ABD seçimleri, Çin ve Trump'ın planı
ABONE OL

Dr. Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar

Biden yönetiminin hem Ukrayna Savaşı hem de Gazze Savaşı merkezli Ortadoğu'daki çatışmaları yönetmede gösterdiği başarısızlıklar, ABD'deki seçim yarışında Trump'a önemli bir avantaj kazandırmış gibi görünüyor. Biden karşısında öne geçtiği anlaşılan Trump'ın şahinleşen ulusal güvenlik ekibi, Çin'e yönelik daha da sertleşme mesajları veriyor. Trump çevresinde toplanan siyasal-ekonomik koalisyonun desteğiyle şekillenen yeni Çin politikasının ekonomik milliyetçilik boyutuna güvenlik odaklı caydırıcılığın artırılmasının eklenmesi, Trump'ın seçilmesi durumunda yeni dönemde farklı bir dış politika yaklaşımının habercisi. Biden yönetiminin dış politikada izlediği "otoriterleşmeye karşı demokrasi" söyleminin yerine realist güvenlik bağlamında yapısal yeniden düzenlemelere odaklanan "güç yoluyla barış"ın tesisi söylemi özellikle Asya-Pasifik bölgesinde beklenmedik yeni gelişmelerin yaşanabileceği ihtimalini gündeme getiriyor.

ABD seçimleri: Güvenlik-enerji-teknoloji üçgeni

Çin'in yeni yeşil teknolojilerde edindiği üretim ve ihracat liderliğinin ABD endüstrisi üzerinde trilyon dolarlara varan kayba yol açacağı iddiasının Amerika'daki çıkar grupları ve siyasal elitler üzerinde yarattığı etki, ABD seçim sürecinde belirleyici faktörlerden biri haline geldi. Bu tartışmayla bağlantılı olarak Biden yönetiminin, Çin'in elektrikli araç ve yeni yeşil teknolojilerine yönelik vergileri artırma kararını vermesi, iç politika aktörlerinin ABD karar verme süreçlerinde ne ölçüde etkili olabildiklerini bir kez daha açıkça gösterdi.

Çin, yeşil dönüşümün hızlandırılması için temiz iklim teknolojilerini destekleyen global koalisyonun harekete geçmesini teşvik etmesine karşın Batı finansal siteminin önemli aktörlerinin fosil yakıtlara yönelik yatırımlarını artırmaları, Biden'ın daha önce açıkladığı sıfır-karbon hedeflerine ulaşma (2030'da enerji tüketiminin yarısının yeni yeşil teknolojilerden karşılanması) yaklaşımının terk edilmesine yol açtı.

ABD'de enerji dönüşümünün geleceğinin belirlenmesinde Federal Enerji Düzenleme Komisyonu'nun Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında adeta savaş alanı haline gelmesinden sonra Cumhuriyetçiler yasama üzerinde fosil yakıt projelerinin ve boru hatlarının hızlandırılması için son derece etkili baskı siyaseti izlediler. Özellikle eski ABD başkanı George W. Bush'un enerji danışmanının geçtiğimiz ay The Wall Street Journal'da kaleme aldığı yazıda iklim değişikliğine odaklanarak dünyanın enerji güvenliğini tehlikeye attığı şeklinde Uluslararası Enerji Ajansı'nı suçlaması, Cumhuriyetçilerin izlediği siyasetin global etkilerine gönderme yapan bir özellik taşıyordu.

Büyük enerji şirketleri ve askeri-güvenlik endüstrisinin finansal desteğini de arkasına alarak beraberce Biden yönetimi üzerinde baskı oluşturması, yeni teknolojilerin geliştirilmesinin kontrolü ve yavaşlatılmasına yönelik. Yerleşik Amerikan ekonomik ve siyasal elitlerinin özellikle Yapay Zeka alanında devlet müdahalesini talep eden tutumları, şirket rekabeti boyutunda da Çin'le rekabette yitirilen karşılaştırmalı üstünlüğün yeniden kazanılmasına destek verir nitelikte.

Trump'ın ilk döneminde uyguladığı "yeniden endüstrileşme" politikalarını destekleyen bu çıkar gruplarının enerji gündemi tartışmasında galip gelmesi, siyasal uyum ve politika bütünleşmesinin sağlaması açısından Biden'la karşılaştırıldığında Trump'ın önde olduğunu gösteriyor. Ayrıca Trump'ın bir yandan Biden'ın uyguladığı gümrük vergilerini yeterli görmeyerek Çin'e yönelik vergi ve kısıtlamaların daha fazla artırılması gerektiğini söylemesi fakat diğer yandan da Çinli şirketlerin elektrikli araçlar ve batarya üretimi konusunda ABD'de yatırım yapmaları durumunda izin verilebileceği yönünde bir söylem geliştirmesi, Amerikan toplumunda daha başarılı bir taktiksel yaklaşım olarak algılandı.

Askeri Yapay Zeka alanındaki gelişmelerin üzerinde duran askeri-endüstriyel kompleksin gelişim ihtiyaçları ve talepleri ile enerji odaklı yürütülen politikalar arasında ortaya çıkan ayrışma, yeşil enerji dönüşümünün ertelenmesi sonucunu doğurdu. Dolayısıyla politika yapım sürecinde iki tarafın beklentilerinin dengelenmesinde zorlandığı anlaşılan Biden yönetimi, Trump'ın benimsediği politikalarla benzeşen politikalar izleme riskini kabullenmiş oldu. Böylece; Biden yönetimi açısından stratejik düzeyde Yapay Zeka politikalarının daha öncelikli hale gelmesi, güvenlik kaygılarına vurgu yaparak daha korumacı politikalar yürütme tercihini de belirginleştirdi.

Trump'ın şahinleşen güvenlik ekibi

Trump'ın ulusal güvenlik ekibini oluşturan isimlerin Rusya'dan ziyade Çin'i hedef aldığı söylenebilir. Trump'ın yeni dönemde izleyeceği dış politikanın ipuçlarını veren söylemlerinde Rusya'yla diplomatik yakınlaşma, Çin'le ise daha da yoğunlaşan rekabet var.

Trump'ın ilk döneminde Çin'e karşı başlatılan ekonomi güvenliği merkezli milliyetçi ve korumacı politikaların mimarı Peter Navarro'nun düşüncelerinin Amerikan elitleri tarafından sahiplenildiği aynı politikaların Biden döneminde de devam ettirilmesinden anlaşılıyor.

Çin'e yönelik uygulanan kısıtlayıcı ekonomi politikasının sadece gümrük vergileriyle kalmayıp kritik teknolojilerin ihracat kontrolü ve Çin'e yatırımların kısıtlanmasını içerecek şekilde daha kapsamlı hale getirilmesi planları, Trump'ın ulusal güvenlik ve ekonomi yönetimi ekibi tarafından yüksek sesle dile getirilmeye devam ediyor. Yapılan yorumlarda Trump'ın ilk döneminde Çin'e yönelik politika belirlenirken yaşanan "içsel çekişme"nin tekrar yaşanmasının düşük bir ihtimal olduğu vurgulanırken özellikle ekonomi politika yapım sürecinde etkili olan "küreselleşmeci"lerin Trump'ın yeni döneminde kendilerine yer bulmalarının zorluğuna işaret ediliyor.

Çin'le "stratejik ayrışma"nın derinleştirilmesinin ABD'nin ulusal çıkarlarını koruması için gerekli olduğu görüşünü savunan Trump'ın şahinleşen güvenlik ekibinde yer alan Robert O'Brien ve Bob Lighthizer gibi isimler, Trump'ın ilk döneminden farklı olarak Çin'e karşı uluslararası koalisyonun güçlendirileceğini belirtiyor. O'Brien'ın, Trump'ın varoluş sebebini "neoliberal uluslararasıcılık ve küreselciliğin eksiklikleri ve başarısızlıklarına karşı bir tepki" olarak tanımlaması, uluslararası düzeyde bir yandan yeni bir yaklaşım geliştirilmek istendiğini ortaya koyarken diğer yandan Trump'ın yeni döneminde dış politikada yüzleşmek zorunda olduğu en temel soruna da işaret ediyor.

O sorun da şu: İster Biden ister Trump yeniden seçilsin ABD'nin artan globalleşme karşıtlığı ve ekonomik korumacılığının Global Güney ülkeleri arasında farklı arayışları güçlendirdiği bir gerçek. 2008 finansal krizi sonrası ABD, Çin'le var olan işbirliğini kapsamlı jeopolitik pazarlığa dönüştürme arayışındayken Çin, akıllıca kendi geliştirdiği projelerle dışa açılarak global yükselişe geçti. Şimdiyse ABD, giderek iç sorunlarına yöneliyor. Bu durumda gelişmekte olan ülkelerin daha rekabetçi bir şekilde globalleşmeyi desteklemekten başka herhangi bir şansları olabilir mi?

Trump'ın dış politikada planı ne?

Trump'ın ABD'nin temel çıkarlarının Amerikan ülkesel koşullarının iyileştirilmesinden geçtiği yönündeki "içe dönük" yaklaşımı, ekonomik öncelikleri sürdürmenin dış politikada güvenlik odaklı yeni yapısal ayarlamalarla mümkün olacağı şeklinde özetlenebilecek yeni bir aşamaya geçiyor.

Ancak Trump'ın ilk döneminde görülen Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP)'ndan çekilmek gibi radikal sayılabilecek kararlarına benzer bazı beklenmedik güvenlik kararlarına imza atabileceğini belirtmek gerekir. Trump'ın geçmişteki bu eyleminin aslında Çin açısından hem Doğu Asya ülkeleriyle hem de Avrupa'yla ekonomik alanda daha olumlu ilişkiler geliştirme fırsatı yarattığını hatırlamakta fayda var.

Ne var ki; Trump'ın yeni döneminde tam tersine özellikle Asya-Pasifik'te daha sert güvenlik odaklı politikalar izleme ihtimali gündemde.

Ulusal güvenlik danışmanı Robert O'Brien'ın Foreign Affairs'de yayınlanan yazısı, ABD'nin dünya nezdinde giderek zayıflayan askeri ve ekonomik caydırıcılığının yeniden geri kazandırılması için "güç yoluyla barış" stratejisine dayalı barış inşası vizyonuna odaklanılacağını belirtiyor.

Çin karşısında ABD'nin gerileyen askeri ve diplomatik gücünün onarılmasının ancak realist güvenlik anlayışının benimsenmesiyle mümkün olacağına atıfla savunma ve güvenlik alanında yapısal yeniden ayarlamaların kaçınılmazlığına işaret ediyor. Bu noktada O'Brien ABD'nin dış politika önceliklerinin Japonya, İsrail ve sonrasında Arap devletleri olduğunu vurguluyor.

Bu genel yaklaşım çerçevesinde Japonya'nın yeniden silahlandırılmasının Trump'ın önünde duran ciddi seçeneklerden biri olduğu düşünülebilir. Bu konunun tartışma olmaktan çıkıp, ABD'nin resmi politikası haline dönüşmesi ihtimali, Asya-Pasifik ve geniş Avrasya bölgesindeki dengeleri derinden sarsacak bir etki yaratabilir. Esasen Trump'la güvenlik alanında yürütülen olumlu müzakerelerin etkisiyle Shinzo Abe döneminde anayasadaki 9. Maddenin yeniden yorumlanarak "kollektif savunma"ya izin veren bir yaklaşımın benimsenmesi, Japonya'nın yeniden silahlanmasına kapı aralamıştı. 2022'de Japonya'nın yeni Ulusal Savunma ve Güvenlik Stratejisi'nde yapılan değişikliklerle savunma harcamalarının artırılması ve bölgesel tehditlere karşı balistik füze yeteneklerinin geliştirilmesi konusunda önemli adımlar atıldı. Son yıllarda Japonya'nın savunma harcamalarında yüzde 50'nin üzerinde artış yaşanırken yeni planlamalara göre 2027 yılında dünyanın 3. en büyük savunma bütçesine sahip ülkesi olması bekleniyor.

Trump'ın ilk döneminden bugüne Japonya'da yaşanan liderlik değişimi, Japonya'nın yeniden normalleşmesinin önünde var olan siyasal ve bürokratik engellerin görece hafifletilmesini sağladı. Trump'ın Asya-Pasifik ülkelerinin kendi savunma ve güvenliklerini temin etmede daha aktif rol üstlenmelerini teşvik edeceği sinyallerini vermesi, Kishida Hükümeti'nin anayasal değişiklik de dahil olmak üzere gerekli düzenlemeleri yaparak askeri savunma ve güvenlik alanında özerkliğini yeniden kazanmaya daha istekli bir şekilde yönelebileceği anlamına geliyor. Yakın zamanda, Haziran 2023'te, Japon parlamentosunun Japonya'nın ulusal savunma sanayisindeki zayıflıkları güçlendirmek ve tedarik zincirlerindeki problemleri çözmek için kabul ettiği yeni yasa, Savunma Bakanlığı tarafından yeni politika olarak uygulamaya konuldu bile.

Trump'ın ilk döneminde Kuzey Kore'yle işbirliğine yönelerek Asya-Pasifik ülkelerine güvenlik alanında teminat veren yaklaşımının Rusya'nın Asya-Pasifik yönelimiyle beraber değişeceği neredeyse kesin gibi. Rusya'nın Kuzey Kore'yle yeni bir savunma ve güvenlik anlaşması imzalaması, Trump'ın yeni dönemde planladığı anlaşılan Japonya odaklı Asya-Pasifik güvenlik politikasının uygulanmasını kolaylaştıracak bir gelişme oldu.

Trump'ın Ortadoğu'da ise Körfez ülkelerinin Çin'le gelişen ilişkilerini mümkün olduğunca sınırlandırmaya yönelik bir yaklaşımı benimseyeceği beklenebilir. Öncelikle Suudi Arabistan'la savunma alanında yürütülen müzakerelerin tamamlanmasıyla İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasının sağlanması en önemli amaçlardan biri. Fakat on yıllardır sarf edilen onca çabaya rağmen resmi bir ittifak anlaşmasına bir türlü ulaşılamamışken Ortadoğu'da son yaşananlardan sonra umutlu olmak için geçerli bir neden var mı? Ayrıca, BAE başta olmak üzere Körfez ülkelerinin Çin'e yönelik giderek artan pozitif tutumunun nasıl dönüştürüleceği belirsizliğini koruyor. Özellikle Trump'ın İsrail'in güvenliğini önceleyerek İran'ın çevrelenmesi ve maksimum baskı politikasının sürdürülmesini esas alan yaklaşımının değişmeyeceği düşünülürse, Ortadoğu'da ABD'ye yönelik yükselen güvensizliğin nasıl aşılacağı en azından belirsiz. O'Brien'ın yazısında vurguladığı ABD'nin "yüksek askeri harcamalarına neden olan Washington'un geçmişteki ulusal güvenlik bürokrasisinin 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra çok az zafer kazanırken, Irak, Libya ve Suriye gibi yerlerde çok sayıda kayda değer başarısızlık yaşadığı" tespitine rağmen Ortadoğu politikasında ihtiyaç duyulan esaslı değişim beklentisini karşılayacak yeni bir mesaj veremiyor.

Bu noktada Trump'ın yeni dönemde izleyeceği dış politikanın karşılaşacağı en temel sorun Global Güney ülkelerinin siyasal desteğinin nasıl kazanılacağı. Yeni planda bu konunun tamamen görmezden gelindiği ve hatta geniş Avrasya bağlamında ABD'den mevcut kopuşu hızlandırabilecek bir tutumun devam ettirileceği gibi bir eğilim var. Oysa Çin'in Global Güney'le hızla gelişen ilişkileri karşısında stratejik karar vericilerin belki de üzerinde en çok durmaları gereken mesele ortaklıkların tersine dönüşü sürecinin nasıl durdurulacağı olmalı.

Öte yandan Trump'ın Biden'ın aksine Rusya'yla daha dengeli bir ilişki çerçevesi geliştirmeye istekli olduğunu varsaymak mümkün. Putin'in Asya-Pasifik yöneliminin Çin'in dengelenmesinde bir araç olarak kullanılması ve Ukrayna Savaşı'nın asgari uzlaşı zemininde "dondurulması", Trump'ın Rusya politikasının ana eksenini oluşturacak gibi. Trump ve ekibinin yaşananların Avrupa ülkelerinin Ukrayna Savaşı'na hazırlıksız olduklarını gösterdiğini vurgulaması, diğer pek çok hususla beraber aslında Rusya'yla daha geniş bir savaşın ne denli maliyetli olacağı gerçeğinin altını çiziyor.

Son gelişmelerle beraber Çin'in Avrupa'daki ekonomik çıkarlarının korunması açısından "hayati" hale gelen Batı bölgelerinin bağlantısallığı (özellikle Xinjiang ve Tibet üzerinden) meselesi, Çin'in Afganistan-Pakistan politikasında Avrasya'nın güvenlik ve istikrarını güçlendirecek hızlı adımlar atılmasını gerektiriyor. Fakat Trump'ın yeni dönemde izlemesi muhtemel görünen Rusya politikası, Çin'in bu gerekli hızlı adımları atmasını yavaşlatabilecek bir mahiyete bürünebilir.

Kısacası; Trump, Biden döneminde güvenlik alanında giderek kaybedilen caydırıcılığın yeniden kazandırılmasını vaat ediyor. İlk döneminde benimsediği pratik uygulamalar daha realist bir vizyonla desteklenerek askeri güvenlik alanındaki gerilemenin tersine döndürülmesi amaçlanıyor. Trump, eğer yeniden seçilirse, Çin'e karşı ekonomi alanında başlattığı mücadeleyi güvenlik alanında sürdürmek niyetinde.

[email protected]