Sapkınlığın psikolojisi ve din adamlarına düşen görev

FETÖ konusunda hukukçular, siyasetçiler, güvenlikçiler ve gazeteciler kadar konuşması gerekenlerin başında din adamları ve ilahiyatçılar geliyor. Dini istismar eden bir örgütün Türkiye’ye yaşattığı travmalar elbette birçok açıdan ele alınmayı gerektiriyor. İşin kriminal ve hukuki durumu bir yana bir de ciddi bir din boyutu var. Cemaat, tebliğ, manevi hizmet gibi dini terimler üzerinde yükselen bir örgüt konusunda din adamlarının gereken değerlendirmeleri yapmaması büyük eksiklik olur. Çünkü bu örgüt herkese ve her şeye zarar verdi ama belki de en fazla dini alana ve dindar camiaya zarar verdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçen haftalarda açıkladığı rapor çok yerinde, gerekli ama biraz gecikmiş bir saptama olarak yorumlanmıştı. Benzer şekilde Türkiye Diyanet Vakfı bünyesinde çalışmalar yürüten İslami Araştırmalar Merkezi’nin (İSAM) “Gülen Yapılanması-15 Temmuz’a Giden Süreçte FETÖ’nün Analizi ve Tavsiyeler” adlı bir kitabı yayınlandı.

Uzman bir ekibin hazırladığı kitap, birçok yönden FETÖ’yü analiz ediyor. FETÖ’yü bir dini cemaat değil, ‘Mesiyanik/mesihçi bir kült hareketi’ olarak tanımlayan kitap, ‘soru çalma, rüşvet, iltimas, kumpas, görevden alma, hapise atma gibi gayrı meşru ve gayrı ahlaki taktik ve stratejilerin kıyamet yaklaşırken altın neslin insanlığı kurtarması gibi bir hedef için meşrulaştırıldığını’ anlatıyor.

Amaca ulaşmak için her yolu mubah görmek’ cemaat görünümü altındaki örgütlerin en temel hastalıklı anlayışıdır. Her türlü kötülüğe cevaz veren ve kendisini hakikatin merkezine yerleştiren bu anlayış, sapkınlığın kapısını açar.

İslam tarihindeki benzer sapkın hareketleri de inceleyen kitaptaki bir alıntı çok manidar. Latif Erdoğan’ın Sözcü gazetesindeki röportajından Fetullah Gülen’in çocukluğuyla ilgili değerlendirmeler aktarılıyor. Şu alıntı ise devlet nizamına çomak sokup nasıl kaos çıkardığına dair psikolojiye ışık tutuyor: “Çarşı içinde dolaşırken elime bir taş alır, uzaktan taşı bir polisin kafasına atardım. Adam başına yediği taş darbesiyle neye uğradığını bilemez haldeyken hemen herkesten önce koşturur, yüksek sesle bağırarak kim attı bu taşı falan diyerek bağırırdım. Sesimi duyanlar polisin başına üşüşür, her kafadan bir ses çıkar, ortalık curcunaya dönerdi. Ben bir kenara çekilir, onların bu haline gülerdim”.

Darbe kalkışması yaptırıp sonra tiyatro diyen FETO’nun nasıl bir ruh haline sahip olduğu bu sözlerden de anlaşılıyor.

İSAM’ın raporuna göre bu hal, “aşırı hayranlık isteği, kibir ve kendisini seçilmiş görme, büyüsel ve mucizevi çözümler getirebileceğine inanma, karşısındakileri düşman olarak görme, yaptıklarından suçluluk duymama, kendisini mükemmel ve durdurulamaz görme” gibi bir psikolojiye dayanıyor.

Uzmanların hazırladığı kitaba göre, “Bir strateji olarak seçkincilik ve tefrika, Gülen örgütünün zaten öteden beri benimsediği bir uygulamadır”. Örgüt diğer grupları dışlayıcı şekilde kendisini ‘fırka-i naciye’ (kurtuluşa ermiş yegâne grup) olarak görür. Herkesi sapkın kendisini kutsal gören anlayış, yine herkesi kendisi için kurban edilebilir sayar.

‘Gülen Yapılanması’ başlıklı kitabın belli ölçüde FETÖ’yü masaya yatırdığı söylenebilir. Farklı toplum kesimlerine sirayet eden ve farklı dini motivasyonlar kullanarak ayakta kalmaya çalışan bu örgütün İslami açıdan taşıdığı mahzurlu hal çok iyi ele alınmalıdır.

Habis ve hastalıklı bir zihin dünyası halen etkisini sürdürüyor. Mahkeme salonlarında sergilenen tavırlar ve ortaya konan ifadeler bu hastalıklı halin sürdüğünü gösteriyor.

Bu yüzden din adamlarına ve uzmanlarına düşen insanların dünyalarını ve ahiretlerini esir almaya çalışan bu örgüte karşı insanları kurtarmak ve özgürleştirmektir.

Devam eden yargı süreçleri, zaman içinde bir ‘uyanma hali’ meydana getirebilir. Ancak daha geniş katmanlar üzerinde bir ‘uyanma’nın ve hakikati kabullenmenin oluşması için meselenin dini yönden masaya yatırılarak kesin ve net değerlendirmelerde bulunulmasında büyük fayda var.