Kitaplığa dönüş
ABONE OL

2014 yılının mayıs ayı yarılanırken, edebiyat yayıncılığı nitelikli eser konusunda kısır bir döngünün işaretlerini veriyor. Böyle olunca da kitaplığa dönüş zorunlu hal oluyor. Oysaki bir okur, her zaman kitaplığına dönmeli. Yekta Kopan’ın bir yakın dönem öyküsündeki karakter, onun Yekta olduğuna bahse varım, gözünü kapattığında kitaplığında istediği kitaba ulaşabildiğini anlatarak hikayeye başlıyordu. Çünkü kitaplığı az ama nitelikli yapıtlarla doluydu. Aslında bu öyküyle bağladığımız tarif, tam da okurun tarzı olmalı. Ben de daha da küçük eve sığsın diye kitaplık temizliği yaparken, okuduğunuz yazıyı yazmayı düşündüm. Bir gün okurum düşüncesiyle sahaftan, kitapçılardan yahut yayıncılardan edindiğim ama okuma listemde yer alması mümkün olmayacak onlarca kitaptan kurtulurken, kitaplığa dönüşün ne denli önemli olduğunun farkına vardım. Ve Denemeler’in yerini değiştirirken düşündüm...

Michel de Montaigne, yazmak için kitapların olmadığı bir odayı seçtiğini anlatır. Çünkü yazarken kitapların üstüne abandığını söyler. Bu tercihte yazarken kimseyi taklit etmemek düşüncesinin baskın olduğunu anlarız. Montaigne hem eşsiz bir yazar hem de düşünürdü. Denemeler’i 500 yıl önce yazmıştı. Üstelik Montaigne’nin 16’ncı yüzyılı vahşet anlamında günümüzden hiç de aşağı kalmıyordu. Fakat ne tuhaf ki günümüzün suçları bile o çağa yüklense de Montaigne o günlerden, bugününün hümanist düşüncesinden çok daha ileri şeyler söylüyordu. O kadar mütevazı ve büyük bir yazardı. Onları fersah fersah geçtiği halde, kendisine dek kitaplarla aynı odada kalmayarak, onların büyüklüğüne erişemeyeceğini alt metin yaparak, yazısının temelini oluşturan ‘kendini bil’e vurgu yapıyordu.

Fakat pek azımız zengin tüccar Piere de           Montaigne’nin ‘büyük bir insan olsun’ diye Latince konuşan Alman mürebbiyelerle büyüttüğü ve dönemin en önemli düşünürlerinden ders aldırdığı Michel Montaigne kadar şanslıyız zenginlik bakımından. O nedenle de evlerimiz kitaplığımıza ayırdığımız odanın dışında yazabileceğimiz denli büyük değil. Ve belki de bu nedenle edebiyatın son moda akımlarından biri eskiden ‘intihal’ denilen edebi hırsızlığa, edebiyat kanonu içinde hırsızlık fikrini akla getirmeden, yaratıcı zeka ürünü diye bakıyor. Ünlü romanlardan yola çıkan ve çok emek harcanmadan o büyük eserin mirasından beslenenler, yeni edebiyat ürünü oluyor... Çünkü yazarken kitaplarla göz göze geliyoruz. Montaigne olamıyoruz.

CANAVARI DOYURMAK İÇİN

Montaigne olmak için insanüstü hiçbir çabanı tanrının kader defterindeki kaydı kadar işe yaramayacağını bilip susarak, kitaplığa dönüşü sürdürüyorum. Benim gibi hem işi hem yaşayış şekli, yeni çıkanlara daha ağırlık vererek okuma dünyası oluşturanlar, yenilerin niteliğine müpteladır. Böyle olunca da kitapçı ziyaretleri hüsranla bitmeye başladığı andan itibaren, okuma canavarını doyurmak için kitaplık ilk çare olur. Lakin kötü şeyler hayatta iyilerden kat be kat fazla olduğu için aslında bir ceza olan hafıza kuvvetliliğiyle benim gibi cezalandırılmışsanız, hüzün sürer.

Son dönemde Adalet Ağaoğlu’nun son romanı Dert Dinleme Uzmanı’nın yayımlanışını beklerken, Tanpınar’dan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Robert Musil’den Niteliksiz Adam, Shakespeare’in Fırtına ile Macbeth’inin manga halini okudum. Kitaplığa dönüş çok iyi geldi. Ama bunu yenileri okurken de sık sık yapmak lazım. Sonuçta hafıza insanı yanıltır. Zaten iyi kitap kendini tekrar okutan, aynı tadı hem aldıran hem de değişik tat verendir. Öyle yaptım, kitaplığı da temizledim. Size kolaylıklar dilerim.