Bir köpeğin gözünden insanlık eleştirisi
ABONE OL

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü

Bir köpeğin hayatı asla sıradan ve değersiz bir anlam ifade etmemeli! Çünkü bir köpek ve bir insanın hayatı, o varlığı deneyimleyen için eşit derecede değer taşır. Bu bakış açısını derinlemesine hissettiren, Hangi İnsan Hakları? Film Festivali'nin açılışında izlediğim bir animasyona değinmek istiyorum.

Festivalin ana teması "Hayvan Hakları" olarak belirlenmişti. İzlediğim filmde Anca Damian imzalı 'Bir Köpeğin Fantastik Hikâyesi' idi. Orijinali Marona's Fantastic Tale fakat bu çeviri uygun görülmüş. Genel ve kimliksiz; Marona'nın hayatı gibi...

'Bir Köpeğin Fantastik Hikâyesi' Strasbourg European Fantastic Film Festival'inden jüri özel ödülü, Bucheon International Fantastic Film Festival'inden en iyi canlandırma ve izleyici ödüllerine sahip.

Hayranlık, kaygı ve firar kasırgası

Film, Marona'nın işlek bir yolun asfaltında yatan küçük bedeninin görüntüsüyle açılıyor. Bir arabanın çarpması sonrası ölürken tüm hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor. Biz de onun gözünden kaotik hayatını izlemeye başlıyoruz.

Pek çok sahibi olmuş Marona'nın; küçük bir kız, bir sirk sanatçısı, bir inşaat işçisi, yaşlı bir kadın... Tam olarak anlayamadığı bu dünyayı anlamaya çalışan Marona yaşamının son anlarında sevdiği ve kaybettiği sahiplerini düşünüyor ve her birinin onu nasıl bir hayranlık, kaygı ve firar kasırgasına sürüklediğini hatırlıyor.

Hayatına sekiz kardeşiyle birlikte sıcacık ana kucağında başlayan, adı Dokuz olan bu sevimli köpek Fransa'da yaşıyor. Annesi ve sekiz kardeşinden koparılan Dokuz uzun ve zarif yapısıyla dikkat çeken ilk sahibine teslim ediliyor. O bir akrobat; dalgalı, elastik hatlarıyla Dokuz 'un gördüğü en eğlenceli şey ve gerçek anlamda sahiplenildiği izlenimi veriyor. İkinci sahibi, Marona'yı seven ama daha çok kız arkadaşına âşık ve ona sadık olan, tok sesli büyük bir nakliyat kamyonu şoförü. Kız arkadaşı, Marona'yı bir yaşam tarzı aksesuarı olarak gören ve onunla dikkat çekme konusunda rekabet ediyormuş gibi davranan, küçük ve kibirli bir kadın. Ardından, gündüzleri tatlı ama geceleri korkutucu hale gelen yaşlı bir anne onun sahibi oluyor. Son olarak, Marona'yı bir parkta bulan ve onu evine götüren bir genç kız var. Kız, Marona'yı yetişkinliğe kadar büyütüyor, yalnızca ergenlik dönemine girdiğinde kendine kapanarak kayboluyor, ergenlerin sıklıkla yaptığı gibi. Onu korumaya çalışırken sevimli kahramanımız bir aracın altında kalarak ölüyor. Bildiğimiz bir hikâye, değil mi?

Marona'nın yaşamı insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve yüzeysel sevgi biçimlerini eleştirmemize kapı aralıyor. Hayvanların hayatına bakışımızı içten içe sorgulatıyor.

Hiç kimse masum değil

Filmin insan karakterlerinin hiçbiri, "iyi" olanlar da dâhil, tam anlamıyla masum değiller. Her biri, insana özgü olan kusurlar taşıyorlar. Bu defolar, canlılar arasındaki ilişkilerini kırılgan, karmaşık ve çok katmanlı yapıyor. Sevgi ve bağlılığın temelinde yatan zayıflıkları gözler önüne seriyor. Karakterlerden en iyisi olarak gösterilen, maddi sıkıntılar ve yaşlı babasına bakma sorumluluğuyla mücadele eden telaşlı yalnız anne, bir sevgi örneği sunuyor; kızının etrafına sarılan uzun saçları, onun sıcaklığını ve fedakârlığını simgeliyor. Fedakârlığı ve endişesi artıkça saçları uzuyor. Böyle tatlı birçok detay süslüyor filmi.

Kendine "melez" diyen bir evcil hayvanın kaotik yaşamıyla ilgili olan filmin temelinde merhamet var ama filmde insanlar 'kararsız' yoldaşlar. Canlıları anlık hevesleri uğruna sevip, sahiplendikten sonra birer eşyaymış, kurtulmaları gereken bir yükmüş gibi terk eden kusurlu yaratıklar. Bu mesajı filmin başında ilk adı Dokuz, daha sonra Ana, Sara ve Marona olan sevimli köpeğin annesinden aldığı ilk nasihatte alıyoruz.

"insanların dilini bilmek zorunda değiliz fakat onlardan korunmak için insanları anlamak zorundayız"

En etkileyici sahnelerden biri ise Marona'nın bir insanın ölümüne tanıklık ettiği sahne. Hem bedensel işlevlerin son buluşunu hem de ruhun havada beliren bir DNA sarmalı gibi serbest kalışını betimliyor. Bu görüntü, evcil hayvanlarımızın dünyanın ötesini görebildiğini ve ruhların evrenler arasında geçiş yaptığını simgelemekle kalmayıp, aynı zamanda sonun acısını hafifleten bir güven duygusunu geçirirdi biz izleyenlere. Bu dünyadan ayrılarak başka bir varoluşa geçeceğimizi bilmek, durumu taşınabilir bir hâle getirmiyor mu?

Sıra dışı bir görsel şölen

Bir köpeğin kısacık yaşamını onun gözünden masalsı, rengârenk, umut dolu, sıra dışı bir görsel şölen olarak izledik. Yönetmen Anca Damian, görsel anlatımıyla dikkat çeken bir isim. Eğlenceli bir çizim stili benimsiyor. Hareketli çizgileri, dozunda abartılmış karakterleri, kalem ve mürekkeple yaratılan atmosferleri harmanlayarak renkli kolajlar dünyası yaratıyor. Ve bu dünya, filmin bütünündeki oyun duygusuyla birlikte izleyiciye her daim yeni ve keyifli deneyimler sunuyor.

Marona tüm bu kaosun içinde siyah-beyaz sade bir şekilde yer almakta; bu sadelik, karakterin naifliğini daha da vurguluyor. Bu fantastik masal, izleyicileri adeta hayalden bir fanusun içine çekiyor, alışılmadık karakterlerle dolu bir evren sunuyor.

'Bir Köpeğin Fantastik Hikâyesi' anlattığı hikâyenin ötesine geçiyor, izleyicilere yalnızca bir yolculuğa çıkmadıklarını, aynı zamanda bu yolculuğun derin anlamlarını kavramaları gerektiğini söylüyor. İnsanın egemen olduğu bir dünyada hayvanların ayakta kalma çabalarını gözler önüne sererken, izleyicilerden bir köpek için hayatın ne anlama geldiğine dair derinlemesine bir anlayış geliştirmelerini bekliyor.

Marona filmin bir yerinde terkedileceğini anladığı an şöyle diyor:

"Köpekler insanlardan biraz farklı. Bizler değişmeyen ve aynı kalan şeyler olsun isteriz. İnsanlar ise sürekli değişimden yanadır. Kimileri buna 'hayal kurmak' diyor ben ise 'mutluluğu sürdürememe' diyorum."

Bir köpeğin bakış açısından mutluluk bu denli basit. Sevgi dolu bir sahip ile bir barınak, bu canlılar için huzurun ve mutluluğun kaynağını oluşturuyor. İçten bir sevgi sunarak, onlardan sonsuz bir sadakat ve bağlılık görebiliriz.