Barolar eşit değil miydi?
ABONE OL

Avukatlar, yurttaş ile yargı kurumları arasında bağlantıyı kuran, onların hakları zayi olmasın diye çalışan kimselerdir. Kişi hak ve hürriyetleri bağlamında “cesur” avukatların, birçok oyunu bozduğunu ya okumuş ya da duymuşuzdur. Kimsenin mesleği kaldırmak gibi bir niyetinin olmadığını düşünüyorum. Mesleğin icra edilmesi noktasında kimsenin itirazı olmadığı açık… “Avukatlığa müdahale” diye son günlerde tartışılan konunun arkasında “ne olduğuna” bakmak lazım. Bunun için yapılması gereken, sayılara, oranlara bakmak olmalı. Yani hükümet gündeme getirdi diye karşı çıkmak da desteklemek de hatalıdır. Meselelere “objektif gözle” bakmak, bir çabadır. Ve bu çaba önemlidir kanaatimce. “Eleştirilerin tümü haksızdır” demek de “eleştirenler tümden haklıdır” demek de sorunu çözmüyor ve maalesef ülkemiz hemen her konuya bu biçimde bakma hastalığından kurtulamıyor. Son günlerdeki tartışma, avukatlar konusunda değil “baroların yapısı” ve “barolar birliğindeki temsil” noktasında düğümleniyor. Adalet Bakanlığınca 2014 yılında hazırlanmış bir taslağın, sosyal medya platformlarında tedavüle sokulmasından sonra, bu çalışmanın eski olduğu ve basına yansıyanların birçoğunun gerçeği yansıtmadığı açıklaması yapıldı. Bu biraz tartışmanın alevini düşürse de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun yaptığı açıklama tansiyonu yükseltti. Açıklama Sayın Başkanın aldığı “duyumlara” dayanıyordu.

Feyzioğlu ne demişti?

Başkan Feyzioğlu, bir çalışmanın olduğunu, bunun daha ziyade İstanbul, İzmir ve Ankara barosu dışında kalan “Anadolu baroları” genel adı ile adlandırılacak baroların Türkiye Barolar Birliğinde temsil ağırlığının artmasının hedeflendiğini, bir ilde birden fazla kurulması, baroya kayıt şartının kalkması konusunun da duyumlar arasında olduğunu belirtti. Feyzioğlu, alternatif baro ve kayıt zorunluluğunun kaldırılmasının kabul edilmez olduğunu, bu fikre karşı olduklarını belirtti. Alternatif baro fikrinin ciddi ve önü alınamayacak bir kamplaşma getireceğini düşündüğünü, TBB seçimlerine dair bir temsil sorunu varsa bunun “çözülebilecek bir mesele” olduğunu dile getirdi. Akabinde Türkiye Barolar Birliğinin dört yönetim kurulu üyesi “iktidarın baroların yapısını değiştirmeye çalışmasının savunmanın bağımsızlığını ve gerçek anlamda avukatlığı ortadan kaldıracağını” ifade eden bir açıklama ile kamuoyundaki tartışılan taslağa karşı çıktı (aslında “taslak” bile değil, varsayılan taslak desek daha yerine olur, sanırım). Dört yönetim kurulu üyesinin yaptığı itirazların başında, “habersiz bir çalışma yürütülmesi”, “baroların insan hakları ve hukukun üstünlüğünü tesis etmek için elinde tuttuğu bir takım yetkilerin alındığı”, “getirilmek istenen delege sayısı ve belirlenmesi yöntemi doğru değildir” konuları gelmekteydi.

Ardından, 51 baro konuya ilişkin olarak dört yönetim kurulu üyesinin getirdiği itirazlara paralel olarak ve mevzuat değişikliğinin yapılış tarzına dönük düşüncelerini dile getirdiler. Son olarak Sayın Feyzioğlu, konuya ilişkin ilgili “makamlara” sunulmak üzere hazırlanacak raporda kullanılmak üzere tüm baroların görüş bildirmesi çağrısında bulundu.

TBB Genel Kurulu

Barolar, Birlik seçimleri için kendi arasından seçtiği delegeleri, Birliğin genel kuruluna gönderirler. Böylece oluşan genel kurul, Barolar Birliğinin başkanını, yönetimini, disiplin ve denetleme kurulunu seçer. Birliğin genel kurulu için barolar avukat sayısına göre etkilidir. İstanbul, Ankara ve İzmir baroları adeta “dev” ve eski barolar üye sayılarının fazla olması sebebiyle, Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu için gönderdikleri delege sayısı da fazla oluyor haliyle… Mevcut durumda, her bir baronun iki delegesi ve baro başkanı olmak üzere üç kişi ile Birlik’te temsil ediliyor. Buna ek olarak, barolar 100 üyeye kadar bir delege, yüzden sonraki her 300 üye için birer delege seçiyor ve Türkiye Barolar Birliği genel kuruluna Barosunu temsil etmek için gönderiyor. Hal böyle olunca, Birlik seçimlerinin yapıldığı 2018 yılında yaklaşık 120 bin avukatın bulunduğu ülkemizde, en büyük 12 baronun, TBB Genel Kurulundaki ağırlığı yüzde 72 olarak ortaya çıkıyor. Yani barolar birliğinin delegelerinin yüzde 72’si bu barolardan geliyor… Türkiye’deki avukatların 52 bin kadarı, takriben yüzde 35’i İstanbul’da ve İstanbul Barosunun TBB genel kurulundaki temsili şu anda yüzde 27 civarında… Ankara, İzmir ve İstanbul Barolarının toplamının TBB genel kurulundaki oranı yüzde 42 civarında… 2000’li yıllarda 50 bin dolaylarında olan Türkiye’deki avukat sayısı son 10 yılda ikiye katlamış durumda. 2010 yılında 67 bin civarında olan avukat sayısı, 2020 yılının ikinci yarısı itibarıyla 147 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Buna göre, barolara kayıtlı 2017 yılında 100 bini geçen avukat sayısı 2018 yılı sonu itibariyle 120 bine kadar yükselmiş... 79 baroya kayıtlı avukat sayısı ortalama 22 ila 25 bin arasında artış gösteriyor... Bu sayının artması beraberinde mesleğin niteliği tartışmalarını gündeme getirdi. Çünkü Barolar Birliğinin kurulduğu 1969 tarihinde ülkedeki avukat toplam sayısının 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyor… 20 bin civarındaki avukat için belirlenen temsil baremi, 130 binlerdeki sayılar için uygulanmaya devam ediliyor ve artışlar doğal olarak büyük şehirlerde, büyük barolarda… Bir süre sonra “Barolar Birliği = İstanbul, Ankara ve İzmir Barosu’dur” diyeceğimiz bir noktaya gidiliyor...

Birlik, baro, avukat…

Pek tabii olarak, Birlik ve ifa ettiği görev kıymetlidir. Zira avukatlık işleri ile ilgili bir çok işlem, ya onay ya da itirazla Birliğin gündemine gelip, son şeklini almakta. Barolar birliği bu yönüyle, “üstü kapalı da olsa” Barolar üzerinde bir yapı ve denetim yetkisi var… Ancak asıl olan avukat ve barodur. Birliğin son dönemlere “gayet yerinde” yürüttüğü süreçte avukatların ciddi kazanım elde ettiği yadsınamaz bir gerçek. Son dönemde baroların “politik gündemi” takip etme, hatta “gündem oluşturma” yönündeki mahir(!) adımlarının mesleğe ne kattığını anlayabilmiş değilim. Meseleyi doğru görmek lazım, bu bir avukatlar birliği değil, Baroların birliğidir. Baroların birbirinden üstün olması, birinin diğerinden fazla temsil edilmesi “birlik” kavramını, “baro” mesabesine indirgemektir…

Pek tabii sadece Diyanet İşleri Başkanının verdiği hutbe ve sonrasındaki gelişmelerden bahsetmiyorum. Olay(lar)ın künhüne bakılınca “sanki her noksanını tamamlanmış”, “tüm sorunlarını çözmüş” barolarımız varmış gibi, ülkenin politik gündemine dahil olunmasının görev addedilmesine bir anlam veremiyorum. Pek tabii, herkesin politik bir duruşu ve görüşü olabilir ancak bunu “hukukun üstünlüğü” ve “insan hakları” gündemi altında servis etmek (iktidarı destekleyen ve karşı çıkan olması fark etmeksizin söylüyorum) ve bir açıklama ile meseleleri politik hesaplaşmaya taşımanın, her baro başkanı ve yönetimince üzerinde düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu bir üstü örtülü görev mi diye de düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi… Tekrar altını çizerek söyleyeyim: Baro ne muhalif, ne de destekçi olmalıdır, baro “hukuk” sahasında kalmalıdır. Bu sahada kalırsa güçlenebilir. Yoksa politik gündem malzemesi olur…

Barodaki seçim geleneği

Avukatlık yasasına göre baroların organlarında liste yöntemi geçerli değildir. Kişiler bağımsız aday olur ve seçilir ya da seçilmezler. Ancak uygulamada, hemen her grup bir liste ile çıkar. Bir listeye dahil olunarak seçim yapılır. Bu mevzuata uygun değildir. Zira, amaç şudur: Bir grup egemenliği olmasın ve kimse kendisini baskı altında hissetmesin. Böyle bir “fiili” durumu oluşturan ve böyle seçilen herkesin bir kere şu soruyu sorması gerekmez mi? : “Bu tavrım, hukukun üstünlüğünün” neresinde?

Öyle ya da böyle (eleştirdiğimiz yönleri olmakla beraber) ülkede oturmuş bir nispi temsil geleneği var. Mesela, TBMM seçimleri için klasik tartışmadır: Bu Meclis, ülkenin yüzde kaçı ile teşekkül etti? Bu oran katılım kadar, illerin çıkaracağı milletvekili sayısının belirlenmesi ile ilgili bir sorundur. Bunu tartışan bir zihnin, konu Birlik olunca “biz büyük baroyuz, ağırlığımız buna göre olmalı” demesi “nisbi temsil” konusunda “yutturmaca” yaftası takması ne kadar samimi olabilir ki?

Barolar Birliğinin teşekkülü 1969 ve bu dönemdeki baro ve avukat sayısı, şimdikinden kat be kat düşük. Avukat sayısı fazla olan baroların temsili doğal olarak çok fazla. Artan avukat sayısı ile bu durum artık fazlalıktan “ezici” boyuta ulaşmış durumda. Birlik adeta üç barodan müteşekkil dense yeridir. Diğer baroların temsilcilerinin organlara seçilmesi için iki şey gerekiyor maalesef : “Büyük baroların lütfu” ve “ideolojik yakınlık”… Bir konsensüs yapılıyor ama bu maalesef “kendi arasında”… Çokluğun getirdiği bir nimet olsa gerek (!), buna birçok oluşumda rastlamak mümkün. Ama yanlış!... Oysa barolarda temsilin niteliği ve nisabı (oranı) açısından “liyakat”, “kadın-erkek dengesi”, “temsilcisi az olan barolara öncelik” gibi konuları konuşmak durumda olmalıyız… Maalesef, gücü elinde tutan, bırakmak istemiyor. 2014 yılında hazırlanan taslak da yukarda değindiğimiz her 300 avukat için bir adet delege seçilmesini öngören sistemin yerine her bin avukat için bir adet delege sistemi öngörülüyor. Baroların tartıştığı bu konuda 2014 yılında kurumlardan bilgiler toplanmış, görüşler alınmış ancak kanunlaşmamış bir çalışma olduğu herkesin kabulü. Birlik Başkanı’nın yaptığı açıklamalara bakılırsa, düşünülen değişiklik bunlardan çok farklı değil. Yani ortada bir haber vermeme durumundan ziyade “raftan indirme” söz konusu. Bu bağlamda itirazlar da değişmemiş görülüyor. Birliğin mevcut yönetim sisteminin korunmasından ancak temsilde adaletin sağlanmasından yanayım ve baroların “birden fazla olması” görüşünün “ideolojik ayrışmayı körüklemesi” bunun da “mesleğe zarar vereceği” yönünde çekincelerim var. Bir de ek olarak (büyük çapta olanların özellikle) baroların yönetim kurullarından alınıp, içinde stajyer temsilcisinin, eski baro başkanlarının, eski başkanlık divanı üyelerinin, baronun en yaşlı ve genç üyelerin doğal üye olduğu “baro meclisleri” eliyle yönetilmesinden yanayım. Avukatların “siyasi/görüş ve duruş” oylamasını yıpratıcı ve mesleğe zarar verici olarak değerlendiriyorum. Yönetim ile baro meclisinin ortak iradesi ile yönetildiği ve baro başkanlığının bir organ olmaktan çıkarılarak, yönetim kurulunca seçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak böylece, katılımcı ve kuşatıcı barolar mümkün olacak ve yönetim erklerinde yapılan tartışmalar “farklı düşüncelere de” açık olabilecektir.

Açıklama yapan 51 baronun içinden büyük baroları çıkarırsak geriye kalan “küçük” baro başkanlarının TBB’de kendilerinin ağırlığının artacağı bir taslağa destek verip vermeyeceklerini iyi düşünmesi lazım. Bu hayati bir soru bence. Birlik yönetiminde “Anadolu” olarak nitelenen baroların ağırlığının artması, neden kötü olsun ki. Nasıl ki avukatlar eşittir ve kıdemlisi olmaz diyoruz, bir başka baro kurulması olmaz avukatlar arasında ikilik çıkarabilir diyorsak, baroların da büyüğü küçüğü olmaz, üyesi fazlası, eski kurulmuş olmaz dememiz gerekmez mi? Hele de büyük baroların buna öncelikle “evet” demesi, “demokratik kültürün” bir parçası değil midir?... Yazımızı 1969 tarihli gerekçeyle bitirelim “…”mamafih temsilci sayıları arasında nisbetsizliğe yer vermemek ve böylece adaletsizliğe sebep olmamak için büyük baroların fazladan göndereceği temsilci sayısı çok mahdut tutulmuştur…” Bu “kurucu” iradenin düşüncesidir, tüm barolar eşittir!

[email protected]