Hz. Ömer ve Romalı elçi
ABONE OL

Halifeler döneminde, dünyanın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altında bulunduran Roma İmparatorluğu’ndan Medine şehrine bir elçi gönderildi. Günler süren yolculuktan sonra Medine’ye yorgun bir şekilde ulaşan elçi, halifenin sarayını buldu. Eşyasını indirip atını dinlendirmek istiyordu. Zafer üstüne zaferler kazanan, adaleti ile dillere destan olan bu büyük yöneticinin, görkemli bir sarayı olmasını gerektiğini düşünen elçi halka sarayın yerini sordu. 

Medine halkı elçiye, “Halifenin dünyalık sarayı yoktur ama çok aydınlık bir gönül sarayı vardır. Her ne kadar adı halife ve emir olarak dünyaya yayılmışsa da o garip bir derviş gibi küçük bir evde oturur” dediler. Daha önce hiç işitmediği sözleri duyan Romalı elçinin, Hz. Ömer’i görme merakı iyice arttı. Atını ve eşyasını bir kenara bırakıp, büyük insanı bir an önce görme sevdasına kapıldı.

Onun yabancı olduğunu ve Hazreti Ömer’i aradığını anlayan bir bedevi kadın eliyle bir hurma ağacını göstererek, “İşte şu hurma ağacının altında yatan Hazreti Ömer’dir” dedi. 

HEYECANINDAN TİTREDİ

Elçi, gösterilen ağaca yaklaştığında heyecandan titremeye başladı. Orada uyuyan kişinin heybetinden etkilenmiş ve gönlü bir hoş olmuştu. Sevgi ve korku gibi birbirine zıt iki duygunun gönlünde belirdiğini hissetti. Şaşkın bir durumdaydı. Kendi kendine, “Ben şimdiye kadar nice padişahlar gördüm, sultanların huzuruna çıktım, ama hiçbiri beni, bu ağacın altında yatan sıradan görünümlü adam kadar heyecanlandırmadı” dedi. Saygıyla yaklaşarak elini bağlayıp beklemeye başladı. Bir müddet sonra Hazreti Ömer uykudan uyandı ve ayağa kalktı. Elçi Hazreti Ömer’e saygı gösterip, selam verdi. Hazreti Ömer elçinin selamını aldı.Korkudan yüreği çarpan elçiyi yanına çağırarak sakinleştirdi. Gönlünü alıp neşelendirdi. Karşılıklı konuşmaya başladılar. Hazreti Ömer’in içten davranması sohbetlerini koyulaştırdı.Hazreti Ömer, dışı yabancı gibi görünen o elçinin içini uyanık ve dost buldu. Onun ruhunun ilahi sırları arzuladığını sezdi. Elçiye Allah’ın sıfatlarından bahsetti. Sohbet sırasında elçi: “Ey müminlerin emiri! Ruh, yücelikler âleminden yeryüzüne nasıl indi? Sonsuzluklar âleminde özgür iken, ten kafesine neden girdi?” Hazreti Ömer: “Hak ruha efsunlar okudu, kıssalar söyledi, ruh da ilahi emirle büyülendi. Bazı şeyler maddileşince anlam kazanır. Örneğin, yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur. Kandamlaları ceylanın karnında misk kokusuna dönüşür. Ekmek sofrada cansızken, insan vücudunda neşeli bir ruh kesilir.”

SORULARINA ALDIĞI CEVAPLA MEST OLDU

Elçi bu cevap karşısında zihnindeki bütün sıkıntılardan kurtulduğunu, ruhunun hafiflediğini hissetti. Asıl olanın ne olduğunu keşfetti. Fakat böyle büyük bir kaynağı bulmuşken bırakmak istemedi. Faydalanmak için sormaya devam etti. “Duru ve berrak bir su gibi olan ruhun, bulanık bir yer gibi olan cesette hapsedilmesinin hikmeti nedir?” Hazreti Ömer: “Ses ve sözle ilgisi olmayan manayı neden kelimelerle ifade ediyorsak, neden yazıya döküyorsak, ruh da bu yüzden beden denilen kalıba sokulmuştur.” Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, elçiyi mana kadehinden içki içmiş gibi mest etti. Kendinden geçirdi. Getirdiği haberi de ne için geldiğini de unuttu. Allah’ın büyüklüğüne, gücüne kuvvetine şaşırıp kaldı. Bu makama ulaşınca da elçiliği bıraktı ve mana âleminin padişahı oldu.