Bilim ve ahlak felsefesinin ilkeleri
ABONE OL

Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan Osmanlı devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne devreden unsurlar sadece “düyun-u umumiye” diye bilinen dış borçlar değildi elbette; büyük savaş sonrası elde kalan coğrafya, 1910’dan beri süregelen Balkan, Trablusgarp, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları sonrası yorgunluktan bitap düşmüş bir halk, o halk içinde yetişmiş ve çoğu savaşlar esnasında şehit düşmüş, pek azı yeni cumhuriyete intikal edebilmiş okumuş bir sınıf. Bu sınıfın asker, alim, aydın ya da bürokrat olmasından bağımsız olarak sahip olduğu fikirler de Osmanlı devletinin son çeyreğindeki yaygın fikirlerdi elbette. Bu okumuşlarla birlikte bu fikirlerin de kimilerinin doğrulanarak kimilerinin de yanlışlanarak cumhuriyete devrettiğini söylemek gerekir. Osmanlı’dan cumhuriyete devreden unsurlar tabii ki bunlarla sınırlı değil: Başta bazı idari kurum ve kuruluşlar olmak üzere, eğitim ve öğretim alanında faaliyet gösteren okullardan tutun da eğitim süreçlerinde kullanılan ders kitabı, araç gereç vb. unsurlara kadar cumhuriyetin kendi eski rejiminden (ancient regim), yani Osmanlı’dan tevarüs ettiği birçok unsur vardır. Sözgelimi dönemin ünlü filozofu Mehmet İzzet’in deyişiyle kuruluşunda Zühtü Paşa’dan çok emeği olan Salih Zeki’nin 5 yıl rektörlük yaptığı Darül Funun bunlardan biridir. Bilindiği üzere Darülfünun 1933 Üniversite Reformu ile yerini İstanbul Üniversitesi’ne bırakır.

İlk matematik felsefecisi

Cumhuriyetin ilanını göremeden, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarında 1921’de yaşadığı geçirdiği ruhi bunalımlar sonucu vefat eden Salih Zeki, modern anlamda Türkiye’nin ilk matematik felsefecisidir. Öğrencisi İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na göre “Darülfünun için büyük bir kuvvet, bir fikrî kıble” olan Salih Zeki, Şinasi ile Namık Kemal’in edebiyat dilinde gerçekleştirdiği devrimi bilimsel dilde yapar. Salih Zeki’nin dönemin diline getirdiği bilimsellik, yöntem ve bilim anlayışı elbette cumhuriyetin ilk yıllarında da sürecektir bir şekilde. Osmanlı düşüncesinde matematik ve doğa bilimlerini yeniden kuran kişi olarak anılan Salih Zeki’nin orta dereceli okullarda ders kitabı olarak okutulmak üzere Türkçe’ye kazandırdığı iki cilt halindeki Türkçe’de çok bilinmeyen Fransız filozof Alexis Bertrand’a ait Mebadiî-i Felsefe-i İlmiyye ve Felsefe-i Ahlakıyye (Bilim Felsefesinin ve Ahlak Felsefesinin İlkeleri) kitabının üç açıdan önemli olduğunu vurguluyor kitabı Osmanlı Felsefe Çalışmaları kapsamında günümüz Türkçesine aktaran Ebubekir Demir: Yöntembilime ve bilim anlayışına getirdiği bilimsel bakış; Comte’un düşüncelerinin, ahlak felsefesi ve siyaset felsefesini de kuşatacak bir şekilde sunulduğu ilk eser ve Tanzimat sonrasındaki pozitivist ve eleştirel pozitivist düşüncenin oluşumundaki rolü; Salih Zeki’nin külliyatında genel felsefe ile ilgili tek eser olması. 1917’de yayınlanan eser sadece felsefe tarihimiz için değil, eğitim tarihimiz bakımından da önemli. Sözgelimi ‘Bilim Felsefesi’ adını taşıyan birinci cilt, Hasan-Âli Yücel’in Mantık Dersleri kitabı başta olmak üzere cumhuriyet devrinde yazılmış birçok mantık kitabına kaynaklık teşkil eder. ‘Ahlak Felsefesi’ başlığını taşıyan ikinci cilt ise ‘vicdan bahsi’nde birçok farklı alanda temayüz eder.

Yönetici düşünce

Sözgelimi bugün bile kullandığımız ‘yönetici düşünce’, ‘buluş mantığı’ vb. bilim felsefesi disiplininin birçok kurucu deyişi literatürümüze ilk kez bu kitapla girdi. Ahlak Felsefesi cildinde tartışılan konular arasında demokrasi, monarşi ve aristokrasi tartışmalarının bulunması, Herbert Spencer’in evrimci ahlak anlayışı ile toplumsal fayda-birey ilişkisinin ele alınması; mülkiyet meselesinin Marx ve Bakunin’in görüşleri doğrultusunda incelenmesi ve hatta hayvan hakları gibi felsefe tartışmalarına yer verilmesi kayda değerdir.

@uzakkoku

Aklın kendi özü iyi midir kötü mü?

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın aklın amel defterini soruşturduğu bir kitap ‘Perde ve Mânâ.’ Elhamra Sarayı’nı ve Selimiye’yi inşa edenin de milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşları yöneten de kitlesel imha silahlarını yapanın da temelde akıl olduğunu vurgulayan Kalın kitabında “Akıl, kendi özündeki iyiliği unutup neden kötülüğe ram oluyor? Kötüyü kutsayan ve meşrulaştıran akıl nasıl bir varlıktır? Kendi tabiatına ihanet eden bir akılla nasıl mücadele edilir?” sorularını sorarak akıl, kalp, ruh, mânâ, hakikat ve varlık kavramlarıyla açılan perdeyi terennüm ediyor. Bu kavramları tuttukları yere göre konumlandırmayı ihmal etmeden aralarındaki bütünleyici ilişkiye eğilen Kalın böylelikle sorduğu sorulara verilebilecek muhtemel cevaplara da bir temel hazırlıyor.

Perde ve Mana-Akıl Üzerine Bir Tahlil, İbrahim Kalın, İnsan, 2020

Bursa’dan Üsküp’e, Venedik’ten Konya’ya

Mikrotarih anlayışı zemininde yol alan derleme kitapta Osmanlı devletinin geniş coğrafyasından ve farklı zaman dilimlerinden seçilen sıradan hayatlara yer veriliyor. Başarısız intihar teşebbüsleriyle “yaramaz ve haramzade” sayılan Deli Şaban, Bursa’nın Evciler köyünde ahaliyi canından bezdiren Divane Hamza, kocalarını öldürtüp evinin bir odasının zeminine gömdüren Konyalı Mâryem, müderris olacağım derken korsanların eline esir düşen Üsküplü Alaeddin, Venedikli simsar Nicolò Algarotti gibi şahısların irdelendiği kitapta bu kişilerle ilgili hikayelerin yeniden kurulmasında kadı sicilleri başta olmak üzere gerekli vesikalara ve kısmen de olsa hayalgücüne yaslanıldığı dikkat çekiyor. Kitaba ünlü tarihçi Suraiya Faroqhi de önemli sayılabilecek bir sunuş yazmış.

İmparatorluğun Öteki Yüzleri, der. Fırat Yaşa, KÜY, 2020