AP seçimleri ertesinde Avrupa'nın güvenlik endişeleri
ABONE OL

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney/ Milli İstihbarat Akademisi

Beş yılda bir yapılan Avrupa Parlamento (AP) seçimleri 6-9 Haziran 2024 tarihinde yapıldı. Sonuçlar çok tartışmalara neden oldu ama aslında AP seçim sonuçlarında ciddi bir sürpriz yaşanmadı. Yeşiller ve sol partilerin ciddi oy kaybına karşın parlamentodaki çoğunluk gene sağ-sol merkez ve liberal partilerde kaldı. Aşırı sağın parlamentodaki yükselişi ise 2019 seçim sonuçlarından itibaren ulusal ve Birlik düzeyindeki her seçimde bir beklentiydi. Aşırı sağ partilerin 2024 seçiminde ciddi bir çıkış yapmasının sebepleri de çok büyük analizler yapmadan bile tahmin edilebilir nedenler: Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ekonomik ve askeri maliyeti, enflasyon artışının özellikle son yıllarda kontrolden çıkması, enerji konusunda yaşanan zorluklar, göçmenler ve sığınmacılar konusunda hükümetlerin etkisiz kalması ve askeri konularda mevcut liderlerin ABD'ye bağımlılığının devam etmesi. Tüm bu sebepler birleşip sıradan Avrupalıyı memnuniyetsiz hale getirdiğinde, merkezin belli bir oranda oy kaybetmesine ve oluşan boşluğun aşırı sağın yükselmesi ile dolmasına sebep oldu.

AP Seçimleri "siyasi kriz" dedi

Mevcut yönetimlerden duyulan memnuniyetsizlik seçim öncesinde kamuoyu araştırmalarına yansıyordu, seçim bu araştırmaları onaylamış oldu. Buna göre Avrupa'nın merkez ülkelerinde halk, Avrupalı liderlerin (Macron ve Scholz gibi) savaş yanlısı tutumunu onaylamıyor. Avrupa'nın Rusya politikasının çöküşünün yarattığı ekonomik ve sosyal maliyetin faturası ise, alakalı-alakasız göçmenlere kesilmiş görünüyor. Halk, merkezin göçmen krizini de iyi yönetemediğini düşünüyor. Ancak tüm bu beklentilere rağmen kitleler ve hükümetler kendilerini yaşanacaklara tam olarak hazırlayamamışlar. Sonuçlar AB'nin lokomotif ülkeleri olarak bilinen Almanya ve Fransa başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde siyasi krize yol açtı. Le Pen'in partisinin AP seçimlerinden birinci parti olarak çıkması üzerine Fransa'da Macron Ulusal Meclis'i fesh etmek ve yeni yapılacak seçimlerin önünü açmak zorunda kaldı. Almanya'da da siyasi sahnede Fransa'dakine benzer bir sarsıntı yaşanmakta. Almanya için Alternatif (AfD) partisi AP seçimlerinde oylarını yüzde 5,5 artırarak seçim sonucunda ikinci sıraya oturdu. Aşırı ya da Popülist Sağ olarak nitelendirilen eğilimlerin aldığı oy oranı küçümsenecek gibi değil. Eğer bu eğilimler, kendi içlerinde bölünmese, birleşse ve Parlamento'da aşırı sağ tek bir grup oluşturabilmiş olsaydı, o vakit AP'deki ikinci büyük güç olacaktı.

Aşırı/Popülist sağın kendi içindeki rekabet ve anlaşmazlıklar böyle bir senaryoyu henüz imkanlı kılmamakta. Buna rağmen, Parlamento'da aşırı sağ milletvekillerinin toplam sayısının oldukça artmış olması gelecekte, AB politikalarında aşırı sağcı gündemin daha kuvvetli bir şekilde gündeme gelmesine neden olabilir. Dolayısıyla, gelecek beş sene içinde Avrupa'nın göçmen meselesi ve enerji konusu hariç diğer alanlarda küresel meydan okumaların da etkisiyle- özellikle sert güvenlik alanında- AB'nin Avrupa stratejik özerkliğinin altını hızla doldurmak isteyeceğini söyleyebiliriz. Ancak bu noktada, AB'nin halihazırda otonom bir güç olmak için yeterli askeri imkân ve kabiliyetinin olmadığı da bir gerçek, dolayısıyla bu zorluğu aşması için Avrupalıların ciddi gayret ve irade göstermesi gerekecektir. Gayret ve irade, zorluk ve masraf demek. Zorluklar ve ekonomik sıkıntının da popülist yönelimleri ve siyasi krizleri Avrupa'da güçlendirdiğini görüyoruz. Avrupa fasit bir daireye girmiş olabilir mi? Bu sorunun cevabını vermek için Ukrayna Savaşı sonrası 2024 senesinde Avrupa'nın algıladığı somut güvenlik tehditleri karşısında ne durumda olduğunun kısa bir analizini yapmak faydalı olacak.

NATO güçlü ise Avrupa'nın başı niye dertte?

2022 yılında Ukrayna Savaşı'nın Avrupa'nın kalbinde patlak vermesi, başta NATO olmak üzere Avrupa'nın tehdit algısını radikal bir biçimde değiştirmiştir. Aslında, Moskova'nın Ukrayna saldırısı Batı için biraz gecikmiş bir uyandırma çağrısı idi. Zira, Rusya çoktandır iddialı bir dış politika sürdürmekte ne kadar kararlı olduğunun ip uçlarını veriyordu, 2008 yılında Gürcistan'a müdahale etmiş, ardından da 2014 yılında Kırım'ı ilhak etmişti. Böylelikle de Avrupalı bazı ülkeler ve NATO'nun benimsediği "Önce Rusya" (Russia First) stratejisinin Rusya'nın davranışlarını ve aklını değiştirmek konusunda bir işe yaramadığı ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla bugün kötü bir senaryoda Rusya'yı yatıştırma stratejisine dönmek ve bundan medet ummak pek mümkün değil.

Moskova'nın Kırım'ı ilhak etmesi akabinde, NATO "Önce Rusya" (Russia First) stratejisini terk ederek artık yeni bir güvenlik stratejisi geliştirmeye karar verdi. İttifak çeşitli NATO zirveleri ertesinde yayınladığı belgelerle bu yeni tutumunu netleştirdi. Bu bağlamda, İttifak özellikle sahada doğudaki müttefiklerinin Rusya karşısındaki kırılganlıklarını telafi etmeye çalıştı. Bunun için Rusya'nın olası saldırısına karşı sahaya yani Doğu Kanadına yeni askeri konuşlandırmalar yaptı. Nitekim NATO 2022 Madrid Zirvesi'nde, Geleceğe Dönüş (Back to Future) stratejisini kabul etti ve böylece ileri savunma stratejisi ile kıta Avrupası'nda baş gösteren Rus saldırganlığının (şimdilik Ukrayna özelinde görünür olan) müttefiklere yönelmesini caydırmak için çeşitli tedbirler aldı. Bu yaz Washington'da toplanacak 75. NATO Zirvesinde de İttifak'ın kolektif savunmasını kuvvetlendirmek için yeni kararlar alması beklenmekte.

Soğuk Savaş sonrası dönemde, NATO'nun konvansiyonel silah kapasitesi Rusya Federasyonu'nun sahip olduğu ile karşılaştırıldığında, İttifak'ın çok daha ileri durumda olduğu görülür- bu oran şu anda 3/1'dir. Nükleer silahlar alanında ise, İttifak'ın Moskova'nın nükleer potansiyeli ile boy ölçüşür durumda olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, Ukrayna'da devam eden savaşta özellikle Ukrayna silahlı kuvvetlerinin Bahar saldırısından sonra başarısız olması- ve tabii Rusya'nın Ukrayna sahasındaki son zamanlarda kaydetmiş olduğu ilerlemeler sebebiyle- Avrupa'da bu savaşın sonunun nasıl biteceği ile ilgili olarak bazı temel güvenlik endişeleri ve şüpheleri oluşmuştur. Buna ek olarak, Rusya Devlet Başkanı Putin'in birkaç kez taktik nükleer silahları kullanma tehdidinde bulunmuş olması Batı'da saldırgan olarak algılanan bu yeni Rus tehdidini daha da karmaşık hale getirmiştir. Trump'ın önümüzdeki Sonbaharda ABD'de yapılacak başkanlık seçimlerini kazanma ihtimali Washington'un Asya'ya dönüş (Asia pivot) politikası ile birlikte okunduğunda, Avrupalıları daha da endişelendiriyor çünkü ABD'nin Avrupa kıtasındaki gücünü azaltma ihtimali, Trump'ın seçim kampanyasında söylediği gibi birilerini (NATO'ya yeterince katkıda bulunmayan birilerini) Rusların insafına terk etme olasılığı ciddiyet kazanıyor.

Bu ortamda, Ukrayna Savaşı'nın da etkisiyle Avrupalıların Amerikan yaygınlaştırılmış caydırıcılığını (US extended deterrence) sorgulaması kaçınılmaz olmuştur. Avrupalıların karşı karşıya kaldığı soru çok net: Olası bir Avrupa-Rusya savaşı patlak verirse ve ABD desteği olmaz ise AB kendini savunabilir mi, olası bir Rus saldırganlığını caydırabilir mi? İngiltere ve Fransa'nın sahip olduğu nükleer silah kapasitesine rağmen bu soruya evet cevabı vermek mümkün görünmüyor. İşte bu nedenle Avrupa için sözün bittiği yerdeyiz.

Ukrayna Savaşı: Üç senaryo

Sözün bittiği yerdeyiz ve kapıda canlı-kanlı bir savaş devam etmekte. Bugün Ukrayna'daki savaşın sonunda olası üç senaryodan birisinin gerçekleşmesi beklenmekte. İlk ve olumlu senaryoda, Kiev hükümetinin Rusya karşısında Ukrayna işgaline karşı sürdürdüğü savaşı kazanması ve böylece işgal edilen toprakları Moskova'dan geri alması beklenmekte. İkinci senaryoya göre - ki bu Batılılar ve Avrupalılar için en kötü senaryo, yaklaşık üç senedir süregelen Ukrayna Savaşı'nın galibinin Rusya olması olası. Tabii, Moskova yönetiminin Ukrayna'ya karşı verdiği savaşı kazanmasının yansımalarının sadece bölgeyle sınırlı kalmayıp küresel boyutta da seyretmesi beklenmemektedir. Örneğin, Çin, Taiwan meselesi nedeniyle Ukrayna Savaşı'nı dikkatle takip etmekte. Son senaryoda ise, Ukrayna'daki savaş, Ukrayna ve Rusya taraflarının birbirini yenemediği bir çıkmazla-sahadaki durgunlukla-sonlanacaktır. Şu an sahadaki durum bu son senaryonun gerçekleşme ihtimalini güçlendiriyor ve ne yazık ki bu senaryo Avrupalılar için kötü senaryo kadar kötü.

Ukrayna Savaşı böylesi bir çıkmazla sona ererse, Avrupa'nın kalbinde gelecekte her an alevlenebilecek yeni bir donmuş çatışmanın tohumları atılmış olacak. Elbette böyle bir olasılık, Avrupalılara yeniden canlanan bir Rus tehdidiyle her an yüzleşmeye hazır olup olmadıkları sorusunu sorduruyor. Bu soru sorulduğunda sözün bittiği yerde olduğumuzu söyledik. Ama geleceğe yönelik hazırlanmak ve sözü bitirmeden uzatmak mümkün. Avrupalılar, bu noktada konuşmak dışında neredeler? Aslında, bu sorunun cevabı, Avrupalıların stratejik özerkliğini sahada geliştirme iradesiyle doğrudan ilişkilidir. Yani, Birliğin ABD 'siz doğrudan savaş alanında askeri eylemleri tek başına gerçekleştirip gerçekleştirmeme haliyle ile alakalıdır. Bilindiği gibi, AB stratejik pusulasıyla 2030 yılına kadar kendi güvenlik ve savunmasını güçlendirerek stratejik özerklik kazanmak istediği yönündeki iradesini açıklamıştı. Aslında, çok yakın bir zamanda Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Layen Financial Times'a verdiği bir demeçte, "Avrupa şu anda daha zorlu bir dünyayla karşı karşıya bu nedenle daha fazla ve daha iyi ve tabii Avrupa menşeli bir harcamayı ummalı" demişti. Biz aslında Avrupalıların istemeye istemeye kesenin ağzını açtığını da görüyoruz. Ukrayna Savaşı'nı kazanmaya yetmediyse bile Ukrayna Savaşı'na para ve emek akıtıldı.

Ancak Sven Biscop, 'Avrupa Savunması: Henüz Zeitenwende Yok ('European Defense and No Zeitewende Yet') başlıklı makalesinde, AB üye devletlerinin Ukrayna'yı askeri olarak desteklemek için eşi görülmemiş bir şekilde kolektif adımlar atmış olmasına rağmen, bu durumun henüz AB örgütü içinde büyük çok uluslu askeri birliklere/oluşumlara dönüşmediğini yazıyor. Bu bağlamda, NATO'nun yeni kuvvet modelinin bu amaç için iyi bir teşvik olabileceğinden bahsediyor, Biscop. Bilen bilir, Biscop, kariyerini Avrupa'nın kolektif savunmasına harcamış bir akademisyendir. Ve kendisi için üzücü 20-30 yıl bu konuda yazmasına rağmen hala somut bir şey yok ortada.

Avrupalılar neden hazır olmakta zorlanıyor?

Steven M. Walt , Foreign Policy'deki yazısında Avrupalıların olası bir Rus saldırısına NATO dışında hazır olmakta neden bu kadar zorlandığını kaleme almış

Stephen Walt'a göre, Avrupalıların olası bir Rus-Avrupa savaşına hazır olmaları konusundaki en büyük engel NATO/ABD yaygınlaştırılmış caydırıcılığının güvenilirliği/etkinliği konusunda ne düşündükleriyle doğrudan ilgilidir. Eğer, Avrupa başkentleri ABD'nin NATO çatısı altında verdiği Amerikan nükleer garantisinin Avrupa'nın caydırıcılığını garanti etmede yeterli olacağına inanıyorlarsa, o vakit ek olarak konvansiyonel silahlar geliştirmek veya bu silahları temin etmek ihtiyaçları yoktur. Ama, eğer Avrupalılar NATO/ABD nükleer caydırıcılığının bu konuda yeterli olmadığına inanılıyorlarsa, o zaman Avrupalıların konvansiyonel silah tedarikinde ciddi olarak çaba sarf etmeleri gerekir. Bu konuda soru işareti Avrupalıların kafasında oluşuyorsa mesele kapasite meselesi değil, herkes NATO'nun güçlü olduğunu biliyor, mesele siyasi kararlılık meselesi. NATO güçlü ama Trump, sırf cezalandırmak için bazı Avrupalıları feda edebilir. Ayrıca Çin'in konvansiyonel ve nükleer güçlenmesi bir olasılık değil gerçekken, Rusya ile ABD'nin gireceği tırmanma oyununun da belirli limitleri var. Dolayısıyla NATO güçlü olsa da Avrupalılar hazır olmalı gibi bir sonuç çıkıyor Avrupalıların önüne ama NATO'nun kapasitesine güvendikleri için de ölümüne bir baskı hissetmiyorlar.

Avrupalıların diğer büyük bir açmazı savunma sanayisi alanında bireysel yatırımlara yönelmeleri ve AB ortak savunma sanayisi oluşturma konusunda işbirliği yapmamalarıdır. Avrupalıların halihazırda silahlı kuvvetlerini ve endüstrilerini birlikte standartlaştırmak yerine, her bir Avrupa devletinin bireysel-tek başına- hareket etme eğiliminde olması, etkili bir Avrupa savunma özerkliği- ve tabii caydırıcılığının- gerçekleştirilmesi önünde önemli bir engeldir. Üçüncü olarak, yukarıda belirtilen konularla birlikte, Avrupalıların stratejik özerkliklerini sağlayabilmeleri ve verimli hale getirebilmeleri için Rusya'nın tehlikeli olduğuna inanmaları, Rus tehlikesinin caydırılması konusunda gerekli adımların atılmasıyla ilgili toplumu inandırmaları gerekiyor. Bu güvenlikleştirme demek ve güvenlikleştirmenin bedeli de var. Güvenlik krizi hisseden ama sadece bunu hissetmeyen, ekonomik kriz, siyasi kriz filan da hisseden toplum çözümü popülist siyasette arıyor. Yukarıda bahsettiğimiz fasit daire kapanıyor.

Son olarak, Walt'a göre, ABD yönetimlerinin Avrupalıların tam özerklik kazanmasını destekleyip desteklememek konusundaki süregelen kararsız politikaları da Avrupalı siyasetçileri aptala çeviriyor. ABD Avrupalıların daha fazla savunma yükü altına girmesini, daha çok askeri kabiliyet geliştirmesini, yatırım yapmasını filan istiyor ama otonom olmasını istemiyor, kendi başına hareket etmesini istemiyor. Avrupa'nın güçlenmesini ama ABD'ye tabi olmaya devam etmesini istiyor. Avrupalıların bir anlamda sesi kesiliyor, bol konuşmaya alışan bu ülkeler kendi toplumları ve uluslararası topluma ne diyeceklerini bilemiyorlar.

Güvenlik Türkiye-AB ilişkilerinde ön plana çıkar

Üç yıldır, süregelen Ukrayna Savaşı sonuçta bir yandan Rusya Federasyonu'nun askerî açıdan bazı alanlarda yumuşak karnı olduğunu ortaya çıkarmışsa da diğer taraftan AB ve NATO'nun da olası bir Avrupa-Rusya savaşına henüz hazır olmadığını ortaya çıkarmıştır. Avrupa'nın ortasında patlak veren ve halihazırda devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı'na hazırlıksız yakalanan Avrupa başkentleri özellikle savunma ve enerji alanındaki kırılganlığını ciddi bir biçimde hissetmiştir. Bu bağlamada, Milli İstihbarat Akademisi'nin hazırladığı AP Seçimleri Raporu'nda da belirtildiği üzere, Ukrayna Savaşı gerçeğinde ciddi güvenlik endişelerine sahip AB üyesi devletlerin-NATO ile mesafeli ilişkileri savunan AP içindeki siyasi partilerin bile-AB'nin güvenlik alanındaki önemli zafiyetleri sebebiyle NATO'yu caydırıcılık konusunda/alanında öne çıkardıkları görülmektedir. Öyleyse Avrupalılar söz konusuysa pek çok ironiye hazır olun. Türkiye, Avrupa'nın dengesiz stratejilerine alışık, bu arada NATO'dan vazgeçememe hali nedeniyle yakın gelecekte Türkiye-Avrupa ilişkilerinde güvenlik boyutunun daha fazla öne çıkacağını- ki bu ilişkilerde olumlu gündemi canlı tutar- öngörebiliriz.

[email protected]

  • AB Savunma
  • Avrupa-Rusya Savaşı
  • seçim