‘Bir Başkadır' niçin ortak konumuz oldu?
ABONE OL

Dışarıdan bakınca dizilerden bir dizi “Bir Başkadır”. Onun gibi yüzlercesi sessizlikle geçiştiriliyor. Çok konuşulmak bir başarı ise –ki kültür endüstrisi nicelikler üzerinden ilerlediği için evet bir başarı- dizinin lehine konuşanların da aleyhine konuşanların da sözlerini “Bir Başkadır”ın başarı hanesine yazmamız gerekiyor. Birbirine zıt fikirler beyan edildi dizi hakkında. Susma hakkını kullanan kişi sayısının az olmasını dizinin bir başarısı kabul edebiliriz. Peki, niçin çok konuşuldu dizi? Niçin bu kadar çok insan hakkındaki kanaatini paylaşma ihtiyacı duydu? Bu soruların cevapları, bence dizinin kendisi hakkında konuşmak kadar anlamlı bence. Bu yazıda da zaten diziyi değil “Bir Başkadır”ı konuşanları konu etmeyi amaçlıyorum.

‘Yapmamayı tercih ediyorum’

Niçin insanlar bu konu hakkında fikir paylaşan “herkesten” geri kalmayı göze alamadı ve “ben bir başkasıyım, onlardan farklıyım” deme o meşhur Melville karakteri olan Katip Bartlebely gibi davranıp “yapmamayı tercih ediyorum” tavrını alma cesaretini göstermedi?

Aslında bu sorunun üç kelimeden oluşan bir cevabı “Çünkü dizi popüler” deyip geçebiliriz. Ancak durup bir daha bakmakta, düşünmekte fayda var. Zira övenlerin “bize bizi anlatıyor”, karşı çıkanların “biz bu değiliz” diyerek karşı çıktığı; övse de karşı çıksa da “sükût suikastına” uğratmadığı bir dizi “Bir Başkadır”. “Bize bizi anlatıyor” eski bir klişe esasen. Bir yanıyla da sorunlu bir klişe. Demek ki bir “biz” problemi yaşıyoruz. Bu yüzden de “popüler kültür ürünlerinden” bu problemi çözecek sihirli değnekler üretmesini bekliyoruz. Onlar bir dokunacaklar ve biz de kim olduğumuzu bir mesele olmaktan çıkartacağız, kimlik bilgimizi itina ile benimseyip yolumuza devam edeceğiz. Güzel hayaller bunlar. Ancak bu övgüyü hak eden onca işe rağmen “mesele” mesele olmaktan da bir türlü çıkamıyor sanki. Acaba üretilen işler mi sorunluydu, yoksa verilen cevaplar düşündüğümüz kadar işlevli değil miydi? Bize bizi anlatamamışlar mıydı acaba?

Öncelikle dizinin adından başlamamız gerekir.

Türk müşteri için

“Bir Başkadır” Türk müşteri için uygun görülmüş bir isim. Yabancı bir platform olan Netflix’de ise esasen “Ethos” adlı diziden bahsetmemiz icap ediyor. Ekşisözlük’ten okursak “Eski Yunanca’da uzun e ile yazılan ethos (êthos) “hayvanların uğrak yeri; huy, alışkanlık; yüz ifadesi; tutum, kişilik” demek, kısa e ile yazılan ethos “adet, alışkanlık” demek. Sonuçta ikisi de “alışkın olmak” anlamındaki ethô fiilinden geliyor. Êthos’un çoğulu êthê “davranış, adap”, sıfatı êthikos da “yüksek ahlak örneği olan” demek.” Etimolojiyi bir kenara bırakırsak farklı kesimlerden insanların alışkanlıklarını, ahlakını ve ahlaksızlığını yan yana getiren “Bir Başkadır”ın müşteri payı çıkarıldıktan sonra adı “Ethos” ve bu tercih de uzun uzun tartışılmayı hak ediyor elbette. (“Hakan: Muhafız”ın adının “The Protector”, “Atiye”nin ise “The Gift” olduğunu buraya bir not olarak düşmekte fayda var.)

Biz yine bize dönelim. “Bir Başkadır”da anlatılan değil, o diziyi konu edinen ve yaptığı paylaşımlara dâhil eden bize bakalım elbette. Dizi tasarlanırken olabildiğince çok kişinin karşılaştığı fay hatlarına yer verilmiş. Olabildiğince çok kişiye dokunarak “konuşulmayı” hedefleyen bir dizi “Ethos”. Din, siyaset, cinselliği konuşan ve bir yerden seyircisini hakkında konuşmaya mecbur hissettiren bir matematiği var hikâyenin. Mesela “psikiyatrist” tesettürlü olsaydı da hasta beyaz Türk olsaydı “biz böyleyiz”cilerle “biz bu değiliz”ciler yer değiştirirdi. Ancak bu yer değiştirme denklemi aynı derecede konuşulur kılar mıydı? Emin değilim. Yahut yeni denkleme diziye emek verenlerin gönlü razı gelir miydi? Bunu dizinin tasarımcısı Berkun Oya’ya sormak isterdim doğrusu. Evet, bu yazı da dâhil olmak üzere birçoğumuz dizi hakkında “imal-ı fikir” faaliyeti içindeyiz. Başka yüzlerce dizi hakkında bir şeyler söylemenin “like” yahut “unlike” kazanmak gibi bir sonucu olmayacağından endişe diyoruz çünkü. Amaç fikir beyan etmek değil fikir beyan edilmemize şahit olunması. Tıpkı üniversite öğrencisi olduğum 90’lı yıllarda koltuk altında Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ını gösterirken dolaşmak gibi bir şey bu. O kitabı taşıyanların ne kadar kitabın okuruydu sanki? Ancak bir şekilde okuruymuş gibi gözükmek havalı bir işti. Şimdilerde havalı olmak “Ethos” hakkında yapmaya bağlı. Evet, “Tutunamayanlar” o yıllarda gerçek okurlara da sahipti. Tıpkı dizi hakkında gerçekten anlamlı fikirler üreten insanların mevcudiyeti gibi. Herkesi bir çuvala, kanaate sığdırmak elbette haksızlık olur. Yine de madalyonun bir de arka yüzü olduğunu hatırda tutmakta fayda var. Sosyal medyadan önce de insanlar kendilerini “ben buradayım” diye ifade edecek araçlar arıyordu, sosyal medya hayatımızdan çıktığı zaman da aynı fonksiyonu ifa edecek araçlar bulacaklar. Tıpkı yarın başka bir kültür endüstrisi ürününün “ben buradayım” yarışına konu edileceği gibi…

Bizim için ‘bam’ sesi

“Ethos” hakkında konuşuyor olmamızın bir de “ben buradayım”ı dışlamayan/tekzip etmeyen ama onu aşan bir boyutu da var. O da insanların bir şeyleri ifade etme ihtiyacı duyması. Gündemin ve konunun sıkıştığı ve frekansının daraldığı, frekansın dışında kalan her şeyin suskun bir karadelikte biriktirildiği bir zamanda ortada sebep yokken sırf anlatmış olmak için av hatırası anlatması yasaklanan avcının sırf anlatmasına bahane olsun diye “bam” deyip “bam dedim de aklıma geldi” sözüyle av hatırasını anlatmaya başlaması gibi “Ethos” da bizim için “bam” sesi oldu. Bu motivasyon konuşulması için başka benzer dizilerin yapılmasını da tetikleyecek. Onlar da konuşulmak için ister istemez fay hatlarıyla ilgili konuşma çıtasını daha yükseğe taşımak zorunda kalacaklar. Daha cüretkâr diziler çekilecek dolayısıyla. Fay hatlarındaki konularda insanlar arasındaki ilişkilerin olasılık kombinasyonları tek tek denenecek. Her deneme “biz böyleyiz” ve “biz bu değiliz” tepkilerinin farklı türevleriyle karşılaşacak ve bu türevler devam ettikçe yapımcılar daha iştahlanacak.

Yine de itiraf etmem gerek. Esasen bir ortak konu lazımmış bize. Farklı düşünsek, farklı tepkiler versek bile bu gerekliymiş. Aynı fikirde olmasak da paslanmamak için paslaşmamız lazımmış. Ben bir de bunu fark ettim.