Almanya'ya sürpriz şansölye mi?
ABONE OL

Bu yazı yazılırken Almanya'nın Angela Merkel sonrası yeni şansölyesi henüz seçilmedi. Fakat anketlerden yola çıkarak sonucun Olaf Scholz lehinde olduğunu öngörmek mümkün. Belki de son birkaç aya kadar Almanya'nın yeni şansölyesinin Sosyal Demokrat bir aday olacağı imkânsız görünüyordu. Zira bu yılın haziran ayında yapılan anketlerde Angela Merkel'in Partisi CDU'nun yüzde 30 civarında bir oy alacağı, Yeşiller partisinin de yüzde 20'nin üstünde oy alarak ikinci parti olacağı, Sosyal Demokratların oy oranının yüzde 15 civarında olacağı ön görülüyordu. Dahası bazıları Sosyal Demokratların bu şartlarda niçin bir şansölye adayı çıkardığı eleştirisi yapılarak adeta parti ile dalga geçiyordu. Nitekim partinin Eş Genel Başkanı Saskia Esken dahi partisinin bir şansölye adayı çıkarmasının gereksiz olduğunu bir röportajında söylemişti. Fakat son üç ayda bu durum bir hayli değişti.

Üç ayda ne değişti?

İlginç bir şekilde son anketlerde Sosyal Demokratların oyları yüzde 27 civarına yükselirken, Hristiyan Demokratların oyları yüzde 20-22 arasında gidip gelmeye başladı. Yeşillerin oylarıysa yüzde 15-17 civarına gerilemiş durumda. Seçim sonuçları eğer anketlerin gösterdiği doğrultuda çıkarsa, Almanya'nın yeni şansölyesi Olaf Scholz olacak gibi görünüyor. Elbette böylesi gelişmelerin altında bazı nedenler yatmaktadır. Anketlerin son üç ayda ters yüz olmasında Hristiyan Demokrat Parti ve Yeşillerin uyguladıkları yanlış stratejilerin payı kadar, her iki partinin şansölye adaylarının şahsi hatalarının da payının büyük olduğu açıktır. Örneğin, Hristiyan Demokrat Parti'nin adayı Armin Laschet Başbakan'ı olduğu eyalette Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier'in sel felaketi sırasında halka hitap ederken arka planda kahkaha atarak gülmesi bu hatalardan bir tanesiydi. Yine Yeşillerin şansölye adayı Annalena Bearbock'un yazdığı kitapta intihal yapması ve özgeçmişinde yanlış anlaşılmaya müsait bilgiler paylaşması da öne çıkan ciddi hatalardandı. Diğer taraftan Olaf Scholz'un son birkaç ayda seçimin favorisi haline gelmesi rakiplerinin hataları kadar, kendisinin akıllıca bir seçim stratejisi izlemesi ve hata yapmamasının payının da büyük olduğunu vurgulamak gerekir. İşte tüm yaşananlar çerçevesinde, Almanya'nın muhtemelen yeni şansölyesi olacak olan Olaf Scholz'un hem şahsını hem de stratejisini mercek altına almak faydalı olacaktır.

Fakat onun şahsını/stratejisini mercek altına almadan önce Scholz'un anketlerdeki başarısının nedenini, rakiplerinin yaptığı hatalar veya onun uyguladığı başarılı stratejiler olarak göstermek kanaatime göre fazla iddialıdır. Zira bana göre Alman toplumunun toplumsal yapısı ve tarihsel tecrübeleri onun başarısında önemli bir rol oynamaktadır. Bilindiği gibi Almanya 20. yüzyılda iki dünya savaşı yaşamış ve birbirine kendi içinde zıt olarak görülebilecek üç ideolojik/ekonomik sistemin (faşizm, Doğu Almanya'da komünizm ve kapitalizm) hâkim olduğu bir toplum yapısından gelmektedir. Böylesi çatışmacı-uzlaşıdan uzak bir tarihsel tecrübeye sahip bu toplum günümüzde belki de ilginç bir şekilde kendi içinde uzlaşmacı ve statükocu bir yapıya bürünmüştür. Nitekim Almanya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1998 yılı hariç köklü bir iktidar değişiminin yaşanmamış olması, ülkenin genelde koalisyonlarla yönetilmesi ve koalisyondaki bir koalisyon ortağının başka bir parti ile anlaşarak iktidarını sürdürmesi bu gibi şartlarda şaşırtıcı olmayabilir. Neticede Türk kamuoyuna şaşırtıcı gelebilir, ama Olaf Scholz'un Merkel'in şansölye yardımcılığı ve maliye bakanı görevi yapmış olması onun anketlerdeki başarısının altında yatan "temel etken" olabilir. Bu açıdan, devamlılığın göstergesi olduğu için, Scholz'un bu iki özelliğinin onu anketlerde favori durumuna getirmiş olma ihtimali yüksektir. Dahası Scholz'un karşısındaki adaylardan olan Yeşiller Partisi'nin adayı Annelena Bearbock'un hem çok genç hem de hiçbir hükümet tecrübesi olmaması dikkate değer bir husustur. Yine Hristiyan Demokratların adayı Armin Laschet şimdiye kadar federal düzeyde bir görev üstlenmemiştir. İdari anlamda üstlendiği en yüksek görevin eyalet başbakanlığı olduğunun da altını çizmek gerekir. İşte tam da bu bağlamda Olaf Scholz bu gerçeği bildiği için, seçim kampanyasının önemli bir ayağını Merkel'in devamı olduğunu vurgulama stratejisi üzerine oturttu. Hatta iş öyle bir noktaya vardırdı ki bir derginin kapağında Merkel'in el hareketinin aynısı yaparak poz verdi.

Scholz nasıl biri?

Bu soruyu Olaf Scholz'u şahsen tanıyan ve siyasi kariyerini yakından gözlemleyen bir olarak cevaplamaya çalışmak isterim.

Scholz'u daha önceleri ilk olarak Sosyal Demokrat Parti'nin Hamburg'un Altona ilçesinin başkanıyken tanımış olmakla birlikte onunla 1990'ların sonu 2000'lerin başında o dönem SPD'de siyaset yaptığım için şahsen tanıma imkânı buldum. Kendisiyle yaptığımız sohbetlerde genellikle okuduğumuz kitaplar üzerine konuşuyorduk. O dönem ABD'de Clinton, İngiltere'de Blair ve Almanya'da Schröder iktidara gelmişti. Sosyal demokratların iktidarlarını teorik olarak destekleyen Ulrich Beck, Antony Giddens gibi sosyologların Yeni Modernleşme, Üçüncü Yol gibi kitapları onun da benim de favorilerim arasındaydı. O dönem yaptığımız sohbetlerde zihni açık ve çok okuyan biri olduğu dikkatten kaçmıyordu. Yaptığımız sohbetlerde özellikle Alman toplumunun göç ile geçirdiği değişim sürecini çok iyi kavradığını fark ettim. Almanya'nın bir göçmen toplumu olduğu gerçeğinin farkında olan ve bunu kamuoyunda o zamanlarda ilk kez dile getiren politikacılardan biriydi. Hatta bu minvalde Türklerin Almanya'da siyasete ilgisini artırmak ve Almanya'daki siyasetçilerin Türklerin (ve tabi diğer göçmenlerin) sorunları konusunda bilinçlendirmek için Scholz ile Hamburg'daki SPD bünyesinde başkanlığını benim üstlendiğim Türk-Alman Forumu'nu kurduk ve benim aktif olduğum yıllarda bu konuda Scholz'un desteğini sürekli güçlü manada gördük.

Scholz, 2002 yılında, SPD Genel Başkanı olan Şansölye Gerhard Schröder tarafından partinin genel sekreterliğine getirildi. Bu dönemde Schröder, "Agenda 2020" başlıklı bir reform paketi uygulamaya başladı. Ekonominin krizde olduğu ve işsizlik oranın arttığı bir dönemde Almanya'nın sosyal devlet yapısının reformunu hedefleyen bu reformlar daha sonra da görüldüğü gibi Alman devletinin "sosyal harcamalarında" yapısal kısıtlamalara gidiyordu. Neticede bu kısıtlamalar toplumda büyük tepkiye neden oldu. Hatta bu kısıtlamalara tepki olarak SPD'nin solunda yeni bir parti kuruldu ve SPD'nin klasik tabanı ciddi bir şekilde erozyona uğradı. Scholz bir müddet sonra partinin oy oranındaki erime genel sekreter olarak kendisine mal edildiği için SPD genel sekreterliğinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu süreçten sonra SPD'nin oy oranı gittikçe erimeye başladı. Yüzde 40'lar civarında oy olan partinin oy oranı 2017 seçimlerinde yüzde 20'ye düşmüştü. Scholz'un siyasi kariyeri partideki bu oy erozyona rağmen devam etti. 2007 yılında Merkel kabinesinde çalışma bakanı oldu ve o dönemdeki global çaplı ekonomik krizde işsizliği önlemek amacı ile elediği tedbirler ile kamuoyunda göz doldurdu. Daha sonra yüksek bir oy oranı ile Hamburg Eyalet Başbakanı seçildi ve 2017'den itibaren de Almanya'nın şansölye yardımcısı ve maliye bakanlığı görevini sürdürmektedir.

Scholz'un seçim kampanyası mercek altına alındığında SPD'nin oy kaybına neden olan sebepleri iyi kavramış gözükmektedir. Seçim kampanyasının ana sloganı "saygı" (Respekt) şeklindedir. Bunun pratikteki tasavvuru çalışana, toplumsal azınlıklara ve herkese saygı olarak vuku bulmaktadır. Başka bir ifadeyle Scholz herkesin hak ettiğini alması için "saygı" hususunu "toplumsal ölçekte" öne çıkarmaktadır. Scholz'un "saygı" hususunu öne çıkarmasında onun son yıllarda Batı toplumlarındaki dönüşümü anlamak adına yaptığı bazı okumaların etkisinin olduğu da bilinmektedir. Bu meyanda J.D. Vance'in Hillbilly Elegy, Michael Sandel'in The Tyranny of Merit ve Andreas Reckwitz'in Die Gesellschaft der Singularitäten okuduğu kitaplardan bazılarıdır. Bu kitapların da son yıllarda Batı toplumlarındaki toplumu bir arada tutan temellerin nasıl erozyona uğradığı, bu erozyon sonucu bu toplumlarda "kaybeden kesimlerin" sayısının hızlı bir şekilde arttığını ve bu kaybedenlerin de herhangi bir iyileşme yönünde bir ümide sahip olmadığını vurgulamak gerekir.

Sonuçta Scholz'un yürüttüğü SPD seçim kampanyasının nihai amacının periferide olanların ve/veya ümidi kaybedenleri merkeze gelmesini sağlamak şeklinde olduğunu ve tarihsel anlamda da 2000'lere kadar bu misyonunu yerine getirmiş SPD'yi yeni dönemde ümit vaat eden bir parti haline getirmeyi amaçladığını öne sürebiliriz.

[email protected]