Trump’ın Afganistan ve Mısır stratejisi

Trump ABD’sinin politikaları arasında bağlantı kurarak genel davranış çizgisi hakkında öngörü sahibi olmak neredeyse imkansız gibi. Eğer yeni ABD doktrini “öngörülemezlik” ya da “nerede nasıl davranacağı bilinemezlik” gibi bir stratejiye dayanıyorsa, kesinlikle şimdiden başarıya ulaşıldığı söylenebilir.

ABD’nin ne zaman nerede ne yapacağının kestirilememesine dair çok örnek var, bunlardan biri olan Afganistan politikası da öngörülemezliğin niteliği hakkında bilgi veriyor.

Trump geçtiğimiz günlerde yeni olduğunu söylediği Afganistan politikasını açıkladı. Buna göre El Kaide, DEAŞ ve Taliban ile mücadele devam edecek; ama Afgan halkının nasıl bir yönetim modeli kuracaklarına karışılmayacak. Bu nasıl olacak bilinemese de ABD başkanı barışı ancak Afgan halkının kurabileceğini, bu ortam kurulana kadar da mecburen Afganistan’da kalınacağını ifade etmekte. Bundan anlaşılan daha epeyce kalacak olmaları.

ABD askeri gidecek mi kalacak mı?

Afganistan’da sonuç alıcı askeri operasyon yapılması, operasyon başarılarına  göre de çekilmenin planlanması yeni strateji olarak açıklandı. Böylece pek yeni bir durum olmadığı da anlaşıldı. Üstelik Trump’ın “içimden çekilmek geçiyor ama asker sayısını artırmak lazım” mealinde sözler sarf etmesi, ortadaki stratejinin gerçekten öngörülemezlik doktrinine karşılık geldiğini düşündürüyor.

Afganistan örneği, sadece bu ülkeye yönelik ABD tutumu açısından önemli. Ancak bir diğer örnek durumundaki Mısır, doğrudan tüm Ortadoğu ülkelerine yönelik politikalar açısından daha merkezi önemde.

Yabancı basın organlarının aktardığına göre, ABD Dışişleri Bakanı Mısır Dışişleri Bakanı’nı telefonla aramış ve ekonomik ile askeri yardımlarda indirime gidileceğini bildirmiş. Kesinti miktarının yaklaşık 290 milyon dolar olduğu iddia ediliyor.

İddialar Mısır tarafından da ciddiye alınmış olmalı ki, dışişleri bakanı Trump’ın damadı ve aynı zamanda danışmanı olan Kushner ile görüşmesini iptal etmiş.

Yaptırım uygulayacak mı uygulamayacak mı?

Mısır’a yönelik bu tutumun gerekçesi, Sisi iktidarının insan hak ve özgürlüklerini ihlal etmesi, STK’lara ve basına baskı yapması gibi siyasi konular.

Demek ki Katar, Kuveyt ve Suudi Arabistan hak ve özgürlüklerine çok saygılı yönetimlere sahip, hepsi STK’ları, basını falan özgür bırakıyor. Muhtemelen de insan hakları ve özgürlükler konusunda en ileri durumda olanlardan birisi PYD. Zira bu oyuncuların ABD’den aldıkları askeri ve ekonomik yardımlar her geçen gün artıyor.

Ancak bir fark var. PYD hariç diğerlerine yapılan yardımlardaki hibe oranı giderek düşüyor, ABD yardımları birer iş anlaşmasına dönüştürüyor; dolayısıyla paradan para kazanıyor. Bunu hemen yapabilmek için de Katar’ı Suudi Arabistan ile, Suudi Arabistan’ı İran’la, Suriye ve Irak Kürtlerini Türkiye ile, Türkiye’yi PYD ve PKK ile korkutup duruyor.

Mısır’ı bir başka ülke ile korkutmak riskli, zira bu konuda aday bulmak da, sadece tehdit edip kenara çekilmeye razı olanı da bulmak zor. Muhtemelen tam da bu nedenle Mısır, anti demokratik uygulamalarla tehdit ediliyor.

Mısır’da darbe yapan ekibi hem makbul muhatap olarak sayıp hem de ondan demokratik adımlar beklemek, herhalde ABD’nin öngörülemezlik stratejisinin gereği; zira başka türlü açıklamak kolay değil. Bu işin basın yoluyla iddia şeklinde duyurulması da, muhtemelen yaptırım uygulamak zorunda kalmadan Mısır’ın pazarlık masasına oturmasını sağlamak.

Kabul edelim, tüm öngörülemezliğe rağmen ABD güçlü ve agresif bir iş adamı gibi tasavvur edilirse, epeyce öngörülebilir politikalar üretiyor.