CDU/CSU ve SPD koalisyonu Almanya'ya ne vadediyor?
ABONE OL

Dr. Ahmet Bülbül, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Almanya'da 23 Şubat 2025'te yapılan erken genel seçimlerin ardından ülke siyasi tarihinde nadir görülen bir hızla sadece 45 gün içinde CDU/CSU ile SPD arasında büyük koalisyon kuruldu. Bu hızlı uzlaşmada ya da zoraki evlilikte küresel dengelerdeki kırılmaların ve özellikle Donald Trump'ın yeniden ABD başkanı olmasıyla artan jeopolitik baskıların rolü büyük. Trump'ın Avrupa Birliği'ne (AB) yönelik yeni gümrük vergileri, Rusya-Ukrayna savaşına mesafeli yaklaşımı ve tüm bunların Almanya'nın güvenliğini tehlikeye atma riskinin yanında Alman ekonomisini yeniden bir durgunluğa sürükleyebileceği ihtimali, önemli bir baskı unsuru oluşturdu. Bu da Berlin siyasetini olağanüstü bir hızda harekete geçirdi.

Yeniden birleşmiş bir Almanya daha önce hiç bu kadar üçlü bir ekonomik, siyasi ve askeri acil durumla karşı karşıya kalmamıştı. Bu nedenle her şeyden önce CDU/CSU ve SPD arasında kurulan iki partili büyük koalisyon; SPD, Yeşiller ve Liberallerin yer aldığı önceki üçlü koalisyona kıyasla çok daha uyumlu, parçalanmaya daha dayanıklı ve karar alma mekanizmaları açısından daha etkili bir yönetim profili vadediyor. Bu bağlamda Şansölye Friedrich Merz selefine göre daha cesur kararlar alabilecek ve böylece iki yıldır durgunluk içinde olan Alman ekonomisini canlandırmak; aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yolunu kesmek; Rus tehlikesine karşı Ukrayna'yı desteklemek ve bir savunma Avrupası inşa etmek için gerekli adımları atabilecektir.

Başarılı geçen koalisyon görüşmeleri ardından bir formalite olarak görülen 6 Mayıs'ta Alman Parlamentosu Bundestag'ta yapılan şansölye seçiminin ilk turunda Merz seçilemedi. Görünüşe göre CDU/CSU-SPD koalisyonu içinden 18 milletvekili oy kullanmaktan kaçındı veya kasıtlı olarak Merz aleyhine oy kullandı. Bu durum Alman siyasi tarihinde bir ilk. Merz aynı gün yapılan ikinci tur oylamada şansölye olarak seçilse de Almanların tabiriyle "yüzüne aldığı çizikler" ya da "gözünün morarması" ile bir imaj ve güven kaybına uğradı. Bir anda herkesin ve özellikle de ekonomi çevresinin hazırlıksız yakalandığı bu netice, değişen jeopolitiğin baskısı nedeniyle CDU/CSU ile SPD arasında oluşturulmuş bu zoraki evliliğe karşı eleştirilere neden oldu. Fakat bu durum geleceğe yönelik var olan iyimser havaya küçük bir darbe vurmuş gözüküyor.

Almanya'nın 10. şansölyesi olan Merz, ülkenin zor bir dönemden geçtiğini kabul ederken Almanya'yı yeniden "daha iyi" bir ülkeye dönüştürmek için "cesur ve sürdürülebilir" bir yol haritası gerektiğini vurguladı. Ancak Merz'in başbakanlığı yalnızca geçmişte CDU liderliğinden uzaklaştırılmış bir siyasetçinin dönüşü değil aynı zamanda deneyimsizlikle ilgili soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. CDU/CSU ve SPD büyük koalisyon hükümetinin Almanya'ya ne vadedeceği; Almanya'nın ABD ile ilişkilerinin seyri ve Ukrayna Savaşı'na yaklaşımı, Çin'in yükselişi ile Alman ekonomisindeki durgunluk ve son olarak aşırı sağcı AfD'nin yükselişi konularında nasıl bir yol izleyeceği merak konusu.

Almanya yeni bir dış politika arayışında

CDU/CSU ve SPD koalisyon hükümetini bekleyen en büyük zorlukların dış politikada olduğu görülmektedir. CDU/CSU ve SPD koalisyonu dış politikada atacağı adımlara yönelik tavrını koalisyon anlaşması öncesinde gösterdi. Öncelikle her iki parti koalisyon anlaşmasına varmadan önce ortaklıklarını 500 milyar avroluk savunma bütçesi "ekonomik bazuka" ve savunma harcamaları alanında borç freninin kaldırılması ile gösterdiler. Bir bakıma bu adım;Scholz'ün "Zeitenwende" dönüm noktası olarak açıkladığı altı doldurulamayan ve başarılı olamayan dış politikasının yerine bu kez daha net hedeflerle ve daha fazla bütçeyle daha aktif bir dış politika anlayışını ortaya koyan "Zeitenwende 2.0" politikasının kapsamlı bir yeniden başlangıcı olarak da okunabilir. Dış politika yönetimi bağlamında ikinci önemli gelişme ise CDU'nun, yaklaşık 60 yıldır sürdürdüğü koalisyonun büyük ortağı olduğu dönemlerde dışişleri bakanlığını koalisyonun küçük ortağına bırakma teamülünü bırakması ve bu bakanlığı kendisinin almasıdır. Yeni koalisyonun dış politikadaki ilk adımları Almanya'nın tarihi bir dönüşüm eşiğinde olduğunu gösteriyor.

Trump'ın gölgesinde transatlantik ilişkiler

Devasa savunma bütçesi "ekonomik bazuka" ile Almanya'nın kendi savunma kapasitesini artırma, daha bağımsız bir dış politika sergileme ve Ukrayna'ya yönelik desteğin artması, özellikle ABD'ye güçlü bir sinyal. Bu yeni koalisyon hükümetinin ve Şansölyesi Merz'in Ukrayna'ya olan yardımları ve desteğini (ABD'den sonra Ukrayna'nın en büyük ikinci destekçisi) daha fazla arttırarak Rusya'ya karşı daha sert bir çizgi izlemesi beklenmektedir. Bu yönde Merz'in Rusları kızdıracak bir şekilde, Scholz'ün "savaşın Almanya topraklarına sıçrama riski" nedeniyle uzun zamandır onaylamadığı; Ukrayna'nın, Kerç Köprüsü gibi stratejik altyapıları vurabilmek amacıyla Almanya'dan talep ettiği uzun menzilli Taurus seyir füzelerinin gönderilmesine hazır olduklarını söylemesi ve Ukrayna'ya daha fazla askeri destek verilmesini savunması önemli bir işarettir. Bunun yanında Ukrayna'ya destek olma noktasında yakın bir zamanda Kiev'i ziyaret etmeyi planladığını ifade eden Merz, aynı zamanda "Rusya ile kalıcı bir ateşkes ve barış anlaşması sağlama" hedefine de vurgu yaptı.

Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda Merz ve onun koalisyon hükümeti, Trump yönetimindeki ABD'den farklı olarak Rus tehlikesinin sadece Ukrayna ile sınırlı kalmayıp Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa'yı tehdit etiğini düşünmektedir. Merz, Ukrayna'ya daha fazla askeri destek verilmesini savunmakla birlikte bu desteğin Almanya'nın ekonomik ve güvenlik çıkarlarını riske atmadan yürütülmesi gerektiğinin de farkında. Merz'in liderliğinde Almanya, Rusya'ya karşı daha net bir duruş sergileyebilir. Ancak bu, savaşın tüm yükünü tek başına üstlenecek bir Almanya anlamına gelmeyecektir. Almanya hem kendi güvenliği hem de Avrupa'nın güvenliğine yönelik önemli adımlar atmayı planlasa da kısa ve orta vadede NATO içinde kalmaya ve ABD güvenlik şemsiyesi altında korunmaya muhtaçtır. Bu bağlamda Ukrayna'ya asker gönderme konusuna temkinli yaklaşan Merz, kalıcı ateşkes ve barış anlaşması sonrası Almanya ve Fransa'nın Ukrayna'ya güvenlik garantileri vereceğini taahhüt ederken bunun ancak ABD'nin güçlü desteğiyle mümkün olacağını ifade etmiştir. Böylece ABD'ye olan ihtiyaca vurgu yapmıştır. Bu durumda Merz, ABD ile ilişkileri korurken Avrupa savunmasını güçlendirmeyi başarırsa Almanya küresel bir aktör olarak konumunu pekiştirebilir. Ancak ekonomik durgunluk ve AfD'nin yükselişi bu planları sekteye uğratabilir.

Ekonomide derinleşen sorunlar

Almanya'nın dış politikada karşılaştığı ve ekonomisini ciddi şekilde etkileyen ikinci zorluk; en büyük ticaret ortağı (252,8 milyar avroluk ticaret hacmi) olan ABD'nin Trump ile getirdiği yeni gümrük vergileri ve ikinci en büyük ticaret ortağı olan Çin otomobil endüstrisinin hızla gelişerek Alman ekonomisinin bel kemiğini oluşturan otomotiv sektörünü tahtından etmesidir. Alman otomotiv sektörünün yapısal, teknolojik ve jeopolitik zorluklar (Rusya-Ukrayna Savaşı gibi) artan enerji fiyatları ile Çinli otomotiv üreticileri ile girdikleri rekabette geride kalmalarının yanında Trump'ın Almanya'ya yönelik ithalat vergilerini artırması ve Avrupa otomotiv sektörünü hedef alması, Berlin'in ekonomik kırılganlıklarını daha da derinleştirebilir.

Özellikle Kovid-19 salgını ile başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı ile iyi belirginleşen resesyon riskiyle boğuşan Alman ekonomisi, bu dışsal şoklara hazırlıksız yakalanmış durumda. Ekonomide yaşanan bu zorlukları aşma doğrultusunda CDU/CSU ve SPD koalisyon hükümetinin önceliklerinden biri ABD ile güçlü bağları korumaya çalışarak ABD ile yaşanacak ticaret krizlerini AB üzerinden kolektif müzakere yöntemleriyle yönetmek olacak. Ancak Trump'ın Brüksel'e yönelik mesafeli tutumu düşünüldüğünde, bu sürecin kolay olmayacağı açık. Bu nedenle Almanya, Avrupa'nın sanayi ve teknoloji politikalarına daha fazla yatırım yapmak suretiyle AB içinde daha güçlü ekonomik bağlar kurmaya yönelecektir.

Çin'e karşı Almanya'dan şahin bir yaklaşım mı?

Çin bağlamında Amerika pazarının Çin'den daha güvenli olduğunu ifade eden Merz, koalisyon hükümeti anlaşmasında Almanya'nın Çin politikasının temellerini atarak Alman sanayisini korumak adına Çin "sistemik bir rakip" haline getirdi. Çin ile ekonomik ilişkilerde tek taraflı bağımlılıkların azaltılması, iş birliğinin yalnızca Almanya'nın yararına olduğu yerlerde aranması, Almanya'nın dayanıklılığını güçlendirmek için tek taraflı bağımlılıkların azaltılması ve ekonomik ilişkilerdeki risklerin azaltılması amacıyla risk azaltma "politikasının uygulanacağı ifade edildi. Ancak bu politikaya karşın aslında Almanya'nın bu rekabetteki temel sorunu Alman elektrikli araçları çok pahalı oldukları ve teknolojileri eski olduğu için Tesla gibi rakiplerinin gerisinde kalmasıdır. Zira Almanya neredeyse dijital olan her şeyde geride kalmış durumda. Almanya ekonomisinin geleceğe hazır olmaması ve hala eski teknolojilere yatırım yapmaya devam ederek yenilikçiliği benimsememiş olması ve aşırı bürokrasi nedeniyle oluşan ciddi zorlukları yeni hükümetin çözmesi gereken en önemli sorunların başındadır.

Yüksek enerji fiyatlarıyla mücadele eden Alman girişimciler, Alman sanayisi ve Alman seçmenler, yeni hükümetten hızlı ve etkili çözümler beklemesine karşın yeni hükümetin bu soruna nasıl bir çözüm bulacağı açığa kavuşmamış gözükmemektedir. Aslında Alman seçmenler AfD ve Sahra Wagenknecht İttifakı'na oy vererek bir anlamda Berlin'in Rusya dış politikasına olan eleştirilerini ortaya koydular ve trafik ışığı koalisyonunun Rus-Alman ilişkilerini koparmayı amaçlayan eylemlerinden memnun olmadığına dair güçlü bir mesaj verdiler. Merz yönetimi altındaki kurulacak koalisyon hükümetinin kamuoyunda oluşan bu duyarlılığı dikkate alarak enerji krizi ile güvenlik sorunu arasındaki bu ikilemden Almanya'yı en kısa sürede çıkarması gerekecektir. Özelikle artan enerji maliyetleri ve gerileme eğilimi içindeki ekonomi nedeniyle zorlaşan hayat şartlarına hızlı ve kalıcı bir çözüm bulunamadığı ve büyümeye geri dönülmediği takdirde AfD'nin ilerleyişinin büyüyerek devam edeceğini Merz gayet iyi biliyor.

Fransa ile yeni dönem

Yeni hükümetin önceliklerinden biri de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve önceki Şansölye Olaf Scholz yönetimi arasında özellikle son iki yılda gerilim ve anlaşmazlıkların giderek artmasıyla birlikte bir nevi buzul çağına giren Almanya-Fransa ilişkilerinin yeniden canlandırılması olacaktır. Bu bağlamda "frankofil" olan ve CDU'nun Fransız-Alman yakınlaşmasını önemseyen geleneğini sürdüren ve Avrupa entegrasyonuna derin bağlı bir siyasetçi olan Merz,AB'yi de olumsuz etkileyen iki ülke arasındaki bu soğukluğu giderecektir. Merz, Macron ile daha yakın çalışarak Alman-Fransız ilişkilerini yeniden canlandırmayı ve Avrupa'yı küresel sahnede daha güçlü bir konuma getirmeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda Merz'in şansölye seçildikten hemen sonra soluğu Paris'te alması dikkat çekicidir.

Alman-Fransız ilişkilerindeki soğukluğu gidermek ve AB'nin "Alman-Fransız motoru" olarak bilinen ikili ilişki de yeni bir sayfa açma umuduyla ilk resmi yurt dışı ziyaretini Fransa'ya gerçekleştirdi. Samimi bir havada geçtiği izlenimi alınan toplantı sonrası Merz ve Macron; "Avrupa'nın karşı karşıya olduğu zorluklara birlikte yanıt verme" ve "birlikte el ele hareket etme" niyetinde olduklarını vurgulayan bir "Fransız-Alman Savunma ve Güvenlik Konseyi" kurulacağını ilan etti. Merz ve Macron ile birlikte Alman-Fransız ilişkileri ve Avrupa söz konusu olduğunda da aynı yöne bakan bir Alman-Fransız çifti "Merzcron"doğmuş gibi görünüyor.

İsrail'e koşulsuz destek devam edecek mi?

Almanya'nın varlık anlayışı içinde İsrail'in varlığı ve güvenliği meselesi bağlamında İsrail'e olan mutlak bağlılık tartışmaya kapalı bir konudur. Almanya'nın en sağ partisi AfD dâhil en sol partisine kadar bu anlayış partiler üstüdür. Bu bağlamda Merz, "İsrail bizim en büyük endişemiz" demiştir. Yeni dönemde de İsrail'in yaptığı soykırımı görmezden gelinecek ve Almanya'nın İsrail'e koşulsuz desteği devam edecektir. Nitekim Merz, uluslararası tutuklama emri olan İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Almanya'yı ziyaret etmesi için "yollar ve araçlar" bulacağını ifade ederek katil Netanyahu'ya ve soykırımcı İsrail'e olan desteği bir adım daha ileriye taşımıştır. Bunun yanında yeni Dışişleri Bakanı Johann Wadephul'un önümüzdeki hafta sonu için İsrail'e bir gezi hazırlığında olması bu desteğin önemli bir göstergesidir.

Türkiye-Almanya ilişkilerinde yeni bir sayfa açılır mı?

Merz yönetimindeki Almanya'nın Türkiye ile ilişkilerinin nasıl bir yol izleyeceği konusu da önemlidir. Merkel dönemiyle iki ülke arasında başlayan sorunlar ve yaşanan büyük krizler ikili ilişkilerde soğumaya neden olmuştur. Scholz hükümetinin Türkiye'ye yönelik mesafeli duruşu da ikili ilişkilerin geleceğine yönelik kaygıları arttırmıştır. Merz hükümetinin değişen jeopolitik zorluklar ile Türkiye ile daha yakın iş birliğine gitmesi, ilişkilerde daha dengeli ve pragmatik bir yolun izlenmesi beklenmektedir. Özellikle Türkiye'nin AB'ye tam üyelik dışında mümkün olduğunca yakın bir şekilde bağlanmasını hedefleyen Merz, Türkiye'nin önemli bir ekonomik ortak olduğuna inanmaktadır. Aynı zamanda Suriye başta olmak üzere yakın coğrafyadaki önemli gelişmeler ile Türkiye'nin siyasi bir ortak da olması gerektiğini vurgulamaktadır. Türkiye'nin bölgede artan gücü ve oynadığı önemli rolün farkında olan Merz'in, ülkesinin ve AB'nin içinde bulunduğu sıkıntılı durumu aşma noktasında Türkiye ile ilişkileri yakınlaştırmaya ve işbirliğini güçlendirmeye çalışacağına yönelik güçlü sinyaller vermesi dikkat çekicidir.