Afganistan sonrası Suriye'de yeni denklem
ABONE OL

İçinde bulunduğumuz yılın son aylarında Suriye'de siyasi ve askeri hareketlilikte yeniden artış yaşanmaya başlandı. ABD, demokratikleşme ve küresel terörle mücadele sloganıyla yürüttüğü dış politik hedeflerine ne Afganistan'da ne de Ortadoğu'da nihai olarak ulaşmış ve bunun sonucunda Afganistan'dan çekilme kararı almıştır. Yirmi yıl süren Afgan savaşının ardından Britanya ve Sovyet imparatorluğu gibi Amerikan imparatorluğu da burada kaybetmiştir. Peki, ABD'nin 2001 yılı sonrası yürüttüğü dış politikası 20 yılın arkasından Afganistan'da başarısızlığa uğradığı için son mu bulacak? Tabii ki hayır. Bu başarısızlığın nedenleri üzerinden yeni bir strateji mutlaka yapılacaktır. ABD'nin Afganistan'da ve Suriye'de başarısız olmasında en önemli rolü Rusya, Çin, İran gibi ülkelerin karşı duruşu ve Türkiye gibi NATO üyesi bir müttefik ülkenin kendi sınırlarına dayanan Amerikan yayılmacılığına karşı bu karşı duruşa alan savunması yaparak destek vermesidir. Başka bir deyişle, bu alan savunması ve işbirliği 11 Eylül 2001 ile startı verilen Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde geliştirilen Amerikan stratejik hedeflerinin gerçekleştirilmesine engel olmuştur. Amerikan dış politikası Türkiye'den beklediği ve umduğu desteği alamamıştır. Buna bağlı olarak Türkiye'de öncelikle Amerikan dış politikasıyla uyumlu bir rejim, Kuzey Irak'ı, Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz'e bağlayan bir koridor kurmak gibi hedeflerine bu strateji nedeniyle ulaşamamıştır.

Orta Asya'ya yerleşme planı

Bu stratejilerin amacına ulaşabilmesi için Suriye'de Esad rejiminin son bulması önemliydi. Ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'de bahsi geçen hedefleri gerçekleştirememesine bağlı olarak Afganistan'da kalması da anlamsızlaştırmıştır. Afganistan'ı bir sıçrama taşı olarak gören ABD; Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin hepsinin ortasına yani Orta Asya'ya yerleşme ve bölgede sürdürülebilir bir varlık gösterme çabası içerisine girmiştir. Ancak bu amacına da ulaşamamıştır. Buna bağlı olarak Amerikan dış politikası hem Afganistan'da olma amacını hem de Suriye'de yapamadıklarını başarmak için konsantrasyonunu yeniden Suriye'ye çeviriyor. Bu durum da yine Washington'un bölgede izlediği Türkiye karşıtı dış politikayı güçlendirecektir. Bu noktada zaten Başkan Biden'ın gelişiyle 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırısıyla başlayan ve Obama döneminde devam eden ABD dış politikasının olduğu gibi devam edeceği henüz Biden koltuğa oturmadan bilinen bir gerçekti. 3 Kasım ABD başkanlık seçimlerinde yaşanan gerilimin de nedeni sadece cumhuriyetçi demokrat çekişmesi değil aynı zamanda 11 Eylül olaylarıyla başlayan yayılmacı dış politikanın, devam edip etmemesiydi. Biden'ın başkanlık koltuğuna oturduğu 20 Ocak tarihinin üzerinden bir ay geçmeden 13 Şubat'ta PKK terör örgütünün Gara'da gerçekleştirdiği katliam ve Biden yönetiminin 14 Haziran'a kadar olan sessizliği saldırgan ama örtülü dış politik yaklaşımların devam edeceğini göstermesi bakımından da önemlidir. Dahası Gara katliamından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD yönetimine tavrını belli etmesi yönünde yaptığı açık çağrılar da sonuçsuz kalmış, Biden yönetimi sessizliğini bozmamıştır.

Mücadelenin başlamadığı ring

Bugün gelinen noktada ise tüm bu gelişmeler ışığında ABD dış politika yapıcıları Suriye'de yeni bir süreci başlatmak için düğmeye bastı diyebiliriz. Ancak Suriye'de fiili durum son derece karmaşık denklemlerden kurulu bir denklem içerisinde. Suriye özelinde hiçbir konuda birbiriyle anlaşamayan aktörler; Türkiye, Rusya, İran ve Amerika şu an eş zamanlı olarak mücadelenin başlamadığı bir ringde karşı karşıya duruyorlar diyebiliriz. Burada İdlib meselesi üzerinden Suriye'de Türk-Rus ilişkileri önemli bir denklem olarak karşımıza çıkıyor. Son günlerde özellikle Türkiye'nin kontörlünde olan bölgelere yönelik saldırıların artması, yine TSK'nın bölgeye yaptığı askeri yığınaklar tesadüfi gelişmeler değildir. Aslında 29 Eylül'de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin arasında Soçi'de yapılan zirve birçok konuda olumlu geçse de Suriye meselesi yeterince gündeme gelmemiştir. Kaldı ki bu zirvenin hemen öncesinde Rus hava kuvvetlerinin saldırılarını, Türkiye'nin sorumluluğundaki bölgelere yakın alanlarda artırması ve TSK'nın bölgeye askeri yığınak yapması da diplomasi öncesi verilen mesajlar olarak değerlendirilmelidir. Bu durumu Rus tarafının da Türkiye'nin kendi yaklaşımlarda kararlı olduğu şeklinde yorumlamak gerekiyor. Soçi zirvesinden 5 gün sonra Rus hava kuvvetleri İdlib yakınlarında hava harekâtına yeniden başlaması bu durumu teyit etmektedir. Bu durumu teyit eden bir diğer mesele de Rus hava kuvvetlerinin operasyonuyla eş zamanlı olarak Esad rejiminin de İdlib kırsalına ağır silahlı birliklerini yönlendirmesi olmuştur. Rusya ve Suriye'nin İdlib'de kontrolü sağlayacak adımları atmakta kararlı olduğu açıkça görülmektedir. Her iki ülkenin İdlib'de yapacağı askeri bir operasyon ise Türkiye için başta yeni göç olmak üzere birçok yeni risk yaratacaktır. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusunda da can kayıplarına yol açacaktır.

Bu denkleme etki edecek bir diğer güç olan Amerika ise Afganistan sonrası süreçte bölgede etkinliğini yukarıda değindiğimiz amaçlar çerçevesinde yeniden artırmayı amaçlıyor. Kaldı ki Dedeağaç'ta yaptığı askeri yığınaklarla zaten Türkiye'yi çevrelemeye/kuşatmaya devam ediyor, Yunanistan'ı taşeron/uydu devlet olarak bu anlamda kullanıyor. Dahası geçtiğimiz günlerde Amerika'nın tatbikat için Yunanistan'a 5 adet F-15 uçağını göndermesi burada Türkiye'nin içerisinde bulunduğu kuşatmayı güçlendirme çabası olarak yorumlanmalıdır. Ancak ABD Suriye'de rejimi 2011 yılından bu yana değiştiremediği için burada PKK-YPG terör örgütleriyle müttefik ilişkisi yürütüyor. Diğer yandan Suriye'de Esad muhalifi gruplardan hiçbirisi ABD dış politikasıyla uyumlu değil. Ancak ABD dış politikası faydacı bir yaklaşım sergiliyor. Muhalefetin her iki tarafıyla da görüşmelerini sürdürüyor. Burada Suriye Milli Ordusu bünyesinde Türkiye yanlısı Suriyelilerin bulunmasından rahatsız olan ABD, PKK/YPG terör örgütüyle daha yakın bir işbirliği içerisinde. Özellikle YPG terör örgütünün uzantısı olan Suriye Demokratik Güçleri'ni etkin bir ortak olarak görüyor. Diğer ülkelerde devrimde kullanılan radikallerin yerini Suriye'de bulunan terör örgütlerinin alması da gözden kaçmamalıdır. Suriye savaşının en başında Esad'a karşı kullanılan Suriyelilerden müteşekkil birliklerin ABD kontrolünden çıkması, Esad muhalifi gruplar arasında ABD'nin YPG/PKK terör örgütleriyle daha yakın çalışmasına neden olmuştur. Ancak bu kez yakın çalışmada düşman Esad değil Türkiye olarak tanımlanmıştır. Bu terör örgütleriyle Türkiye'ye karşı vekâlet savaşları yürütülmesi bu durumu teyit etmektedir. Türk silahlı kuvvetlerine veya bağlı unsurlara karşı yapılan bu saldırıların amacının Türkiye'yi yıpratmak ve yormak olduğu gözden kaçmamalıdır. Özellikle terör saldırıları sonucu oluşacak kayıplar ve gelecek şehit haberleriyle Türk toplumunda devlet aleyhinde kamuoyu oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu saldırıların son günlerden sıklaştığı da göz ardı edilmemelidir. Geçtiğimiz haftalarda Suriye'de varlığını sürdüren terör örgütü YPG ve sözde Suriye demokratik güçlerinin temsilcisi terör örgütü üyeleri Amerika'da bazı görüşmeler yaptı ve Biden'den destek sözü aldılar. YPG terör örgütünün sözde siyasi kolu Suriye Demokratik Konseyi Başkanı İlham Ahmed ABD'de yaptığı görüşmede ABD'li yetkililerden bunun sözünü aldıklarını açıkladı. Tam da bu görüşmelerden sonra Amerikan ordusu YPG/PKK terör örgütü üyelerine ağır silahlı eğitim vermeye başladı. Oysa bahar aylarında bahsi geçen terör örgütlerinin temsilcileri, ABD'yi kendilerini yalnız bırakmakla suçluyordu.

Hedef Türkiye'yi yıpratmak

ABD Suriye'de yarım kalan işi tamamlamak için düğmeye basmış görünüyor. Ancak öncelikli hedefi Esad'ı devirmek değil Türkiye'yi yıpratmak ve sınırlarını istikrarsızlaştırmak. Akabinde ise Kuzey Doğu Suriye'de özerk bir devlet kurma çabasında olacaktır. Bu sayede öncelikle bölgedeki varlığının meşruiyetini sağlamaya çalışacaktır. Sonrasında ise belki Rusya destekli Esad'ı devirmeyi amaçlayabilir. Böyle bir şey şu an için mümkün görünmüyor. Diğer yandan Türkiye, Biden yönetiminin Esad rejimini tekrar devirmek için harekete geçebileceği düşüncesiyle ortak bir siyaset zemini arayabilir. Ancak Esad rejiminin devrilmesi şu koşullarda zaten mümkün olmadığı gibi böyle bir durumda Esad'ın yerine gelecek isim Türkiye karşıtı bir isim de olabilir. Bu durumda Türkiye, Güney sınırlarında Yunanistan benzeri yeni bir ABD uydusu devletle karşı karşıya kalabilir.

Burada Türkiye kendisi için en büyük tehdit olan terör örgütlerini ivedi bir biçimde imha etmelidir. Düzenli aralıklarla, Türkiye'nin kontrol ettiği bölgelere yapılan saldırılar nedeniyle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "artık sabrımız kalmadı" diyerek Türkiye'nin askeri insiyatif alacağını ifade etti. ABD'nin ve Rusya'nın da dikkatini Suriye'ye vermesi bölgeyi dondurulmuş bir çatışma sahası olmaktan çıkararak sıcak çatışmaların yaşandığı bir yere dönüştürebilir. Bu noktada Türkiye'de artık kendi menfaatlerini korumak için gerekli tedbirleri almaktan kaçınmayacaktır. Özellikle farklı terör örgütlerinin düzenli saldırıları sonucu TSK'nın şehit vermesi burada terör örgütlerine yönelik kapsamlı bir operasyonun yapılmasını zaruri kılıyor. Diğer yandan bu terör örgütlerini imha etmek için yapılan askeri operasyonlar onları himaye eden ülkelerle de dolaylı olarak karşı karşıya gelmek anlamına gelecektir. Ancak sonuç olarak Suriye'de istikrarı sağlayacak bir rejim olmadan Türkiye'nin güney sınırları her zaman terör tehdidiyle yaşamak zorunda kalacak. Bu nedenle Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlayacak meşru bir iktidarın oluşması bölge dışı aktörlerin ülkeyi terk etmesi için birinci şarttır. Yine Suriye'de merkezi bir otoritenin olmamasına bağlı olarak oluşan ve bölge dışı aktörlerin desteklediği terör örgütleri de ancak ve ancak bu sayede son bulacaktır.

[email protected]