Cevap alınamayan soru: Kafka'da neyi seversiniz?
ABONE OL

Dr. Süreyya İlkılıç’ın ‘Türk Edebiyatında Kafka Etkisi’ isimli kitabı, Almanca yazılmış edebiyat içinde en çok okunan ve farklı şekillerde çokça yorumlanan yazarlarından Franz Kafka’ya, Türk edebiyatı ve okuru üzerinden bir bakış denemesi. Kitapta, ilk tercüme çalışmalarından Kafka eserleri üzerine Türkiye’de yayımlanmış makaleler ve akademik çalışmalara kadar yazarın alımlanışını ortaya koyan birçok metin yer alıyor.

Kafka tercümelerinin yoğunluk kazandığı dönem ve bu çevirilerin Türk insanına ve Türk edebiyatına katkılarını sorarak başlamak doğru olur sanırım.

Kafka’nın eserlerinin tercümeleri öncelikle İngilizce ve Fransızcadan olmak üzere 1950’li yıllarda başlıyor. 1960’dan sonra Almanca’dan tercümeler yapılıyor ve bu dönemde Kafka’ya ve eserlerine karşı aşırı bir ilgi görülüyor.

Tanzimat döneminde başlayan ve Cumhuriyet döneminde yoğunlaşarak devam eden, özellikle Batılı eserlerin tercüme edilme hareketinin Batılılaşma ve Modernleşmeyi hızlandırma amacıyla yapıldığını ve teşvik edildiğini biliyoruz. Ancak Kafka’nın eserlerinin çeviri sürecini genel olarak ele alırsak, belirli dönemlerde – askeri darbe dönemlerinde (1960,1971 ve 1980)- Kafka’nın eserlerinin çevirilerinde belirli bir azalma ve darbe sonrasında tekrar bir artış olduğu görülür. Buradaki çevirilerin yapılma gayesinin Batılılaşma ve modernleşmeye teşvik olmadığı açıktır. Kafka’nın eserleri Türkiye’deki o zamanın sosyal politik durumunu ve Türk toplumunun içinde bulunduğu sorunları tanımlamada ve okuyucunun kavrayabilmesinde aracılık yapan bir karaktere sahip olmuşlardır. Bu sayede hukuki olarak açıklanamayan, tutuklama, cezalandırma ve yasaklarda Kafka’nın eserleri araç olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda Türk okuyucusu içinde bulunduğu ortama bilinçli hale gelmiştir.

İlk kim çevirmiş Türkçeye?

İlk olarak 1951 yılında Kafka’nın ‘Die kaiserliche Botschaft’ adlı kısa hikâyesi ‘İmparatorun Mesajı’ olarak Necip Alsan tarafından Türkçeye tercüme edilerek Beş Sanat edebiyat dergisinde yayımlanmış.

Sonraki çeviriler ondan ne kadar etkilenmiş?

İlk yapılan çevirilerde Kafka’ya ve eserlerine duyulan hayranlığın ve mütercimin esere kendi bakış açısı ve yorumlamasını katma isteğinin etkili olduğunu düşünüyorum. Zaten Ahmet Cemal de kendisinin yapmış olduğu ‘Die Verwandlung’ Dönüşüm adlı eserde bunu dile getirmektedir. İstisnalar elbette olmakla beraber, son dönemlerde ve hele de günümüzde çok sayıda çevirinin özellikle maddi kazanç umuduyla yapıldığı kanaatindeyim.

En çok çevirisi yapılan eserler Dönüşüm ve Dava. Tüm dünyada böyle mi? Neden bu iki eser bu kadar önemli?

Tüm dünya için bir genelleme bu konuda zor olsa da Türkiye için bu iki eser farklı nedenlerle aşırı ilgi görüyor. Dönüşüm’de öykünün absürtlüğü ve dolayısıyla ilginç olması, kısa olması ve dolayısıyla kısa zamanda okunabilmesi, aile baskısının ve özellikle ataerkil yapının ön planda olması ve Türkiye’deki baba baskın aile yapısına yakın görülmesi eseri popüler yapıyor. Dava romanı Türkiye’de daha çok siyasi olaylarla ilintilenerek kendine yer buluyor. Bu eser ile özellikle 1970’li yıllarda ikinci askeri darbe sonrasında, Türk edebiyatında eserdeki kahramanların hiçbir sebep gösterilmeksizin aniden tutuklanmaları ve tutukluluk sürecinin ele alınması bağlamında konsept olarak bir bağ söz konusu. Ayrıca genel olarak şahsi özgürlüklerin kısıtlanmasında Dava romanına vurgu yapılıyor.

Türk yazarlarından kimler Kafka’dan etkilenmiş?

Kafka’dan etkilenmek ve buna bağlı olarak Kafka’nın eserlerine benzer eserler ortaya koymak ile Kafka’nın kendisinden ve eserlerinden bağımsız olarak yaşam ve yazım tarzı olarak Kafka’ya benzemek veya benzetilmenin farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Bazı Türk yazarları farklı açılardan Kafka’ya benzetilmiş, hatta Türk Kafka’sı olarak nitelendirilmişlerdir. Sait Faik Abasıyanık, Kafka’daki yazma tutkusu bağlamında Kafka’ya benzetiliyor. Oysa Abasıyanık’ın Kafka’yı tanıyıp tanımadığından emin değiliz. Ferid Edgü, Bilge Karasu, Hasan Ali Toptaş, Sadık Yalsızuçanlar Türk Kafka’sı tanımlamasına girenler. Ancak Türkiye’de, merhum Veysel Atayman’ın ifadesiyle biraz sürrealist, anlamsız, absürt yanları olan her öykü, Kafka’nın eserine ve bu eserlerin yazarlarını da Kafka’ya benzetme meyli bulunmaktadır.

Kafka’yı çeviriden okuyan ile Almancadan okuyan arasında nasıl bir alımlama farkı olur?

Kültürün taşıyıcısı ve aktarıcısı olan dil, içinde bulunulan kültürün değerlerini yansıtır. Almancadan yani aslından okunulan bir eserde okuyucu o dilin ve kültürün özellikleri ile doğrudan muhatap olur. Çeviride ise tercüman, çevirdiği eserdeki dili anlayabildiği ve bu dildeki kültürel unsurları kavrayabildiği kadar çevirisine yansıtır. Yani okunulan her çeviride okuyucu aslında mütercimin penceresinden onun görebildiği kadarını, yine kendi kapasitesi çerçevesinde algılar ve anlamaya çalışır. Dolayısıyla Kafka’yı çeviriden okuyan bir kişi çevirmenin anlayabildiği ve aktarabildiği kadarıyla Kafka’yı ve eserlerini anlar. Aslında tercüme sırasında eser yeniden yazılır.

Kamuran Şipal çok deyim kullandığı için eleştirilmiş.

Kamuran Şipal, Franz Kafka’nın haricinde başka Alman yazarlarının eserlerini tercüme etmiş olmasına rağmen Kafka çevirmeni olarak tanınıyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Şipal’in çevirilerinde en çok eleştirilen noktalardan birisi çok fazla deyim kullanması ve serbest tercüme yapması. Deyimler, kültürün bir parçasıdır ve kültürlerarasında ortak kullanılan deyimler olmasının yanı sıra, her kültürün kendine özgü deyimleri bulunmaktadır. Şipal’in çevirilerinde de kültürel arka plan dikkate alınmaksızın pek çok deyim ve atasözü kullanılmış. Bu nedenle genelde serbest olarak yapılmış olan Şipal’in çevirilerinde aslına sadık kalınmadığını düşünüyorum.

Türk okuru Kafka’yı nasıl tanıyor? Neden seviyor?

Türk okurunda tek bir Kafka portresi yok. Kimisi onu çok depresif, hastalıklı ve zayıf bir kişi olarak görürken, kimisi son derece hassas, anlayışlı ve sevgi dolu olarak tanımlıyor. Kimisine göre Kafka çok dindar, kimisine göre ise dinsiz biri. Bence okurun Kafka’yı tanımlamasında kendisinin hayata bakış açısı ve dünya görüşü önemli rol oynuyor. Kafka’nın sevilmesinin veya kendisine ilginin bu kadar yoğun olması hem Kafka’nın esrarengiz ve anlaşılmayan bir yanı olmasından hem de Batılı ve popüler olmasından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle popülaritesi olan ve üstelik anlaşılmayan veya anlaşılması zor olduğu kabul edilen bir kişiye hayran olmak entelektüel bir grubun mensubu olmak anlamına geliyor. Bu durum da kişiyi yeterince okumadan ve düşünce çilesi çekmeden kolay yoldan bir payeye ulaştırıyor. Yani Kafka’yı anlamak veya anlamak için uğraşmadan kişi çabucak Kafka ile ilgilenenler grubuna giriyor. Onun için ‘’Ben de Kafka’yı çok severim ve ilginç bulurum’’ diyenlere ‘’Neden seversiniz?’’ diye sorduğunuzda genelde bir cevap alamazsınız.

Alımlama açısından Türk okuru ile Alman okuru ile nasıl bir mukayese yapılabilir?

Bir edebi eseri alımlama, yorumlama ve bu esere eleştirel yaklaşım, okurun kendi bilgisi, değerleri ve tecrübesi ile doğrudan ilgili olan bir durumdur. Almanya’da Kafka’nın eserleri Nasyonal Sosyalist dönemde yasaklı eserler listesindeydi. 20. yüzyılın ortalarından itibaren Kafka’nın eserlerindeki atmosferi tanımlayan kafkaesk kelimesi Kafka’nın isminden türetildi ve bu kelime 1970’li yıllardan itibaren Alman sözlüğü Duden’de yer aldı. Açıklanamayan, absürt ve tehditkar durumlar, kafkaesk olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu durumlar kişinin yaşamış olduğu ailesi, arkadaşları gibi yakın çevresinde olabildiği gibi, bürokratik, politik, dini ortamlar ve çalışma ortamında da olabilir. Yani kafkaesk olarak, bireyin tehdit altında olduğu, içinden çıkamadığı, anlam veremediği, kendisini dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissettiği durumlar anlaşılır, ve Batı’da Kafka yorumları bu çerçevede yapılır.

Kafka’nın eserlerinin Türkçeye çevrilmesinden sonra 1950’li yıllardan itibaren Kafka üzerine Türk yazarların yazılarında çoğunlukla Batılı yazarların Kafka ve eserleri üzerine yazdıklarının aktarıldığını ve kendi yeni bir eleştirel yaklaşımlarının olmadığı görülüyor. 70’li yıllardan sonra özellikle darbe sonrasında alımlama Türkiye’deki siyasi olaylar çerçevesinde gerçekleşiyor. Türk kültürü ve değer yargıları perspektifinden Kafka’nın eserlerinin alımlanması ve yorumlanması ise çok sınırlı sayıda ve son on yıl içinde olduğu dikkati çekiyor. Türk ve Alman okuru karşılaştırıldığında istisnalar elbette olmakla birlikte Türk okurunun bir mesele üzerine kafa yorup kendi fikir ve düşüncesini oluşturarak bir yorum ortaya koyması yerine hazır olanı alarak onun üzerinden konuşmayı tercih ettiğini görüyorum. Kanaatimce bu, bir yandan Türkiye’deki eleştirel bir kültürün ne derece var olduğu ve Franz Kafka özelinde, popüler olan ve hele de Batılı bir yazar hakkında eleştirel bir söylemin geliştirilip geliştirilemeyeceğiyle alakalı durumdur.     

İronik bir umut düşüncesi

Prof. Dr. Beyhan Kanter: Franz Kafka’nın yaşadığı dünya, büyük bir kırılma zamanının sahnesi olarak değerlendirilebilir. I. Dünya Savaşı’nı da içine alan bu süreçte, insanların dünyayı algılama biçiminde yokluk, karamsarlık, umutsuzluk, huzursuzluk, yabancılaşma ve ölüm gibi kavramlar ön plana çıkmaya başlar. Günümüzde Kafka’nın okurların gözündeki yerini belirleyen temel faktör; onun odağa aldığı yabancılaşma sorununun hâlihazırdaki dünyanın da en büyük sorunlarından biri oluşudur. Onun dünyası Garaudy’nin deyişiyle “boğucu insaniliğini yitirmiş bir dünya, bir yabancılaşma” dünyasıdır. Kafka’nın karanlık ve umutsuz modern dünya karşısında geliştirdiği yaşama tutunma biçimi, sadece onunla alay ederek absürd kurgular oluşturmak değildir. Onun, karanlık dünyasını aydınlatan ve tüm okurları da ortak ettiği ironik bir umut düşüncesidir.

Kafka Galata gibidir

Altar Kaplan: Kafka okumayı Galata’da yaşamaya benzetirim; gizemli, tekinsiz, helezonik, bohem. Galata, nasıl şehrin göbeğinde olmasına rağmen mimari ve sosyo-kültürel olarak şehrin mevcut anlamını yitirdiği bir yapıdaysa alışılagelen sebep-sonuç ilişkilerinin koptuğu, her an her şeyin herkese olabileceği irrasyonel atmosferiyle Kafka’nın yazını da bu muhite benzer. Edebiyatımızda Hasan Ali Toptaş, gerek üslup gerekse mana olarak Kafka’dan etkilenen yazarların başında gösterilmektedir. Türk okurunun Kafka’ya ilgisi üslubunun anlatımın doğal bir parçası olmasından ve hiçbir konuda kesin bir yargıda bulunmamasından kaynaklanıyor olabilir. Ve biraz da dramatik hayat hikayesi etkili sanırım.