Edeb
ABONE OL

Varılan her makamda yazılmış edeb yâ Hû 

Edebi muhâfaza devlettir, dervişliğin şartı bu 

Edeb, insanı utanılacak durumlardan koruyan sağlam bir irâde ve vicdan duygusudur. Edeb, terbiye sayesinde kişinin kendini bilmesi, haddi aşmamasıdır. Edeb ile edebiyât arasında irtibât vardır. Sözdeki zarâfet, âhenk ve kibarlık edebiyât; özdeki âhenk ve tenâsüb edebdir. Edebin bir zâhirî olanı bir de bâtınî olanı vardır. Zâhirî olanı ameli riyâ ve münâfıklıktan korunmaktır. Bâtınî olanı ise kalbdeki şehvet, itirâz ve irâde zaafı gibi olumsuz şeyleri temizlemektir. Hasan Basrî, şöyle demiştir : “İnsanların edebe âid bilgisi çoğaldı, fakat edeb azaldı. Edebin hem dünyâda, hem ukbâda en yararlı olanı hangisidir?” diye sorulduğunda şu karşılığı verdi: “Önce dinde ince ve derin bir anlayış sâhibi olmak gerekir. Çünkü böyle bir anlayış, insanların gönüllerini cezbeder. Bunun ardından lâzım olan dünyâya değer vermemektir. Allah’ın kul üzerindeki hakkını bilmek gerekir.” 

Edeb nefsi bilmek ve onun saçmalıklarından kaçınmaktır. İnsan nefsi sû-i edeb üzere yaratıldığından kul, edebe sarılmakla emrolunmuştur. Nefs tabîatı îcâbı muhâlefet meydanlarında dolaşır. Kul onu edebden nasîb almaya zorlar. Nefsine muhâlefet ederek onu hayra zorlamaktan vazgeçen, nefsinin dizginini salıvermiş; onu idâreden gâfil düşmüş demektir. Edeb iyi ve güzel şeylerle donanmaktır. Allah’a karşı muâmelenin, gizli ve âşikâr dâimâ edeb çerçevesinde olmasıdır. 

Edebin sınırı maiyyet-i ilâhiyye; yâni Allah ile olma duygusu içinde bulunmaktır. Takvâ ile edeb arasında bir ilişki vardır. Takvâ kalbde bulunması gereken Hakk’a sığınma, ve korunma duygusudur. Kalbdeki takvâ zâhire edeb olarak yansır. Çünkü edebde, kalbdeki duyguya bağlı olarak eli ve diliyle başkalarını incitmeme kaygısı vardır. Nitekim Ebû Hafs Haddâd ile Cüneyd arasında geçen şu muhâvere, edebin bâtınî değerini göstermesi bakımından ilginçtir. Kendisini ziyârete gelen Ebû Hafs Haddâd’ın mürîdlerinin edebi, Cüneyd’in dikkatini çekmiş ve demişti ki: “Yâ Ebâ Hafs! Mürîdlerinizi sultanların edebiyle yetiştirmişsiniz. Cüneyd de şu karşılığı verdi: “Onların zâhirde görünen edebleri, gönüllerindeki takvâdan yansıyan halleridir. Çünkü sûret sîretin aynasıdır.” 

Edebin üç derecesi vardır:  

1- Dünyâ ehlinin edebi: Fesâhat, belâgat, şiir, sanat ve eğlence türünden edebî mahsûller, 

2- Dindârların edebi: Gönülleri temizlemek ve şer’î sınırları korumak nev’inden edeb, 

3- İhlâs ehlinin edebi: Kalb temizliği, ahde vefâ, vakti ve hâli korumak. 

Edeb konusu üzerinde söz söyleyenlerden biri de Mevlânâ Celâleddin Rûmî’dir. O insan olmanın yolunun edebden geçtiğini belirtir. Gerek Mesnevî’sinde, gerekse Dîvân-ı Kebîr ve diğer eserlerinde edebe önemli vurgular yapar. Nitekim Mesnevî’sinde şöyle der: 

Aç gözünü öyle bak Kur’an’a âyet âyet, 

Mânâsı edebdir; görürsün sen de nihâyet. 

Sordum akıldan söyle bana nedir îmân? 

Akıl gönül kulağıma “edeb” dedi heman. 

Sen sırr-ı ilâhîsin; sus ey Şems-i Tebrizî, 

Edebdir aydınlatan gündüz ile gecemizi. 

İnsanı melek-sıfat eyleyen, erdem ve ahlâk sâhibi olmasını sağlayan edeb, san’atın ahenk ve kıvrımları gibi, gönle ve göze hitâb eden bir güzellikler manzûmesidir. Edebin kaynağı îmândır; çünkü îmân şerîatı, şerîat da edebi gerektirir.