Bir medeniyet inşâcısı Ziryâb
ABONE OL

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi

Günümüz İspanyol şehirlerinde, özellikle de Kurtuba (Kordoba)'da; konservatuvarlardan kültür merkezlerine, okullardan kütüphanelere, otellerden güzellik salonlarına her yerde ismine rastlanan bir isimdir Ziryâb. Kurtuba'daki meydanlara muazzam heykelleri dikilen Ziryâb'ın ismi Arap dünyasında ise "ziryab" markası taşıyan restoran, müzik aleti imalathaneleri ve çeşitli satış mağazalarında yaşatılıyor.

Kaynaklarda "Endülüslü ünlü musikişinâs" şeklinde geçen Ziryâb, aslında bundan çok daha fazlası. Bundan 1.200 sene evvel muhteşem Endülüs efsanesine altın çağını yaşatan bu medeniyet dehâsı, musikinin yanı sıra tarih, edebiyat, tıp, gastronomi, coğrafya ve moda gibi çok geniş bir yelpazede çağını aşan yenliklere imza atmıştır. Batı'da ve Arap âleminde hakkında sayısız eser yazılmış olmasına rağmen ülkemizde pek bilinen bir isim değildir.

Musul'un yoksul bir köyünden Abbasi sarayına

Ziryâb, kesin olmamakla beraber, 789'da Musul'un yoksul bir köyünde doğar. Ziryâb lakabı kendisine, kimilerine göre koyutenli oluşundan dolayı Arapçada "karakuş, karatavuk" anlamına geldiği için verilmiş, kimilerine göre de sesinin saflığı ve duruluğundan ötürü Kürtçede altın su anlamındaki "zêr av" isminden dolayı verilmiştir. Ten renginden dolayı Afrika, isminin etimolojisinden dolayı da Fars kökenli olduğunu söyleyenler bulunmaktadır.

Doğduğu dönemde Bağdat; kültür, sanat, müzik ve edebiyat alanlarında dünyanın önemli merkezlerindendir. Yani Bağdat, Bin Bir Gece Masalları'ndaki Bağdat'tır. Musullu İshak, musikiye çok değer verilen bu ortamda Arap müzik tarihine ismi geçen büyük bir musiki üstadıdır. Ziryâb'ın müziğe olan üstün kabiliyeti çevrede dikkat çekince çok geçmeden İshak'a talebe olur.

Günlerden bir gün Halife Harun Reşid, sarayın baş musikicisi İshak'tan en iyi talebesini getirip müzik icra etmesini emreder. İshak hiç düşünmeden Ziryâb'ı alıp huzura varır. Ziryâb, sıra kendisine gelince, bütün hünerini sergiler. Hocasının ud'unu bir kenara bırakıp yanında getirdiği ud'u çalmaya ve bülbül gibi şakımaya başlar. Ne çaldığı ud'un nağmeleri ne de söylediği şarkılar daha önce duyulmuş değildir. Halife mest olur ve çaldığı ud'un farkını sorar. Ziryâb büyük bir hevesle izâha girişir:

"Bu ud'un diğerlerinden bir farkı yok gibi görünür; ancak bu ud, diğer udların üçte biri ağırlığındadır. Perdeleri sıcak su değmemiş ipekten, baş ve üçüncü telleri aslan bağırsağındandır. Ahşap mızrap değil, kartal pençesinden yaptığım mızrabımı kullanırım. Ud'umun en önemli özelliğiysebeşinci bir telinin olmasıdır. Ben bu beşinci tele, 'ruh' adını verdim. Beşinci teli kırmızıya boyadım; çünkü kırmızı, ruhun rengidir."

Harun Reşid, bu büyük yetenek karşısında hayranlığını gizleyemez ve onu ihsanlara gark eder. Hocası İshak ise büyük bir kıskançlık ve tedirginliğe kapılır. Kendisine rakip görmeye başladığı talebesini bir kenara çekip bir an önce Bağdat'ı terk etmesini, aksi hâlde canını alacağını söyler. Hocasını iyi tanıyan Ziryâb, başına bir şey gelmemesi için o gece Bağdat'ı terkeder.

Kurtuba'da yükselen "Medeniyet Güneşi"

Bir süre o şehirden bu şehire sürgün gezen Ziryâb, Tunus'taki Keyrevan'a gider. Burada Ağlebi hükümdarı Ziyadetullah'ın himâyesine girer. Fakat burada da bestelenen bir şiiri yüzünden hükümdarın gazabına uğrayınca buradan da ayrılmak zorunda kalır. Umutsuzluk içinde bocaladığı sırada Endülüs emirinin zaten kendisini aramakta olan elçisine rastlar. Emir, yeteneklerini duyduğu Ziryâb sayesinde ülkesini, Bağdat ve Şam gibi büyük bir ilim ve sanat merkezi hâline getirmeyi istiyordu. Ziryâb, kendisine yapılan cömert daveti düşünmeden kabul ettiğinde tarihler 822 yılını gösteriyordu.

Endülüs emiri II. Abdurrahman, çok şey beklediği misafirini Kurtuba'nın dışında karşılar. Bu, onun ne kadar muteber olduğunu ortaya koyuyordu. Ziryâb, Endülüs'ün parlayan yıldızı Kurtuba'da getirdiği yenilikler ve yerleştirdiği hayat tarzı sayesinde vefat edene değin el üstünde tutulmuş, devlet ricâlinden ve halktan büyük itibar görmüş, hatta büyük bir servet bile edinir.

İslâm medeniyetinin, en muhteşem dönemlerinden birini yaşadığı bir coğrafyadan gelen Ziryâb, Endülüs'e geldiğinde Batı dünyası, bıçak işlemez zifiri karanlık günlerini yaşamaktaydı. İslam düşüncesi merkezde olmak kaydıyla, Hint ve Yunan kültürüyle harmanlanan ve belli bir olgunluğa ulaşan felsefe, astronomi, tıp, edebiyat ve musiki gibi alanlara ait birikimi Endülüs'e getiren Ziryâb, Endülüs'ü kısa sürede bir medeniyet havzasına çevirir. Bugün bazı yönleriyle eleştirilere uğrasa da, Müslüman bir dâhi tarafından ortaya konulan sanat, müzik, mutfak, moda ve görgü kurallarından oluşan o muazzam birikim, günümüz Avrupa kültürünün temelini oluşturmuş ve Avrupa'da erken bir Rönesans hareketini başlatmıştır.

Endülüs'e altın çağını yaşatan dehâ

Gittiği Endülüs'te iğneden ipliğe sayısız yeniliklerin mimarı olan Ziryâb, en çok musiki alanında öne çıkmıştır. Kaynaklar, sesinin güzelliğini vurgulamak için ondan "kuş ötüşlü Ziryâb"diye bahseder. Nağmelerle yatıp kalkan ve duyduğu her güzel sesten ilham alan Ziryâb'ın ezberinde 10 binden fazla güfte ve melodi olduğu söylenir. Bu yüzden halk arasında cinlerden yardım aldığı ve bu şarkıları kendisine onların öğrettiği söylentisi yayılmıştır.

Avrupa'da ilk sistemli musiki mektebini "Medeniyetler Evi" adıyla Kurtuba'da kurar. Ona asıl ününü sağlayan bu okul, Endülüs'ün yıkılışına kadar 300 yıl aralıksız devam eder.Kuzey Afrika'ya has bir müzik tarzı olan "nuba" formunun kurallarını düzenlemenin yanında, İspanyol Flamenko müziğide varlığını ona borçludur. O güne kadar dört telli olan gitara, "bir çalgı ruhsuz olamaz" diyerek beşincisini ekleyen kişi deyine Ziryâb'tır. Doğduğu Mezopotamya topraklarından ud ve tambur gibi çalgı aletlerini Endülüse getirtir. O güne kadar hiç bilinmeyen yeni makam ve ritim türleri icat ederek solfej kurallarını yeniden düzenler.

İbn Hayyan gibi âlimler, Ziryâb'ı sadece musiki ile sınırlamanın vicdana sığmayacağını, çünkü daha pek çok alanda derin etkiler uyandırdığını söyler. Endülüslülerden teşvik gördükçe yeteneklerine yenilerini ekleyen Ziryâb, zamanla sadece Kurtuba değil, bütün Endülüs'ün en şöhretli ve en sevilen şahsiyeti hâline gelir. Arap tarihçi El Mağri bu konuda, "Yaşadığı dönemdeki toplum tarafından sevilip beğenilme hususunda Ziryab tek örnektir. Ne ondan öncekilerne de sonrakiler bu konuda onunla boy ölçüşemedi." diye yazar.

Ziryâb, Endülüs'e Bağdat modasını getirerek Endülüs'ün giyim kuşam tarzını bambaşka bir boyuta taşır. Mevsimlere göre kıyafet giyme fikri onunla başlar. Bahar aylarında parlak renkli, pamuklu, keten tunik, gömlek ve bluz giyme modasını başlatır. Yazın beyaz, havalar soğuduğunda ise kenarları kürklü uzun pelerinli giysileri kullanmayı tavsiye eder.

Ziryâb'a göre iyi yemek yapmak iyi bir beste yapmak gibidir. Ondan önce Kurtuba'da belli bir sofra âdâbı yoktur. Ne varsa masaya konur, elle yenirdi. İşe masa düzeniyle başlar. Masaya inci gibi beyaz örtüler serer. Örtü sık sık yakanarak temiz tutulur. Yemek öğünlerini düzene sokarak bu öğünleri sabah, öğle ve akşam şeklinde ayırır. Zira o güne kadar insanlar, karınları acıktıkça yemek yerlerdi. Bununla da yetinmez, yemekleri sıraya koyar; önce çorba veya salata, sonra ana yemek, arkasından da tatlı gelmelidir. Ahşap ve madeni tabak, çanak ve bardaklar Ziryâb'ın gözünde şık ve sağlıklı değildir. Cam kadehler ve porselen tabaklarla bu müşkülü çözer. Ziryâb'tan sonra yemekler günübirlik pişer ve asla elle yenmez. Onun bizzat tasarladığı kaşık ve çatallar kullanılır.

Helyon denilen bakla cinsinin ve kuşkonmazın Endülüs mutfağına oradan da Avrupa mutfağına girmesini sağlar. İspanyolların günümüzde de tükettiği ve Ziryabiye ve Zilabi dedikleri kadayıf benzeri şerbetli ve fıstıklı tatlılar da onun icadıdır. Şa'şaalı saraylar ve murassa köşklerde toplu ziyafetlerin organizasyonu onunla başlar. Onun etkisiyle Kurtuba'da mobilya ve döşeme kültürü modernize edilir. Ziryâb ile birlikte mutfak işleri ve masa düzenlemesi âdetâ bir sanat seviyesine yükselir.

Kişisel bakım ve temizlik de çok önemlidir. Avrupa'da ilk diş macununu Ziryâb geliştirir. Saç kesimini erkekler arasında yaygınlaştırarak yeni saç modelleri tasarlar. O gelmeden önce soylular ve saray mensuplarının kıyafetleri gül suyuyla yıkanırdı. Ziryâb tuz, su ve çiçek karışımından ilk çamaşır deterjanını üretir.

Kadınlar için Alkazar Sarayı'nın yanında bir güzellik merkezi açar. Erkekler her gün sakal tıraşı olacaktır. Tırnak makası, törpü ve saç makası da tasarlar. Ağda, epilasyon, parfüm, deodorant gibi kişisel bakım ve kozmetik ürünlerini geliştiren ve yaygınlaştıran da Ziryâb'tan başkası değildir. İlk uçan insanı tasarlamanın yanında hoş vakit geçirmenin bir parçası olarak satranç ve polo oyunu da Ziryâb'ın teşvikiyle Endülüs ve Avrupa'da revâç bulur. Binbir Gece Masalları onun anlatımıyla gönüllere ve zihinlere ulaşır.

Bitmeyen Ziryâb etkisi

Eşine az rastlanır özellikleri sebebiyle başlarda sürekli kıskanılıp dışlanan, bundan dolayı diyar diyar sürgün gezen ve nihâyetinde kendisine kucak açan Endülüs'te karar kılarak burada olağanüstü işler başaran Ziryâb, Batı'dan bir şeyler alan değil oraya bir şeyler götüren bir dâhidir. Doğu'dan Batı'ya, farklı bir form kazandırarak götürdüğü akıl, ferâset ve vizyon, üzerinden 1.200 yıl geçmesine rağmen Batı'nın ve hatta tüm modern dünyanın yaşam alışkanlıklarına yön vermeye devam etmektedir. Ziryâb'ın evrensel kültür ve sanat alanındaki etkisinin sanılanın çok ötesinde olduğunu söylemek yersiz bir çıkarım olmayacaktır.

Fransız yazar Henry Terrres, Ziryâb'ın Endülüs ve Avrupa toplumları üzerindeki kalıcı etkisine duyduğu hayranlığı dile getirirken "Bitmeyen Ziryab Etkisi" tanımını kullanır ve "Bir insan toplumu ancak bu kadar derinden etkileyebilir ve değiştirilebilirdi." der. İngiliz yazar R. Nicholson, "Ziryab, varlığını yüzyıllarca tereddütsüz devam ettiren tek modeldir ve öyle de kalacaktır." der. İbni Haldun ise onun için, "Ziryab'ın etkisi ve gücü okyanusun dev dalgaları gibi tüm İspanya ve Kuzey Afrika'yı silip süpürdü, geriye ölümsüz bir miras bıraktı." ifâdelerini kullanır.

mustafaozturk@gmail.com