Lâmiî Çelebi'nin izinde bir başka Bursa
ABONE OL

Zaman zaman ifade ediyorum, kültürel arka planı zengin kadim şehirler farklı noktalardan değerlendirilebilir. Akademik hayatımın bir evresinde biyografi kaynaklarını toplu bir değerlendirmeye tabi tutmuş, ardından da Osmanlı şehirlerini yetiştirdikleri şair sayıları açısından tasnif etmiştim. Elde ettiğim verilerin bir kısmı beklenen sonuçlardı. Çalışmaya başlarken kafamda bir hipotez vardı ve bu doğrulanmıştı. Çünkü siyasi gelişmelerle kültürel gelişmeler arasında sağlam bir bağlantı söz konusu idi. Ne ki kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri bir süre geriden izliyordu. Bu değerlendirmenin doğal sonucu olarak İstanbul en çok şair yetiştiren yer olmalıydı, öyle de oldu. Peki sonra? Sonrası için de öngörülerim vardı. Yani eski başkentler, Bursa ve Edirne. Yine sonuç beklendiği gibi. Osmanlı biyografi kaynaklarında yaklaşık 3 bin şairin 700’den çoğu İstanbul, yaklaşık 150’şer kadarı da Bursa ve Edirne doğumlu idi.

Mukaddime ve hulasa: Bursa

Eminim bu şehirler için başka değerlendirme noktaları ele alınıp çalışmalar yapılsa orada da benzer sonuçlar elde edilecekti. Örneğin bir başkası çıkıp Osmanlı mimari birikimini değerlendirse Bursa yine gelip ikinci sıraya oturmaz mı? Ya da hatt tarihi, tasavvuf tarihi, iktisat tarihi gibi listeyi uzatsak elbette sonuç değişmeyecekti. Bursa’yı uzun uzun anlatmaya gerek yok ama şu, herkesin ittifak ettiği bir husus olmalı, kim Osmanlı uygarlığından dem vuracak olsa mukaddime elbette Bursa olacaktır. Kim bu işi özetlemek istese bu medeniyetin hulasası da Bursa’dır demek zorundadır.

Bugün Türkiye’nin dördüncü büyük şehri, yaklaşık 2 bin yıldan beri değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bölgede sahip olduğu coğrafi ve stratejik konum itibariyle birçok imparatorluk ve krallığa başkent olmuş Bursa’yı, ele almak istiyorum. İstiyorum da böylesine önemli bir tarihi geçmişe sahip çok renkli bir şehrin bütün özelliklerinden söz etmeye kalkışmayacağım tabii ki. Yetiştirdiği çok ünlü kişilerin birinden de bahis açmak niyetinde değilim. Kaldı ki Bursa’nın mikro düzeydeki bir örneği üzerinden yürünerek de uzun bir Bursa yazısı yazılabilir. Ben başka bir yol deneyeceğim, ancak erbabınca tanınan önemli bir Bursa aşığından, kendini bu şehre vakfetmiş bir farklı isimden, hatta adını Bursa ismini önüne koyarak adlandıran Bursalı Lâmiî Çelebi’den söz edip onun tanımladığı Bursa’yı sizinle paylaşacağım.

Banisi gibi mütavazı

Lâmiî Çelebi (1472-1532) Bursa’da doğdu. Aile Ortaasyalı. Dedesi Nakkaş Ali Çelebi Osmanlı’ya nakış sanatını öğreten ve Yeşil Türbenin nakışlarını yapan ünlü bir sanatkar, babası Osman, II. Bayezid’e defterdarlık yapan tanınmış bir bürokrat. Böylesine önemli bir ailenin ve o dönem dünyasının en önemli kültür merkezi Bursa’da çocukluğu ve eğitimi tamamlanan, kişiliği gelişen Lamiî, yada o zamanki adıyla Mahmud, döneminin en iyi hocaları elinde yetişti. Medrese tahsili sonrasında bir süre müderrislik yaptı. Parlak bir Osmanlı bilgin ya da bürokratı olmak için bütün donanıma sahipti. Başka pek çok iyi yetişmiş bilginler arasında da gördüğümüz gibi bir süre sonra edindiği bu akli ilimler kendisine yetmemeye başladı. Arayışları onu tasavvufa yöneltti ve kendisi de Ortaasyalı olan ünlü Nakşi şeyhi Emir Ahmet Buhari’ye (ö. 1516) bağlandı. Lâmiî Çelebi, o yıllarda özellikle Semerkant ve Buhara ile yakın ilişki içindeki Bursa ortamında başta şeyhi olmak üzere Molla Camî ve Ali Şir Nevayî’ye de büyük saygı gösterdi, onları hem kendisine rol model seçti, hem de sahip olduğu onlara ait güzellikleri Anadolu’ya taşıdı. Hayatının bundan sonraki döneminde artık şeyhinin kendisine açtığı yoldan yürümüş, bilindiği kadarıyla şeyhlik iddiasında bulunmayıp bir mürit olarak kendi adını taşıyan camiinde imamlık yaparak ve eser yazarak hayatını tamamlamıştır. Bursa, Çekirge’de Hüdavendigâr Camii yolu üzerindeki bu minicik camiyi her Bursa ziyaretimde mutlaka görmek isterim. Şimdi dev apartmanlar arasında büsbütün kaybolmuş olan bu asil yapı ile Lâmiî Çelebi arasında bu kadar mı benzerlik olur. Tıpkı banisi gibi mütevazı, mahviyetkar, sade ama güzel, küçük ama vakur bir eser.

Aslında ailenin konumu, eğitim düzeyi onu çok daha önemli mevkilere taşıyacak pozisyondaydı. Ama o çok sevdiği Bursa’dan ayrılmayarak münzevi bir hayat yaşamış ve adını yazdığı eserlerle günümüze taşımıştır. Osmanlı eğitim sisteminin mutlak çıktılarından olan Türkçe yanında Arapça, Farsça öğrenmesine muhtemelen ailenin Ortaasya ile ilişkisinin bir yansıması olan Çağatay Türkçesini de katmış ve bu dillerden çeviriler yapmıştır. O, yeni gelişmekte olan bir uygarlık için tercümenin ne demek olduğunu anlamış ve telif yerine daha çok bu vadide eserler vermiştir. Çevirileri daha çok İslam uygarlığının ikinci adım birikimini temsil eden Farsça’dan olmuştur.

Osmanlı çeviri sistemi bugünkü tercüme anlayışından biraz farklı olarak telif, tercüme arası bir anlayışa dayandığı için onun dilimize kazandırdığı örnekleri de böyle anlamak gerekir. Mesela Molla Camî’nin Nefehatü’l-üns adlı kült eserini böyle bir anlayışla Türkçe’ye kazandırmış, ardından onun başka eserlerini de sırayla tercüme ettiği için Osmanlı ülkesinin Molla Camîsi anlamında Camî-i Rum olarak anılmıştır. II.Bâyezit (1448-1512), Yavuz Sultan Selim (1470-1520), Kanunî Sultan Süleyman (1494-1566) ve II. Selim (1524-1574) dönemlerinde yaşamış olan Lâmiî Çelebi’nin entelektüel birikiminden bu padişahlar haberdardı. Nitekim yazdığı eserleri onlara sunmuş ve karşılığında bu sultanların himayesini görmüştür. Sultanlar yanında Makbul İbrahim Paşa gibi güçlü vezirler de ona ilgi göstermiştir.

Ben, onun hem Bursa hem de Kanuni Sultan Süleyman’a yönelik olarak yazdığı bir kitaptan bahsetmek istiyorum bu yazıda, Bursa Şehrengiz’inden. Türk Edebiyatında önemli şehirleri ve güzelliklerini ele alan türler şehrengizlerdir. Bu manada Bursa için de çok sayıda şehrengiz kaleme alınmıştır. Eski edebiyatımızın eserler hazinesinin bir bölümünü meydana getiren şehrengizler, 15. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanmış ve daha çok da şairlerin, doğup büyüdükleri yerlere bir vefa borcu düşüncesiyle kaleme alınmışlardır. Şehrengizlerin bir kısmı sadece bir güzeli ele alıp anlatırken, bir başka grubu onları topluca değerlendirir. Bir diğer bölümü ise konu olarak şehrin güzellerini değil güzelliklerini seçmiş ve yörenin gezilip görülecek yerlerini ele alıp işlemiştir. Lâmiî’nin Bursa’nın güzelliklerini konu ettiği şehrengizi bu sonuncu grubun en dikkate değer örneklerindendir. Lâmiî, devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Bursa’yı ziyaret edeceği haberi üzerine kendisine, bir Bursa aşığı hüviyetiyle şairce bir hediye sunmak istemiş ve Bursa’nın gezilip görülecek yerlerini anlatmak amacıyla, yörenin güzelliklerini tasvir eden bir eser kaleme almıştır. Eser, bu anlamda Bursa için bir gezi rehberi niteliğindedir. Eserde Uludağ başta olmak üzere, Kırkpınar, Monla Alanı, Sarı Alan, Ab-ı Hayat Pınarı, Sultan Yaylası, Tekür Alanı, Elma Çukuru, Kestane Çukuru, Doğlu Baba Yaylası gibi vadiler ve mesire yerleri; Şeyh Taceddin Dergahı gibi medrese ve tekkeler anlatılmıştır. Eserde ayrıca Kaplıkaya Vadisi, Çamlıca Ayazma, Musa Baba Meydanı, Gökdere Vadisi, Abdal Murad Alanı, Sarnıç Alanı gibi yerler de ayrı bölüm başlıkları halinde ele alınmıştır. Kale ve Pınarbaşı’nın tasvirleri onları izlemiştir. Lâmiî, Bursa’daki Padişah Sarayı’nı ve kenar semtleri anlatmış; Emir Sultan Külliyesi’nin tanıtımının ardından, başta Ulu Camii olmak üzere şehirdeki camilerden söz etmiş; tarih boyunca Bursa ile özdeşleşen kaplıcalara da değinmiştir. Şehrengizde, Bursa’da türbesi olan padişahlar da zikredilmiştir. Sultan Osman, Orhan Gazi, Sultan Murad, Yıldırım Bayezid, Süleyman Şah, Musa Çelebi, Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad burada yatan padişahlardır.

Kısaca söz edildiği üzere Lâmiî’nin kaleme aldığı Bursa’yı tanıtan eseri, edebiyat tarihi kadar, şehir tarihçileri ve coğrafyacıları yakından ilgilendirecek zengin malzeme içermektedir. Bu yönüyle 16. yüzyılda kaleme alınmış bir Bursa rehberi, şehrin günümüzdeki durumu açısından değerlendirildiğinde bu mekânların yazıldığı dönemden beri çoğunun aynı isimle devam ettiğini göstermektedir. Lâmiî’nin Bursa Şehrengizi şiir formunda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla eserde anlatılan mekânlar, estetik bir üslupla anlatılmıştır. İşte onlardan birkaç tadımlık örnek ve günümüzdeki karşılıkları:

Medhi Yaylakha-yı Diger

Muhassal kangı yaylagın edem yâd

Ki her bir sahnıdır bir cennet-âbâd

Safâ-yı cân-fezâ-yı dil-güşâsı

Hayât-ı dil hevâ-yı cân-fezâsı

Edip her çeşmesinden çeşmeler cûş

Muhîtin eylemiş cânını medhûş

Terân-ı dûd ile murgân-ı dem-sâz

Kamu berbat-nevâz u bülbül-âvâz

Ne tan ol kûh-ı pîri bu hevâlar

Cuvân-dil itse her dem taze vü ter

Meger âb-ı hayâtından içüp su

Kılar tecdid-i ömri Hızrvâr o

Bursa yaylalarının övgüsü

Sözün kısası, hangi yaylasını ansam her biri bir cennet bahçesine benzer. Gönül açıcı can bağışlayan mutluluğu, cana can katan havası, her çeşmesinden coşkun sular akıtan pınarları, kişiyi hayrette bırakır. Kuşların dem çekişleri ve ahenkli ötüşleriyle, adeta bir müzik etkinliği dinlenmiş olur. Bu güzel havalar, yaşlı dağı gençleştirirse buna şaşmamalı. Bu yaylaların ölümsüzlük suyundan içenler Hızır gibi ömürlerine ömür katarlar. Nüfus, sanayi ve ticari açıdan her geçen gün hızla gelişen Bursa aynı zamanda doğal güzelliği, tarihî eserleri, kültürel dokusu, camileri, hanları, turistik mekânları, termal imkanları ve kış sporları açısından da çok önemli bir turizm merkezidir. Ülkemizde sadece Bursa’nın sahip olduğu böylesi birikimlerin çağdaş bir turizm anlayışıyla değerlendirilmesi şehrin tarihî zenginliğini ve imparatorluk geleneğinden süzülerek bugüne ulaşan Bursa’daki şehir kültürünün devamlılığını gözler önüne sermek gibi önemli işlev üstlenebilir.

[email protected]