Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

‘Yeni nesil, geçmişi yaşamadı..’ diye, geçmiş tekrarlansın mı?

Birkaç tespit.. 

1- KK, partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı son Salı konuşmasında Haziran için, ‘Kiraz Ayı’ vurgusu yaptı, birkaç cümleyle de destekleyerek.. 

‘Sosyal medya’da son haftalarda çokça paylaşılan bazı yazıları görmesem, ‘Nihayet bir politikacının konuşmasıdır..’ deyip geçebilirdim.  Ama, sosyal medyadaki o iddianın tamamen hayal mahsulü olmadığı da anlaşılıyor. 

‘Sosyal medya’daki yazılara göre, Kiraz Zamanı’ (Le Temps des Cerises), Jean-Baptiste Clement isimli melankolik bir fransız şairinin şiiridir ve 1866’da yazılmışsa da, komünist bir toplum modelinin ilk örneği olması ümidiyle 20-28 Mayıs 1871 günleri arasında sahnelenen, ama, başarısızlıkla sonuçlanan ‘Paris Komunü’nün şarkısı olarak kullanılmıştır. Ve, ‘Kiraz zamanı’nında devrimciler ‘kiraz toplayan işçiler’ olarak isimlendirilir. ‘Kiraz mevsimi var oldukça, kiraz toplayan işçileri yok etmek de mümkün değildir" gibi sloganları vardır.’

Şimdi bu benzerliklere bakarak tedirginliğe kapılmaya gerek yok elbette.. 

Ama, sosyal medyada alan, ‘KK'nın, ‘kiraz’kelimesini sık sık kullanması, komunvarî bir sosyal karışıklık çağrısı olarak düşünülebilir..’  gibi iddiaları da tamamen boş saymak yanlış olabilir. Hele de,  işi-gücü entrika çevirmek olan ve yeni ‘Güneş Motel Entrikası’nı bile, ‘kurulan kumpasları bozmak için..’ diye te’vil eden bir siyasî tükenmişlik sembolü kişinin dağarcığında kimbilir daha ne beklenmedik entrika planları vardır. 

2- C. Başkanlığı seçiminde Muhalefet’in, Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ü aday olarak sahneye çıkarması teşebbüslerinin sonuçsuz kaldığı aşağı-yukarı belli oldu. Abdullah Bey’in temkinli bir sessizlikle bu yönde hiçbir görüş açıklaması ayrı bir konu; Akşener’in dün KK’ya açıkça, ‘Ben adayım..’ demesi, KK’yı daha bir çıkmaz’a sürüklemiştir.  

Asıl ilgi çekici olan şudur ki, 90 küsur yıllık kemalist - laik rejimin kurucusu olan parti, Cumhurbaşkanlığı’na kendi ideolojilerinin temsilcisi bir aday ortaya çıkaramıyor ve asıl özelliği olarak İslamî kimlikleri öne çıkan isimlere umut bağlıyor. 

Bu da, Türkiye toplumunun,  -aksi yöndeki zorlamalı değerlendirmelere rağmen- aslî yönelişinin kendi inanç dünyasına doğru olduğu şeklindeki görüşü doğrulamaktadır. 

*** 

3- Bugün 35 yaşın altında olanların pek çoğu, Tayyib Erdoğan öncesinden habersizler.. Çünkü onlar, Türkiye siyasî sahnesi de sayılmak durumunda olan İstanbul Belediye Başkanlığı’na Erdoğan seçildiği 1994’de, 10 yaşın altındaydılar. 

Bugün bu yeni nesillere, üstelik de o zaman nüfusu, 6-7 milyon olan İstanbul’da çöp yığınlarının kokusundan, saatlerce süren elektrik ve su kesilmelerinden,  trafikte bugünkünün üçte birinden bile az araba olduğu halde, trafiğin bütünüyle felç olduğundan; hele de yaz ayları gelince Haliç’ten yükselen pis kokularla Haliç civarındaki yüzbinlerin, milyonların rahatsız olduğundan söz etmek, şimdi masal gibi...  Ama, 1981’de İstanbul’a gelen F. Almanya Başbakanı Helmuth Schmidt, ‘Nedir bu şehrin hali.. Domuz ahırına benziyor..’ diyor ve itiraz etmek isteyenleri de, ‘Ben bu ülkeye bir çırpıda 2,5 milyar mark kredi veriyorsam, benim söz hakkım vardır..’  diye susturuyordu. 

Dış siyasette Amerika ve Batı dünyası ne derse, itirazsız bir teslimiyet.. 

*** 

İstanbul böyleydi de, Anadolu farklı mıydı?  

Yol, elektrik, su çoğu şehirlerde problemdi. Ekonomi, hak getire.. Henüz 15 sene önce bile yıllık ihracatı sadece 35 milyar dolar olan bir ülke.. Bugün ise, 160 milyar dolara dayanılmış.. 

Buna rağmen, halkımız, tepeden inmeci güçlerin dayattığı resmî ideolojinin sosyal mühendislik planları için kobay gibi kullanılmak istenmiş, milletin  inandığı değerlere göre yaşamasına laik zencirler vuruluyordu. 

Evet, bunları anlatıldığında 35 yaşın olan yeni nesiller bunları bir masal zannediyorlar. 

Her şey mükemmel ve ideal deniliyor sanılmasın..  Ama, bizim neslimizin yaşadıklarının yeniden yaşanmayacağını kim garanti edebilir? 

O halde, söyler misiniz, yeni nesil bilmiyor diye, eskiden yaşanmış olan olumsuzluklar yeniden mi yaşansın?