Kendini gerçekleştirmek
ABONE OL

İlk devirlerden itibaren insanoğlu kendini tanıma, çevreyle ilişki kurma ve Rabb’a ulaşma konusunda muhtelif problemler yaşamaktadır. Bu yüzden insanın nefsini yâni kendisini tanıması, gerçekleştirmesi ya da aşması meselesi, dini, felsefi ve irfanı düşüncenin olduğu kadar modern psikolojinin de konusu olmuştur. Nefs, insanın hem kendisi yâni özbenliği, hem de kötü duygularının merkezidir. Bu yüzden “kendini tanı” düşüncesi, bu alanla ilgili ilmî disiplinlerin oluşumuna etki etmiştir. Dini ilimlerden tasavvuf, nefs adı verilen benlik ve kişilik gelişimi, arzu ve isteklerin iradeyle kontrolü, kalblerdeki niyetleri düzelten ilmin adıdır. İrfan geleneğinin değerli önderleri Muhasibi, Gazzalı, İbn Arabî ve Mevlânâ gibi mütefekkirler, modern psikolojinin doğuşundan çok önce beşeriyete insanın ruh yapısı ile davranışlarını tanımayı, nefsi kontrol etmenin yollarını öğretmişlerdir. 

Modern zamanlarda gelişen psikolojinin gayesi de insan davranışlarını incelemek ve insanın kendi kendisini kontrol etmesini sağlamaktır. Psikoloji insanı bu gayesine, kendini gerçekleştirmek yoluyla ulaştırmaya çalışır. Bir başka ifadeyle psikolojinin gâyesi insanın kendini gerçekleştirmesidir. Ancak kendini gerçekleştirmek üzere tam kapasite başarıya odaklanan kimse için başarısızlık, bir afet ve yıkım hâline gelebilmektedir. Bu anlayış benlik ve başarıyı putlaştırarak insana her şeyi başarabileceği duygusu aşılamakta ve nefsin hevasını tanrılaştırmaktadır. 

İrfan geleneğinin gayesi insanı, kendini aşarak Aşkın/Müteal olana ulaştırmaktır.  Burada önemli olan insana başarısında güç; başarısızlığında ümit veren şey, yalnız olmadığı ve Müteâl bir varlığın her şeyi ve kendisini kuşattığı duygusudur. Psikolojik anlamda kendini gerçekleştirmek isteyen, genellikle ahiret kaygısından çok dünyevî endişelerle hareket eder. Hayatı dünya hayatından ibaret sanır ve dünyevî hazlarla mutlu olmaya çalışır. Bu bakımdan kendini gerçekleştiren insan, kemâle ermiş görülemez. Çünkü kâmil insan hem kendisiyle, hem Allah ile, hem de insanlar ve diğer varlıklarla olan hukukunu gözeten, bütün bu durumlardaki sorumluluğunun farkında olandır.  Kendini gerçekleştirmeyi hayatın merkezine koyan insanda bencillik ve ben merkezli düşünce, adeta din hâline gelir. İnsanı insan yapan ise bencillik duygularından çok diğergamlık duygularıdır, başkalarının farkında olmaktır; nefs ve benliği aşmaktır. Kendini aşmak için fiziki, aklı ve ruhi melekelerin bir denge içerisinde olması gerekir. Bu tür bir dengeyi sağlayacak olan tefekkür, murakabe ve zikir gibi unsurlarla cem-i himmet denilen; insanın dağınık ilgilerini bir noktaya teksif edecek maddî ve manevi konsantrasyondur. Bu tür bir yoğunlaşma, murakabe ve zikir, sistemli bir şekilde uzun süre yapıldığında insanda bir denge, itminan ve huzur hâli meydana getirir. 

Birlemek manasına gelen tevhit inancı insanın dağınık ilgilerini birleştirmeye çalışır. Birleyerek kendisini kemâle erdirmeyen bir insanın, bu dağınık hâli ile tevhidi anlaması ve yaşaması pek mümkün değildir. Kendini birleyen insan sâdece Allah’a odaklanmıştır. Onun nezdinde, fanilerin övgü ve yergileri birdir. Zira aslında “insanlar, var görünen yoklar”dır. Allah ise “görünmeyen var”dır. İnsan dikkatini fanilere dağıtıp böldüğü sürece gerçek kulluk ve tevhide erişemez.  Kendini aşma konusunda insanın kaygı ve elemleriyle sevgi ve nefretleri önem arz eder. Günümüzde narsizm ve egoizm gibi bencillik ve insanları aldatma duyguları birtakım psikolojik rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Aslında insanın başkalarına yaptığı zulüm, psikolojisini bozar; gönül dünyasını rahatsız ve içini huzursuz eder. Dolayısıyla mutlu olmak isteyen, özellikle bu Ramazan ikliminde başkalarının ahını almamalıdır.