Davacılarımdan haberler-3

Davacılarımdan haberler için son yazı.. Mehmet Hasan Altan, Celal Kara ve Hasan Atilla Uğur’un davalısı olmak, sizi bilmem, ama bana her bakımdan ilginç geliyor.

Pusulasını iyice şaşırmış bir akademisyen, 17 Aralık’ta, elindeki gizli soruşturma dosyalarının her nasılsa medyaya servis edilmesi yoluyla hükümeti zor durumda bırakacağına inanmış, bu yolla bir iktidar değişimi olabileceğine kanaat getirmiş bir savcı, ve çatışma yıllarının ortamında bir hayli deneyim kazanmış, askeri vesayet sona erip Kürt meselesinde sivillerin borusu ötmeye başlayınca, onun gibi düşünenlerle bir araya gelerek, mutlak iktidar isteğiyle halen darbe planlamak suçundan yargılanmakta olan bir Ergenekon sanığı, sanki sözleşmiş gibi, benim ‘tuhaf zamanlar’ dediğim bir zamanda beni dava ettiler.

***

‘Tuhaf Zamanlar’ diyorum çünkü, bu hadise her yönüyle tuhaf ve ilginç sürprizlerle dolu.

Mesela Mehmet Hasan Altan’ın avukatı Ergin Cirmen.. Cirmen, Altan’ın avukatı olmadan önce benim avukatlığımı yaptı. Hem de epey uzun bir zaman. Derik’te bir Kürt kadına tecavüz edildiği iddiasıyla Yüzbaşı Musa Çitil hakkında açılan dava, Türkiye’nin AİHM’de mahkumiyetiyle sonuçlanmış, daha sonraları bu davayı da hatırlatan ‘Bekar Askerler’ adıyla bir yazı yazmıştım. Hakkımda bu yazı nedeniyle açılan dava beraatle ve daha bu yenilerde sonuçlandı. Cirmen bu davada avukatlığımı yaptı. Bu dava sürerken bir de baktım ki Mehmet Hasan Altan’ın avukatı olmuş. Bir şey diyemem tabi, kendi mesleki tercihi bunu gerektirebilir. Cirmen aynı zamanda benim Everest’te yayınlanan ve hemen hepsi de Kürt trajedisini anlatan kitaplarımın da yayınevine ve bana, hukuki bakımdan sorun yaratıp yaratmayacağını da görüşler ve kanaatleriyle belirleyen kişiydi..Beni ve Mehmet Hasan Altan’ı aynı anda savunması mümkün değildi tabi, geçenlerde benim avukatlığımdan istifa ettiğini bildiren ihbarnamesi geldi. Ama fark ettim ki, hem Bekar Askerler’ adlı yazıdan yargılanırken, hem de Mehmet Altan’ın davacı olduğu süreçte her ikimizin de avukatı olmuştu!

Tuhaf zamanlardan geçiyoruz..

Savcılar bizim gibi insanları hep devlet adına yargılayıp durdular..

Diyarbakır işkence merkezlerinde geçen aylardan sonra bir sıkıyönetim savcısının karşısına çıkarılırdınız ve o savcı, işkencecilerinizin huzurunda sizi tutuklardı..

Devlet ve millet adına tabi!

Şimdi ise savcılar, hiç değilse devlet adına değil, kendi adlarına sizi dava ediyor. Bence çok farklı pencerelerden değerlendirilebilecek bir durum. Bana kalırsa bir normalleşme belirtisi.

***

Bir savcının bir yazarı kaale alarak, muhatap kabul ederek kişisel bir dava açma talebi, geçmişte çok görülen bir şey değildi. Ama zaten bir savcıyı öyle aleni bir biçimde eleştirmek de geçmişte öyle her babayiğidin karı değildi.

Uzatmayayım, 17 Aralık operasyonu savcısı Celal Kara; Alper Tan, Celal Kazdağlı ve Tamer Korkmaz’la beraber katıldığımız Sivil Düşünce programında yaptığımız  tartışmaların düşünce sınırını aştığı ve dava sürecini, etkilemeye yönelik olduğu  iddiasıyla davacı oldu. Başvuruyu inceleyen hakim ise programın düşünce özgürlüğü bağlamında herhangi bir hukuki sorun taşımadığı ve dolayısıyla Celal Kara’nın mağduriyetinin söz konusu olmadığına hükmetti. Emsal olabilecek kadar değerli bir yorumla..

***

Gelelim son davacıma, yani Hasan Atilla Uğur’a.. ‘ÖLÜM KUYULARI, ERGENEKON VE İMRALI SORGULARINA DAİR HATIRALAR’ isimli ve bu köşede yer alan bir yazımı söz konusu ederek benden davacı oldu. İftira ettiğimi, onu haksız yere suçladığımı ve hatta PKK propagandası yaptığımı iddia ediyor.

Ergenekonculara inanacak olursak, bu memlekette PKK propagandası yapmıyor diyebileceğimiz herhalde çok az sayıda insan var. Ergenekoncular, Aydınlık ve Sözcü’de yazanlar hariç son tahlilde herkes PKK propagandası yapar diye düşünürler. İyi de PKK propagandası, en iyi o medyada yapılmaz mı? PKK propagandası yapıyorum da, şu PKK neden beni şimdiye kadar hiç keşfedemedi acaba?

Bu medyaya yakın haber yapan televizyon ve gazetelerde hiçbir şekilde yer almayanlardanım. Hatta zaman zaman yakın arkadaşlarıma şöyle dediğim olur:

Şu Türkiye’de çıkıp ta konuşmadığım televizyon, görüşlerimin yer almadığı gazete hemen hemen kalmadı .Devletin TRT’si ve PKK’nin yayın organları hariç. Bu ikisinden yasaklıyım. İlkinin sebebi ideolojik değil, genel müdür İbrahim Şahin’in kişisel ve maalesef kendisine sebebi sorulamamış bir tutumu, bir davranışı TRT’nin bana kapalı kalmasına yetti ve yetiyor. Öyle TRT’ye çıkmak gibi bir hevesim de yok. Ama bir bürokratın belli bir kişi için böyle bir tasarrufta bulunması da normal sayılmamalıdır. Ne yani İbrahim Bey, çok değerli bir heyetin huzurunda, Rojin’e aşufte, psikopat dediğinde susacak mıydım?

Bugün olsa yine susmam, İbrahim Bey bunu da yeri gelmişken benden duymuş olarak görev süresini tamamlasın bakalım..

Konuyu dağıtmayalım, Hasan Atilla Uğur benim PKK propagandası yaptığımı iddia ediyor ama, hiç kimseyi buna inandıramaz. PKK propagandası en iyi PKK medyasında yapılır. Star gazetesinde değil.

***

Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan ekibin içindeydi. Bu safhayı anlatan kitabı ‘Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım’ ismiyle yayınlandı.

Hayat serüveni son derece enteresan biri H. Atilla Uğur.

1992 yılında Kızıltepe’de görev yapıyor. O dönem Mardin bir cehennemden farksız. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, insan cesetlerinin gömüldüğü ve üstünün betonla kaplandığı dehşet günleri.

Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı fezlekede Hasan Atilla Uğur “Silahlı örgüt kurma ve yönetme, kasten adam öldürme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence” suçlamasıyla birinci şüpheli olarak yer alıyor.

Hasan Atilla Uğur’un Kızıltepe’de görev yaptığı yıllarda, korucuların sayısı da artıyor.

Merak edenler o dönemle ilgili korucu Bedran Akdağ’ın kaleme aldığı ‘Dağın Ardındaki Gerçekler’ isimli kitabını okuyabilirler. Akdağ o dönemin en önemli tanıklarından sayılır. Benim söz konusu yazıda yer alan olayların bir kısmı bu kitapta anlatılanlara dayanıyor. Ama, eğer H. Atilla Uğur hakkında bir yargı süreci başlarsa, mağdurlardan tutun da o dönemde insan hakları alanında çalışmalar yapanlara ve siyasetçilere varıncaya kadar, tanıklık yapacak çok sayıda kişi bulunur.

Hasan Atilla Uğur’un Suriye’de kaldığı biliniyor. Ateşe olarak görev yapıyor.. Bir tesadüf mü bilemem ama yıllar sonra da Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan da Uğur. Öcalan’a ait olduğu söylenen bir takım kasetlerin Öcalan’ı itibarsızlaştırmak amacıyla basına servis edilmesinin akla Uğur’u getirmesi kadar normal ne olabilir ki?

İmralı tarihine az çok vakıfım. ‘Silahları Gömmek’ adını taşıyan kitabımda ‘İmralı tarihine’ yüz sayfa kadar yer verdim. Emin olduğum şu ki, Ergenekoncular savaşmak istemeyen bir PKK’den hiç hoşlanmadılar. Öcalan PKK’ye daha o yıllarda silah bıraktırmak istediğinde, bu fikre şiddetle karşı çıktılar ve hayat geçmemsi için önlem aldılar. Hasan Atilla Uğur bu gerçeği en iyi bilenlerdendir.

Son üç yazıyı yazmasam olmazdı; şu içinden geçtiğimiz tuhaf zamanlar için, tarihe böylece bir kayıt düştüm..

Mehmet Altan, Celal Kara ve Hasan Atilla Uğur’dan yani davacılarımdan haberler şimdilik bu kadar.