara aldım çünkü içeri atılacağımızı düşünüyordum. Fakat havaalanının geri alındığını duyduktan sonra kurtulduğunuzu anladım. Olay o dakikadan sonra lehimize dönmüştü.  Aynı kuruyemişçiden çerez alarak evime döndüm.