NEC SPE NEC METU
ABONE OL
Bazen zihnimizde kurduğumuz ya da zihnimizin bize kurduğu düşler ile gerçekleri ayırt edemeyiz. Derin bir kâbusun içinde mi kayboldum yoksa gerçekler bu kadar karmaşık mı? Cevabını güçlükle bulacağımız sorular. Yaşadığımız olaylar ile gördüğümüz rüyalar arasında gidip geldiğimiz vakitlere denktir bu sorular. Zihnimiz bulanıklaşır, uykusuzluğumuz artar ve hangisinin gerçek hangisinin düş olduğunu ayırt edemediğimiz bir dünyaya hapsoluruz. Gerçek ve rüya. İki şık arasında kalınan yaşam. Delilik ile dâhilik arasında gidip gelen ince bir çizgi. İşte Nativity’nin İzinde, bu ince çizgiyi matematikle kurgulayan müthiş bir roman.
 
Daha önce çeşitli çevrimiçi edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanan Ozan Evren’in ilk kitabı Nativity’nin İzinde. İz Yayıncılık’ın Muhayyel serisinde yer alan roman, düşle gerçeğin ayırt edilmez olduğu zamanları sağlam bir kurguyla anlatıyor. Sade ve akıcı diliyle, durağan bir romandan ziyade süregelen hareketlilik bağlamında ilerliyor.
 
RÜYA GÜNLÜKLERİ
 
Doçent olarak hayatına devam eden Murat Kara, uzun süredir yaşadığı uykusuzluk problemine çare bulmak ister. Aslında çocukluğundan itibaren fark edilen müthiş zekâsının oynadığı bir oyundan ibaretmiş gibi görünür bu problemi. Zamanla bir yapbozun parçaları gibi dağınık halde bulunan geçmişini ve şimdiki yaşamını birleştirme çabasından doğar roman. Yapbozun eksik parçalarını ünlü ressamların tablolarına duyduğu ilgisi ile dünya kentlerine yaptığı seyahatleriyle birleştirmeye çalışır. Zamanla zihinsel problemlerinin, yarım kalan rüyalarının ve aşkın da hayatına girmesiyle dağılır tüm parça.
 
Psikiyatri doktoruna (eski bir arkadaşı olan Pınar Gürel) danışmasıyla hayatına giren Laküner Amnezi tanısı, bulanık olan zihnini netleştirmek yerine daha karmaşık bir hâle getirir. Çünkü belirli olayların zihinden silinmesi demek olan, zamanla kafanızın içinde açılan boşluklar ve bu boşlukların yerini doldurmak bir yana parçaları birleştiremeyeceğiniz bir duruma sürükleyen bu tanıyı, İmsomnia (uykusuzluk hastalığı) takip edecektir. Tüm bunların içinde müzikal algılarla karışan hayalleri, tipiye tutulan şehirler, rüya günlükleri düşle gerçeği ayırt edememesinde büyük rol oynar.
 
Bu durumlar çerçevesinde ressam Michelangelo Merisi Da Caravaggio’nun önemli eserlerinden biri olan Nativity tablosunun, Palermo’da (İtalya) bulunan San Lorenzo Kilisesi’nden çalınmasıyla, daha doğrusu çalındıktan 27 yıl sonra olayın gün yüzüne çıkmasıyla Murat Kara’nın düşleriyle karışan gerçeği ortaya çıkacaktır.
 
GÜZEL OLAMAYACAK KADAR GERÇEK
 
Bir gazete kâğıdından kesilen haberle başlayan serüven, Kara’nın geçmişi ve bugünüyle devam eder. Ünlü ressam Caravaggio’nun da yaşamında sık sık gidip geldiği bir noktadır, delilik ile dâhilik. Lena’ya duyduğu aşk, Murat Kara’nın Asya’ya (asıl adının Gizem olduğunu öğreneceğimiz karakter) duyduğu aşkla bağdaşır sanki. Bu benzerliklerin içinde karakterin kendini ressamın yerine koyması, zihninin ona oynadığı oyunlardan biri mi yoksa romanın kusursuz kurgusu mu, diye düşünmüyor değil okur... Kendisi henüz doğmamışken, babasının tabloyla alakalı yaşadığı olayların hayatını etkilemesi ve bu ressamla da benzer özelliklere sahip olması, tesadüf olamayacak kadar güzel, güzel olamayacak kadar gerçek. 
 
Hipnoz seanslarında gün yüzüne çıkan cevaplar, hiç görmediği babasından kalan bir mektup ve belki de babasının yerini alan Sefa Bey’in yardımlarıyla arar doğruları Murat Kara. Tablolar, geçmişten kalan mektup, aşk, rüya günlükleri, bulanık bir zihin ve tüm bunların toplamıyla birlikte çıkılan tren yolculuğu; Murat Kara’nın sırrına ışık tutmaya gayret eder.
 
SANAT YENİ KATMANLAR AÇAR
 
Bir kazayla kendine gelen ya da zihni uyanan Murat Kara, gerçeklerle düşlerin birbirine karıştığı bu zeminde cevaplarını aramaya devam eder. Gazetede dikkatini çeken bir haber, aradığı gerçekliğe yaklaşmasına yardım niteliğinde düşer zihnine. Latince bir deyiş olan “Nec Spe Nec Metu” haberin fotoğrafında çıkan duvarda çarpar gözüne. İtalya’daki bir örgütün işlediği cinayetlerden sonra not bıraktığı bu kelimeler “Umutsuz, Korkusuz” anlamlarına gelmektedir. Bu kelimeler aynı zamanda ressam Caravaggio’nun da arkadaşlarıyla aralarında sık kullandıkları bir deyiştir. Birbirine benzerlikleriyle bağlı olan bu karşılaşmalar yavaş yavaş sorularının cevaplarına götürür Murat Kara’yı.
 
İlk kez matematik olimpiyatları için yurt dışına çıktığı vakit Londra’da bir galeride Da Vinci’nin “Bakire ve Çocuk” eskizini görmesiyle, tablolara olan ilgisi başlar Murat Kara’nın. Denklemlerle ve sonsuz problemlerle boğuştuğu zihnine sanatla bir katman daha açılacaktır. 
 
Bilimi, sanatı, müziği bir arada bulunduran ve bunları kusursuz bir şekilde harmanlayıp, düğüm olan zihinlere çözüm getiren bir roman olması itibariyle okunmayı fazlasıyla hak ediyor Nativity’nin İzinde. Akıcı bir dile sahip, sağlam kurgusu olan, aynı zamanda bir de soundtrack’ı olan bir roman okumak istiyorsanız buyurun…