Selim ATALAY
Selim ATALAY
http://www.selimatalay.com
Tüm Yazıları

KULLAN-AT

Bölgede maşa olmanın sonuçları ilk kez yaşanmıyor.

Irak ve İran’daki Kürt hareketinin maşa olarak kullanılıp sonra kenara atılması ilk kez olmuyor. Yalnızca, bu durum daha sık tekrarlanmaya başladı. Bir coğrafyada dış güçlerin etki kullanması, olağan bir durumdur. Etki kullanırken, maşa da kullanırlar. Henry Kissinger, İran ile Irak arasında maşa olan Kürtlerin 1975’te terk edilmesinin ‘ihanet’ boyutunu soran Kongre komisyonuna, ‘Gizli askeri operasyonlar, hayır-hasenat işleri değildir, ikisi birbirine karıştırılmamalıdır’ demişti.

Bu yakınlarda da hem de sadece iki hafta önce, ABD’nin ‘Suriye özel temsilcisi’ ünvanını taşıyan büyükelçi James Jeffrey, ‘Devlet yapısı dışındaki oluşumlarla kalıcı-sonsuza dek ilişkimiz (desteğimiz) yoktur ve olmamıştır’ diyerek, Suriye’deki maşaların günün birinde bırakılacağını kibarca ima etmişti. Aslında bu yorumun ucu açıktı. Çünkü Jeffrey, 1991-2003 arasında KYP KDP ve El Meclis gruplarının Irak’ta rejim değişikliği için ABD tarafından desteklendiğini hatırlatmıştı. İlişki taktiksel ve hedefe yönelikti. Hedefe ulaşıldıktan, Irak’ta rejim değişikliğinden sonra bu gruplara yeni yapıda yer açılmış ve doğrudan ilişki sona ermişti. Amir-Memur ilişkisi hala vardı, ancak ABD bu ilişkiyi Yeni Irak devletinin içine taşımıştı. Yeni Irak denen yapının perişan hali, gözler önündedir. 

Üstelik bu dönemde ‘desteklendi’ denen gruplar, 1996’da da ABD’nin daha yüksek çıkar belirlemesi sonucu açığa düşmüşlerdi. O da unutulmuş, hatırlatalım: Şanslı olanlar Guam adasına kaçırılmıştı. 

Ortadoğu’da etki operasyonları çok boyutlu planlanır ve her zaman operasyonun sokak ve silah boyutu vardır. Aşırı durumlarda da ABD ordusu silahla gelir. Değişmeyen, kimlerin kullanıldıktan sonra atılacağıdır. Ve her ciddi operasyonda olumsuz ihtimaller ve çıkış stratejisi düşünülmüştür. Maşalar çıkış stratejisi ile ilgilenmezler ya da bu kısım kendilerine anlatılmaz. Enerjilerini kaybetmeleri için, kendilerine pembe tablo anlatılır... Büyük güç, her coğrafyada birden fazla çıkar gözetir ve bir gecede tavır değiştirir... Suriye’de maşa gruplarla bu anlamda ‘geçici ve taktiksel’ ilişki vardı, ancak Suriye’de ABD’nin rejim değişikliği hedefi yoktu. İşte burada siyasi tercih devreye girdi. 

Büyükelçi Jeffrey bu ifadeleri 17 Aralık’ta Washington’daki Atlantic Düşünce Kuruluşu’nda kullandı. Konuşmasından 3 gün önce patronu Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile anlaştığını bilmiyordu. Şimdi ‘ihanet’ çığlıklarıyla ABD Başkanına yüklenenler ‘geçici ve taktiksel ilişki’ gerçeğine göz yumsalar da, tarih ve gelecek, Ortadoğu’daki yanlışların hep bir yerlerden döndüğünü gösterir. Bu kez da bir kısım ABD, kendi başkanını ciddiye almamanın şokunu yaşıyor.

Önceki hafta Suriye’nin kuzeyindeki ABD komutanlığı, milis grupların sahada kendiliğinden harekete geçmemesi için ‘Filler dans ederken, arada ezilmeyin’ uyarısı yapmıştı. Fil benzetmesi, Türkiye ve ABD’yi ima ediyordu ve muhtemelen ‘Büyük Güç’ kavramının milis gruplarca daha iyi anlaşılması için psikolojik harekat uzmanınca seçilmişti. Halbuki benzetmeyi, bölgede pek görülmeyen fil ve çimen yerine, herkesin ‘kıliineks’ diye bildiği kullan-at kağıt mendil üzerinden kendi maşalarına yapsalardı, daha isabetli olurdu.

 

İlk kez olmuyor 

31 Mayıs 1972’de neredeydiniz ve ne yapıyordunuz? O gün ABD Başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, İran Şahı Pehlevi’yi ziyaret için Tahran’a uğramışlardı. Moskova ziyaretinden dönüyorlardı. 

Şah Pehlevi, şahsen Irak’tan şikayetçiydi ve küçük bir ricası vardı: Irak’ın başına dert açmak için Irak Kürtlerinin ayaklanması gerekiyordu. ABD Irak Kürtlerine silah ve para verebilir miydi? Nixon, sadece ve sadece Şah istedi diye bu projeyi kabul etti. İran Şahı bölgedeki ABD maşasıydı. Ricası kırılmazdı. Birkaç hafta sonra CIA, Irak Kürtleri için bir ayaklanma planı yaptı. Bağdat’ta Saddam Hüseyin henüz sahneye çıkmamıştı.

CIA’nın Irak’taki ayaklanma planının maliyeti 16 milyon dolardı. Rus malı silahlar kullanılacaktı ve silahları İsrail sağlayacaktı. Ayaklanma planına İsrail de dahildi.

Operasyonun maliyetini İran kolayca karşılayabilirdi, ancak Irak Kürtlerinin lideri Mustafa Barzani, Şah değil, ABD’nin taraf olmasını istemişti. Washington Post’a göre Barzani, Irak’tan kopartılacak toprakları ‘ABD’nin 51. eyaleti yapma’ sözü vermişti.

Ayaklanma kanlı saldırılarla başladı. Bağdat sert karşılık vermişti. Sonraki 3 yıl kanlı çatışma sürdü, ancak görünürde bir sonuç yoktu: CIA, Irak Kürtlerinin Bağdat ile özerklik görüşmesi yapmasını önlüyordu. Yine CIA, Kürtlerin sonuç alıcı saldırı yapmasını, askeri başarı kazanmasını da önlüyordu. Gizli ABD hedefi yalnızca, ‘Müttefik İran’ın hasım komşusunun kaynaklarını ve gücünü eritecek kadar’ bir ayaklanma sürdürmekti. Daha ileri gidilmesini ABD istemiyordu. 

İsrail ise düşman Irak’ın güç kaybetmesi için Kürtlerin daha ağır saldırı yapmasını istiyordu. Irak Kürtleri, ABD’nin 51. Eyaleti olma yolunda, hem ABD hem İsrail’e maşa olmuşlardı. Üçüncü ve gizli patronları İran idi. Ve patronlar arasında derin görüş ayrılığı vardı. 

Gizli olayın da perde arkası var: Mayıs 1972’de İran Şahı ABD’ye ‘Irak’ta Kürt ayaklanması çıkartalım’ diye rica ediyor. Haziran’da ayaklanma planı yapılıyor. Temmuz-Ağustos-Eylül, ayaklanma başlamış, kan dökülüyor. Derken, Ekim’de CIA İran ile Irak arasında uzlaşma çabaları başladığını görüyor. Ancak CIA bu durumu isyancılara bildirmiyor ve gizli desteği sürdürüyor... 

İran da hem ABD-İsrail üzerinden isyanı destekliyor, hem de Bağdat ile görüşme zemini arıyor. CIA’nın, görüşmelerde İran’ın elinde güçlü bir kart olması için Kürt ayaklanmasının devamında fayda gördüğü bilinir. Maşa olarak kullanılmak böyle bir şey... Olayın ayrıntıları, ABD Kongresinin Pike Raporu diye bilinen soruşturma raporunda yer alır. 

Mart 1975’te İran Şahı, ABD ya da maşalarına haber vermeden Irak lideri Saddam Hüseyin ile ünlü Cezayir anlaşmasını yapar. Şattül Arap ve diğer meseleler çözülmüş, maşalara da ihtiyaç kalmamıştır. Saddam Hüseyin Irak’ın Kuzeyinde harekata başlar. Irak’ın Kürt nüfusunun bir kısmı İran’a, bir kısmı da Türkiye’ye kaçar. Türkiye’nin o zaman sınırı açarak kaçan sivillere ve silah bırakmış militanlara kucak açması, unutulmuştur.  

Yerel CIA yetkilileri, tanıdıkları, sadakat geliştirdikleri ve sürekli temasta oldukları muhataplarına yardım için paralanırlar ama merkezin emri kesindir. Verilere göre, 200 bin Kuzey Iraklı Kürt İran’a kaçmış, ancak 40 bini zorla geri yollanmıştır. ABD insani yardıma ve liderlerin ABD’ye sığınmasına da izin vermemiştir. Irak’ın kuzeyindeki ne ilk, ne de son 51. Eyalet denemesidir.

İşte bu olay sonrası Kissinger’a ‘ihanet’ iddiaları sorulmuş, o da ‘Gizli askeri operasyonlar, hayır-hasenat işleri değildir’ demişti.

Bu sarsıcı olayların Türkiye’ye yan etkilerini, son 40 yıllık tecrübe ışığında ayrıca düşünmek gerekir.  

 

Silahlar nerede?

ABD’nin Fırat’ın doğusundan ve Batısından çekilme hazırlığı sürerken, silah meselesi yeni hatırlandı. Deaş bahanesiyle, böyle bir mücadelenin gerektirdiğinin çok ötesinde silah ve malzemenin bölgeye getirilip, hiç çıkılmayacakmış gibi yığıldığı, malum.

Şimdi, Pentagon’da çıkış planı yapılırken birinin aklına gelmiş, ‘silahları geri almayalım’ diyor. Çekiliş planlarında silahlara ne olacağı, henüz belirsiz. Yalnızca tüfekler değil, zırhlılar, tanksavar ve uçaksavarlar da var. Bazı Amerikalı yetkililere göre silahların bırakılması, çekilişin ’teselli ikramiyesi’ olacak. Pentagon iç tartışmalarını yansıtan ajans haberlerine göre komutanlar, dağıtılan silahların toplanamayacağını, en azından kimsenin silah geri getirmeyeceğini söylemekteler. Diğer bahane ‘DEAŞ ile mücadele sürüyor, silahlara ihtiyaç var’ söylemi.

Türkiye’nin başından beri söylediklerinin ve öngörülerinin Suriye ve bölge çapında bir kez daha doğru çıkmasına ne demeli? Getirilen silahların listesi Pentagon’da vardır. Bunların imhasının da nasıl olacağını ABD’nin Türkiye’ye bildirmesi ve gerekli panzehiri sağlaması gerekiyor.

ABD, PKK’ya bugüne kadar 23 binden fazla tır ve 3 bin uçak dolusu silah ve mühimmat gönderdi.