Seyla’yı beklerken
ABONE OL
Ayşegül Genç, romancı, 40 yaşında… İnsanın tüm rahat(sız)lık algısını değiştiren savaş o doğmadan patladı, bunu bil ey okur! O yaşarken içinde bir şey olan kırlangıç misali iltica etti bebekler, o yazarken zaten yıkmışlardı Halep’i! Şahitliği çokça, bu yüzden irkil(t)mesi... Uzun/soğuk/ koyu karanlık Aralık gecelerinde de; cıvıl cıvıl/güneşli/ taze Mayıs günlerinde de beni kendine bağladı, var idiyse eğer neşemi kesinlikle kaçırdı, öfkeli/ hırçın birine dönüştürdü. Bir güzellik olarak bunca kitaptır dinmeyen öfkesi ve sebebi dert olan şiddete meyliyle bir balta olup okurun kafasını kırma, kalbini yarma, içinde bir nebze de olsa kaldığını umduğu yağ bağlamış/ burkulmuş vicdanına, kıvranan ruhuna hakikati nakşetme vazifesini ifa kabiliyetinde olan bu kitaptaki kabaran, köpüren, hırslanan, hınçlaşan anlatımı ve bereketli dil işçiliğiyle yazar, ustalığını ispatlamış durumda.
 
İnsan ve toplum hâllerine, zaaflarına, çelişkilerine dair harika bir gözlem gücüne sahip; muhtemel yüklerden arınmış, kılçıksız, ama makul bagajlı buluşçu cümleler, akıcı ve vurucu sinematografik çekimiyle okuru hemen yakalıyor. İlgisiz kelimelerle ters köşe terkipler kurmayı, benzer seslerle oynamayı, tamlamalardan bambaşka anlamlar bulmayı, romanın imkânlarını zorlayarak metin üzerinde yeni kadastrolar çizmeyi seviyor.
 
İç(inde) Bir Şey (Olan Yazarlar Topluluğu) dördüncü romanı… 14 adet 3’ lü bölümden oluşuyor. 1. bölümlerde Keçisakal ve Seyla’ nın savaşta sığındıkları, mum ışığında şiirle hayata tutundukları kuytu, kör, mezar taşı gibi sessiz bir bodrumda yaşadıkları var. İkinci bölümlerde –dünyanın bunalttığı herkesin sığındığı, cisimleşmiş bir vicdan hareketi olan- Platon’ un(?) filkulağı mağarasında toplanmış İÇBİRŞEY’ in Seyla’ ya hitaben monologları: 1. Bölümlerin/ ana omurganın/ Cihan Aktaş’ ın deyişiyle ‘bodrumda kurulan ve okuru sürükleyen güçlü dünya’nın yazım aşamasıyla ve yazarların savaş/ iltica konularındaki tutumuyla ilgili konular işleniyor. III. bölümlerde ise müstağni/ müdanasız Aksak var; bizim Aksak, aksayan yanlarımız. Bunların yanında her bölümde hem eşya olarak hem de sembolik anlamlarıyla usturuplu bir şekilde karşımıza çıkan çeşit çeşit, renk renk ve işlevsel (araçsal değil) kumaşlar, bezler; bazen yaraya tampon, bazen ciğer ısıtan, sonunda illaki kefen… Seyla 17’ sinde… Bir tek bu özelliğinin belirtilmiş olması sanki onu Hanzala’ ya benzetiyor. Şair Keçisakal’ ın merhum şair arkadaşının kızı…
 
40 KUMAŞA SIRILI METİN
 
Savaştan eblehçe bahsedenleri eleştiren bir kitabı anlatmak hayli zor… Bununla birlikte ‘savaş/ iltica romanı nasıl yazılır’ diye koyduğu kaidelere münasip anıtlar inşa ediyor. Bu ikisini kısım kısım art arda yaptığından, verdiği söze kendisi uymuş mu, hemen yoklayabiliyor okur. Tersinden, her şeyin nasıl’ını sonraki kısımlardan kopya çekebiliyoruz; edebi kamu özelinde tüm riyakârların savaş/ iltica karşısındaki kusurlarını, cevaplarını aradığımız zor sorularla sigaya çekerken! Bu şekilde okuru yazım sürecine dahil ediyor, hikâyeyle doğrudan baş başa bırakmıyor, 40 kumaşa sardığı metni açarken elinden tutarak dualarla eşlik ediyor. Keçisakal’ ın bodrumda olduklarını varsaydığı gençlerin gıyabında okuru uyanık tutan seslenmeleri, tembih ve tavsiyeleri de bir sürpriz olarak ve fakat akışı hiç bozmadan araya giriyor. Buna -Keçisakal’ ın âmâlığından ötürü- gör(ün)meyen üniversite diyelim.
Mekânlar/ şahıslar/ zamanlar gerçekle irtibatlandırılmıyor, bilakis çok görevler yüklenen sembollere kategorik olarak başvuruluyor anlam(ay)ı sınırlandırmamak için. Mesela küçük cılız otların ezilip kırılması, kıyılan çocukları anımsatıyor. Çünkü otlar tam belinin ortasından kırılıyor! Tüm semboller, hatırlattıklarıyla kitabın her yerinde başarılı bir şekilde tutarlılık gösteriyor. Bir arada olmalarını önemsediği acı ve ironi metin içerisinde ustalıkla mezcedilmiş. Acı Keçisakal ve Seyla’ ya, ironi Aksak’ a emanet…
 
MAYINCI DA AYNI PROTEZCİ DE
 
Yazar Seyla’ yı yaşatarak türdeşi mülteciler gibi ileride başına gelebilecek türlü belalara, daha büyük acılara maruz bırakmayıp öldürmekten yanadır. Savaş/ iltica meselesine popülist, magazinsel, pozcu yaklaşıp iğdiş/ iğfal eden, yozlaştıran, piçleştiren, kusup kusup geri yiyen janjanlı global yazarlar ise sağ bulup onun her şeyinden kâr isteyen sisteme, çekinik kalamadıkları zulümden türeyen hayat tarzına entegre olmasını dilerler! Zalimle çatışmayı göze alamadıkları gibi, ortalığı karıştırıp bu arada her şeye tenezzül ederler! Gökdelenlerin yıkım planları oluyor ya, mazlum şehirlerde bu işi her türlü maliyet açısından savaş ve işgalle yapıyorlar! Savaşı çıkaran, silah satan, öldüren, organını pazarlayan, hafriyatını kaldıran, yeni yaşam alanları kuran, filmini çeken, kitabını yazan, istediğini yücelten/ gömen, tahlilini yapan, psikolojik destek veren, barış elçisi olan hep aynı mekanizmanın adamları! Mayıncı da aynı protezci de…
 
 Mustafa Kutlu’ nun kazazede kahramanının ayıldığında burnunun dibinde taze bir gelincik buluvermesine benzer bir şekilde Keçisakal’ ın bombalamadan sonra yüzünün gömüldüğü toprağın ıslak ve ılık kokusunu duymasıyla açılan kitap, yine Kutlu’ nun bu sefer lunaparktan çıkamayan kahramanına benzer bir şekilde, ölüler için çok sakin olan mezarlıktan kaçamayan Aksak’ ın çıkışı araması ve fakat bulamayınca, ölümüne engel olamadığı küçük kırlangıcın cesediyle açık bir mezara gönüllüce yuvarlanmasıyla bitiyor! Seyla ve Keçisakal’ ın mezarlık tabir ettikleri şehirden gidememeleri gibi…