Cinsi latif mi cinsi lütuf mu?
ABONE OL

Yıllar önce bir 8 Mart... Hem Kurban Bayramı, hem de güya "Kadınlar Günü". Mahallede bayram sevinci, konukomşu kurban telaşında... Her evden kavurma kokuları geliyor. Hava zemheri soğuk, geçimlikten fazla para yok, aile kurban kesememiş... Varsa da zaten evin babası keyif parası olarak saklıyor. Evde her zamanki ağır kasvetli ortam; bayram sevinci adeta kapının eşiğinde kalmış, içeri giremiyor. Çocuklar da alışık oldukları bu tatsız havadan nasibini fazlasıyla almış, babadan uzak yerlerde saklanıp görünmez olma çabasında.

Kangrenden tek kurtuluş

Derken irin akmaya başlar, koca karısını uyduruk bir bahaneyle yine öldüresiye döver. Kadın aldığı darbeler ile yere yığılır... Koca şiddeti ne bayram dinlemiştir, ne de Kadınlar Günü... Günlerce hastanede kaldıktan sonra gözünü açtığında kadının tek isteği hayatından "kangren"i söküp atmaktır. Ama hey hat, ne mümkün! Kocanın ailesinden önce kadının ailesi karşı çıkar boşanmasına... Hatta kadının yediği dayağı belgelemek için rapor almasını bile istemezler... Elalem ne der... Olur böyle şeyler aile içinde (!)...Öyle ya, çocuklar babasız, kadın kocasız, aile başsız kalamaz...

Oyuncular değişir rol aynı

İsimsiz bir kadının başından geçen bu hazin boşan(ama)ma(!) hikayesi, esasında hepimizin sıklıkla işittiği sıradan bir vaka...Hatta bu satırları okurken belki de bir yakınınız gelmiştir hemen aklınıza... Hülasa, hikaye aynı, roller aynı, sadece oynayanlar başka... Üstelik bu hikayelerin kahramanları, TV'de öğleden sonra kuşağına konuk olan asgari eğitimli, cahil kesim değil sadece. Yüksek eğitim almış, meslek-mevki sahibi kadınlar da kocalarının fiziksel ve duygusal şiddetine maruz kalabiliyor. Yüksek eğitimliler, bir de toplumun kendine biçtiği rolün ağırlığı ile eğitimsiz kadınlar kadar yaşadıkları şiddeti kolayca dışa vuramıyor ve belki de çok daha ağır yaşıyorlar bu travmaları. Öte yandan, kadına yönelik şiddetin failleri de zaman zaman çok üst düzey eğitimli, toplumun üst katmanlarından erkeklerden olabiliyor. Özetle şiddetin mağduru da faili de toplumun her katmanından çıkabiliyor...

Kadına yönelik şiddet aslında birçok çarpık düşüncenin, algının ve toplumsal yaklaşımın gün yüzüne çıkmış bir tezahürü ve maalesef beklenen olağan sonucu. Bu durum esasen köklerini erkeği merkeze alan, kadını zavallı, aciz ve muhtaç olarak algılayan hastalıklı bakış açısından alıyor. Bu konuda her ne kadar doğu toplumlarında kadın daha dezavantajlı gibi görünse de dünyanın her yerinde kadına yönelik eşitsizlik, hak istismarı, aşağılama ve cinsiyetçi yaklaşımlar, günümüzde de hız kesmeden devam ediyor. Erkek evladı soyun ve soyadının devamı olarak görmenin yanında, erkek çocuğun yaşlandığında ebeveynlere bakma ihtimali, mirasın korunması gibi gerekçeler ve kültürel değerler ailelerin erkek çocuğunu kız çocuğundan daha üstün tutmasına sebep olabiliyor. Aile içi roller ve ahlak anlayışları da kız çocuğun erkek çocuğa göre daha korunaklı bir yaşam alanında büyütülüp daha edilgen ve her zaman bir erkek tarafından korunma ve kollanma gerekliliği altında hayatını sürdürme kültürünü gerekli kılıyor. Bu yaşam modeli ailenin tüm bireyleri tarafından kabul edilmesini ve nesiller arasında bu kültürel kodların aktarımını sağlıyor.

İş hayatında ötekileştirme

Kadının ötekileşmesi, sadece sosyal hayat ile sınırlı olmayıp iş hayatında da kendini gösteriyor. Aynı işi yapan, aynı eğitim seviyesine ve yetkinliğe sahip bir kadın her zaman erkekten daha az ücretlendiriliyor. Mesleki kariyer ve yükseltmelerde aynı performansa sahip erkek her zaman ve her yerde kadına tercih ediliyor. Mesai sonrası erkek erkeğe akşam yemeklerinde ve futbol maçlarında alınan ihaleler iş hayatında erkek egemen ilişkilerin derinleşmesine ve kariyerde erkekleri her zaman daha avantajlı hale gelmesine yol açıyor. Aynı mesleki konumdaki kadın ve erkekten kadın kendini ispatlamak ve yükselmek için erkekten çok daha fazla efor sarf etmek zorunda. Üstelik çok çalışıp yüksek performans gösterirse "takıntılı ve hırslı", düşük performans gösterirse de "yetersiz" olarak damgalanmak her an yanı başında. Bunlara kadının bekarlığı, boşanmışlığı da eklenerek söylemler iyice tatsızlaşabiliyor. Buna karşılık hiçbir erkek çalışan medeni durumu üzerinden tasnif edilmez, mesleki performansı dedikodu malzemesi yapılmaz.

Oysa kadın, eskilerin tabiri ile cins-i latif olmanın ötesinde varlığı lütuf olan bir varlık. Annenin olduğu ev yuvaya dönüşür, kadının olduğu yer güzelleşir. Küçük yaşta anne kaybı, baba kaybından çok daha fazla yakar çocuğu. Burada kastımız ailede babanın önemsiz olduğu değildir elbette. Ama çocuğun ilk yaşları anne ile başka güzeldir. Anne kokusu çocuğu rahatlatır, sakinleştirir, güven verir. Evde herkes hasta olsa anne tek başına herkese bakar da anne hasta olduğunda ev perperişan olur, yemek pişmez, ocak tütmez olur. Özetle, evin ve ailenin direği, Allah'ın lütfudur kadın...

Bütün bu değerine rağmen ne aile içinde, ne sosyal hayatta ne de iş hayatında hak ettiğini alamaz kadın. Her zaman yetiştirilecek işler, bakılacak çocuklar, adanacak sevdikleri vardır kadının hayatında. O meşhur reklam cingılında söylendiği gibi "çocuk da kariyer de" yapamaz kadın. Zira, erkek meslektaşı ihaleyi kapmak için akşam yemeğine çıkarken kadın bir an önce çocuğu kreşten alıp eve gitme, yemek yapma, büyük çocuğa ödev yaptırma, ebeveyn ziyareti gibi bitmek bilmez onlarca mesai sonrası başka mesailere yetişmeye çalışır. Ama asla iç dünyasında vicdan azabından kurtulamaz. Ne tam anne, ne tam kadın, ne tam çalışan... Hiçbiri tam olmadıkça memnuniyetsizlik vicdan azabına, o da boğazda takılmış ve yutkundukça sürekli kanatan dikene dönüşür. Biz çalışan anneler hepimiz biliriz o boğaza takılan dikenin kanlı tadını...

Hanımefendi okuyucuların kendinden mutlaka bir şeyler bulduğu bu satırlarda genellikle kentli kadınlarına vurgu yaptım. Bir de kırsalda kadın olmak var ki, o bambaşka... Kırsalda kadın olmak hem fiziksel güç hem psikolojik metanet gerektirir. Eskisi kadar olmasa da kırsalda kız çocukların eğitim hakkı hala erkek çocuklardan çok geriden geliyor. Hep "okursa okur, okumazsa veririz kocaya" diye başlayan telkinlerle kız çocukları adeta kaderlerine hazırlanır şarkta. Elbette hayatın olağan akışı içinde evlenmek, çocuk sahibi olmak da var. Ancak herhangi bir eğitime ve maddi güvenceye sahip olmadan çok erken yaşta yapılan evlilikler, erkeğin güç alanını pekiştirmekten ve kadını her türlü baskı ve şiddete açık hale getirmekten başka bir şeye yaramıyor maalesef.

Öte yandan değerli sanatçımız Cem Yılmaz'ın "eğitim şart" diye hafif istihzai dillere pelesenk olmuş söylemi zannediyorum kadın sorunlarının çözümlenmesinde merdivenin sadece birinci basamağı. Bunca eğitimli kadının fiziksel veya duygusal şiddet görmesi, şiddetin aile içinden taşıp işyerlerine sirayeti, oradan sokakta hiç tanımadığı insanlara kadar yayılması sadece eğitimle halledilebilecek bir sorun olmaktan öte girift problemleri işaret ediyor.

Herşeyden önce bilinçli ailenin güçlendirilmesi ile başlamak gerekiyor sanırım. Huzurlu, bireylerin sorumluluklarını iyi bildiği aile ortamında büyüyen çocukların anne ve babalarını kendilerine rol model aldıkları ve karşılaştıkları sorunlarla mücadele konusunda daha dirençli oldukları bir gerçek. Evlenip yuvadan uçsa da bir sorunla karşılaştığında her zaman kızına destek olacak bir aileye sahip olduğunu bilmek kadının hayata daha güvenle bakmasına katkı sağlar. "Gelinlikle çıkıp kefenle gelme" trajedisi yerine "bu kapı sana her zaman açık" güvencesi kadının şiddete karşı duruşunu daha cesaretli kılacaktır. Bunun yanında, kadının belli bir meslek sahibi olması ve ekonomik güvence, huzurlu olmadığı ortama mecbur kalmamasını sağlayacaktır.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların gerek özel gerekse iş hayatında yaşadıkları güçlükleri gündeme getirmek ve sorunları hatırlamak için önemli... Son yıllarda kadınların sosyal hayat içinde güçlendirilmesi için önemli girişimler yapıldığını da ifade etmek gerekir. Çalışan ve çocuk sahibi olan kadınlara son dönemde sağlanan imkânlar, çalışan kadınların hayatlarında önemli kolaylıklar sağladı. Cinsiyet eşitsizliğine karşı farkındalığın arttırılması, iş yerlerinde kadın-erkek eşitliğinin tesis edilmesi için çaba gösterilmesi bunlar arasında ilk akla gelenler...

'İyi hal' sorunu

Ancak daha alacak çok yol, aşılacak çok engel var. Her gün medyada şahit olduğumuz kadına yönelik şiddet, eş/sevgili tarafından katledilen kadınlar, iş hayatında yaşanan taciz ve mobbing vakaları halen tüm ağırlığı ile devam ediyor. Cezaların "iyi hal indirimleri" ile hafifletilmemesi önemli bir caydırıcılık getirecektir. Mütevazı bir atölyede çalışan işçi kadından üniversitede ders veren akademisyene kadar kadınların yaşadıkları şiddet ve mobbing konusunda da suçun tespiti ve hak edilen cezanın zaman geçirmeden verilmesi, şiddeti yapan taraf açısından önemli bir otokontrolün oluşmasını sağlayacaktır. Ayrıca mobbing yaptığı sabit olan yöneticilerin bir daha meslek hayatları boyunca yönetici olamama gibi cezalara çarptırılması, bu kişilerin başka seferlerde başka kadınlara benzer suçlar işlemelerini engelleyecektir. Son olarak tacize ya da mobbinge uğrayan kadınlar haklı dahi olsalar çalıştıkları kurumda dışlanma ve belli bir süre sonra işten atılma riski dolayısıyla susmayı tercih edebilmektedir. Bu tür vakalar sonrasında kadınların işlerini kaybetmeme ve farklı şekillerde yeniden mobbinge maruz bırakılmayacakları konusunda yasal güvencelerin sağlanması belli ölçüde kadınları daha güvende hissettirecektir.

Tüm acılara ve sorunlara rağmen dünyayı güzelleştiren, nezaketi, letafeti, zerafeti ile bulunduğu ortama güzellik katan bütün kadınların Kadınlar Günü kutlu olsun...

[email protected]