Darbelerin dönüştürücü gücü
ABONE OL

Türkiye'de darbelerle dünya sisteminin doktrinlerinin yürürlüğe girmesi arasında doğrudan bağlantı var. Darbeler sağ-liberal hükümetlere karşı yapılırken yerine gelen idarelerin yine sağ-muhafazakar-liberal anlayışlar ve kadrolardan oluşması bir yönüyle meselenin ülke içindeki reel siyasetin, hassasiyet noktalarının, siyasal alanın hangi dinamikler üstünde yükseldiğinin önemsizleştiğini gösteriyor aslında.

Tedrici değişim, liberalizmi içselleştirememiş, kerim devlet anlayışının hakim olduğu bu topraklarda kendiliğinden gerçekleşmiyor. Dış kaynaklı etkiler, bir baba ve otorite eliyle yönlendirme "beyin dini boyun dinidir" pratiğinin oluşu gerçekleştirmesi Türkiye'deki siyasal alanı kuran ana etkenler. Her ne kadar bizde darbe geleneği tasfiyeleri içerdiği için varoluşumuza içkin tüm siyasi geçmişimize hakim olsa da Tanzimat öncesi Paşalar iktidarından Babıali Baskını'na oradan 15 Temmuz'a kadar tüm kalkışmalar modernleştirme ameliyesinin, toplumu merkezden değiştirme çabasının bir sonucudur.

Darbelerin kökleri

Cumhuriyet döneminde 1924 ile başlayan süreç 27 Mayıs ile bilindik manada darbe diye tanımlanır. Halbuki ABD'nin 2. Dünya Savaşı'nı kazanmasına bağlı adımları atsa bile İnönü'nün Demokrat Parti eliyle tasfiyesi Amerikan dünya sisteminin pratik uygulayıcıya el verdiğinin ilk işaretidir. Bu açıdan özde liberal, yeni dönemi kanıksamış, siyasi olarak yıpranmamış kadrolarla liberal düzeni ikame etmek temel hedef idi... Elbette DP, Tek Parti zihniyetini ortadan kaldırmak isteyen millet için bir fırsattı fakat aynı zamanda yeni ekopolitiği kuracak uygun sınıfı temsil manasına geliyordu.

CHP ve Kadro Hareketi devletçiliğine karşı liberal programı savunun Celal Bayar ile "toprak burjuvası" Menderes'in kaynaşması "küçük Amerika"yı inşa edebilirdi. CHP ve İttihatçılığın merkezi elde tutmaya dayalı memur modernizmine karşı dindar-geleneksel eşraf, dindar-muhafazakar halk katmanlarına dayanan DP hareketi ticarete, üretime, teknolojiye, dışa açık bir modernleşmeyi benimsiyordu.

Lale Devri'nden bu yana Batılı bilim ve teknik gelişme eğilimi içinde ilk imalat, manifaktür alt yapısını kurmaya çalışan imparatorluk aklından Anadolu Müdafaa Cemiyetleri, DP ve Milli Görüş'e uzanan dindar orta sınıfa karşı CHP-İttihatçılık, üst yapının, kültürün modernleşmesi ve İslamsız bir gelenekselliğin korunması için kavga veriyordu. İttihatçılar ve CHP idaresi devrimlerle siyasi, toplumsal ve ilmi yapıyı kökten değiştirdi, "üç beyaz" gibi temel ihtiyaç maddelerini içeren sanayi ve üretimin dışına çıkmadı.

DP ile başlayan dindar-muhafazakar-sağ gelenek kapitalizmin "altyapı"sını kurmaya yöneldi; karayolları, köprüler, barajlar, iletişim-enerji teknolojileri ile gelişmiş merkez ülkelerin de ihtiyacını karşılayacak tüketim ürünleri sanayiini yani tekstil, yedek malzeme ürünlerini üretti. Özellikle neoliberalizmle başlayan küreselleşme, tüketim toplumu, popüler kültür dönemindeki ürünlerin ülkeye dağıtımı Demokrat Parti liberalizmiyle sağlandı. Dindar-sağ-muhafazakar iktidarlar "dağıtım kapitalizmi"nden öteye geçemeyen performans sergiledi.

Burada bir tek Necmeddin Erbakan ayrı hususiyet gösterir... Erbakan kapitalist merkezin Türkiye'de gelişmesini engellediği "ağır sanayi"yi savunmaktan vazgeçmediği için de hiçbir zaman iktidara gelemedi. Refahyol da İstanbul büyük burjuvazisinin pahalı geri teknolojili montaj sanayi tekelini kırdığından yine CHP-İttihatçı statükonun üst yapı oyunları, tarz-ı hayat operasyonlarıyla yönetimden uzaklaştırıldı.

27 Mayıs Türkiye'de 1924'ten sonraki en sert, en keskin değişimi, tasfiyeyi gerçekleştirir. Osmanlı-Alman-İngiliz bakiyesi kadroları, mekanizmaları, bürokratik işleyişi yani düzeni kalıntılarıyla birlikte kazır. Menderes liberal olsa da ABD sisteminin bir unsuru olmayı beceremeyecek kadar "eski tarz" siyasetçidir. Zaten ülke için başka angajmanlar araması, Avrasya'ya yönelmesi, Hilafeti ağzına alması merkezine ABD'nin yerleştiği yeni sistemi kotaramayacağının ve tasfiye edileceğinin göstergesiydi. Öyle de oldu.

Yeni sentezler dönemi

27 Mayıs idaresi sola açık bir yönelim sergilese de liberalizmden taviz verilmedi. Fakat liberal siyasete karşılık Türkiye'nin ulus devlet meseleleri de sistemin yönelimleriyle çatışmaya başladı. 1960 ve 70'lerde Kıbrıs meselesi her tür entegrasyona rağmen ayrışma noktalarının başında yer aldı. Kıbrıs Harekatı Türkiye'yi ekonomik darboğaza sokarken neoliberalizme açık ekopolitiğin doğmasına yol açtı.

Dindar orta sınıf ile statükocu memur İttihatçılık arasındaki çatışmaya liberal siyasetle ulus devlet refleksleri de eklendi. 70'ler tam manasıyla yeni sentezlerin, yeni siyasi aktörlerin dönemi oldu. Ulus devlet reflekslerine karşı MHP ikame edilirken sağcılığa ve muhafazakarlığa sığmayan İslamcılığı kanalize eden Milli Görüş hareketi bu evrede doğdu. CHP 60'lardaki devrimci dalganın kırılmasından sonra ılımlı solu sahiplenerek sosyal demokrasi-ortanın solu sentezine gitti, MC hükümetleriyle de Cumhuriyet'in Türk Müslümanlığı, Türk-İslam sentezi, milli-yerli duyarlık küresel liberalizmle klasik Türk düzeni arasında "geçiş" yaşandı. Bu anlamda 70'lerin geçiş özelliği 1990'larda 2015 sonrasında kendini gösterir.

'Yeni dünya'ya entegrasyon

1970'lerde Pinochet ile başlayan Anglo Sakson dünya ABD ve İngiltere ile yerleşen neoliberalizm Türkiye'ye 12 Eylül rejimiyle geldi. 27 Mayıs gibi 12 Eylül de sağa karşı yapılırken getirdiği isimler de yine aynı tabandandı. Neoliberalizmle dünya yeni bir döneme geçti, Türkiye de Özal ve 24 Ocak kararlarıyla küresel liberalizme açıldı. Özelleştirmeler, ihracatlar, tüketim ile beraber özellikle ülkenin iletişim ve ulaşım alt yapısı yeniden inşa edildi. Küreselleşmenin gereği Türkiye'nin dört bir yanına yeryüzünün her tarafından ulaşmak mümkün hale geldi. Türkiye küresel şirketlerin ürettiği tüketim malzemelerinin en büyük açık pazarlarından biriydi artık. Elbette bununla beraber yeni anayasa ile işçi hareketleri epey kısıtlandı. İktisat kadar neoliberalizm siyasi programa da sahipti; çevrenin merkeze taşınması bu dönemde yoğunlaştı. Artık dindarlar, milli ve yerli, etnik ve mezhep unsurlarıyla yeni kültürel yapılar merkeze yürümeye başladı. Küreselleşme dalgası Türkiye'de siyasal alanı da değiştirmeye yöneldi, çevreden gelenlerin aktivitesi arttıkça ulus devlet mekanizmaları daraldı.

5 Nisan gibi iktisadi kararlar Sivas olayları, suikastler, Susurluk hadisesi, RP'nin belediyeleri ve seçimleri kazanması statükoyu rahatsız etti. Soğuk Savaş'ın ardından globalleşme devlet yapısına yönelince bölücülük, Irak ve Kıbrıs meselesi içe kapanmacı güçlerle küreselcileri karşı karşıya getirdi, 28 Şubat ile küreselci eğilim durduruldu. Çevre hareketinin en büyüğü muhafazakar dindarlık Milli Görüş üzerinden engellenmeye çalışıldı. İttihatçı memur yapı Özal neoliberalizminin rövanşını almıştı.

Neoliberal kalkınma

28 Şubat bırakın neoliberalizmi engellemeyi, uyguladığı usullerle önünü daha da açtı... 28 Şubat'ın ürettiği hükümet 2001'de ciddi krize girince çevre iktidara geldi. Tabii AK Parti'nin ilk yılları IMF bünyesinde evvelce oluşturulan sıkı mali politikalarla geçti; 2007 sonrasındaysa finansal genişlemeye dayalı dünya sisteminin etkisiyle ekonomik refah gerçekleşti. Yoğun sermaye girişi ağır sanayi, teknoloji geliştirme yerine iletişim, ulaşım altyapısı ve inşaat sektörüne yönlendirildi. Aynen Menderes ve Özal döneminde olduğu gibi küreselleşmenin getirdiği yeni pazar ve kültüre adapte edildi Türkiye'deki alt yapı. Tabii bu dönemde iş çevreleri, İstanbul büyük burjuvazisi kadar Anadolu'nun orta tip işvereni de gelişti, bu manada dindar eşraf Menderes sonrasında ilk defa merkezde daha çok yerini aldı.

2010'lu yıllardan sonra ise taşeronlaşmanın da etkisiyle işçi hareketleri gittikçe zayıfladı. Ekonomideki neoliberalizm dış yatırımları destekledi, ciddi bir ivme yakalandı siyasal alanda Cumhuriyet tarihinin en yoğun ve hareketli günleri de bu aralıkta yaşandı. Memur İttihatçı statüko pek çok darbe planı yaparken 27 Nisan'da bir bildiri yayımladı. Cumhuriyet mitingleri, tütün işçilerinin grevi gibi meseleler statükonun çabalarının bir sonucuyken hukuk, eğitim, iktisadi düzen, kültür alanındaki nizamın olmasa da kadroların tasfiyesiyle sonuçlandı.

2013 adeta "darbe fırtınası"nın başlangıcıydı. Gezi, tasfiye edilen tüm odakların birleşerek iktidarı zayıflatma çabasının "olay"a dökülmüş haliydi.

FED'in 2013'teki finansal genişlemeyi durdurma faizleri yükseltme kararı dünyaya paralel biçimde Türkiye'de de neoliberal krizi başlattı. Bu küresel meselenin Türkiye'ye yansımaları çok ciddi sonuçlar ve transformasyon getirdi.

Kemalist elit merkezden uzaklaştıkça etnik, mezhep ve dindar çevre yavaş yavaş boşalan yeri doldurdu. Zamanla sistemli çalışan Fetullah Gülen cemaati sol liberal ve Kemalist kadroların zayıflatılmasını fırsat bilerek iktidarla boy ölçüşmeye yöneldi.

Hesaplaşma

2011-2021 arası hesaplaşma dönemi olarak tanımlanabilir; devlet çevreden gelen etnik, mezhep unsurları ve birtakım dini gruplarla, dini yapılar birbirleriyle, AK Parti hem güçlenen statüko hem çevre unsurlarıyla hem de kendi kurduğu düzenle hesaplaşmaya girişti. 2016 yılı tüm hesaplaşmaların neticelendiği bir tarihi gösterir. Neoliberal İslamcılık ve siyaset bu tarihte nihayete erdi, yerine yine bir büyük sentez milli-yerli dönem başladı.

FETÖ darbe girişimi sonrası finansal daralma yüzünden iktisadi kriz derinleşirken toplumsal, siyasal, uluslararası meseleler çeşitlendi. ABD'nin darbe girişimi, F-35, güneyde Kürt özerkliği, Patriot, Rahip Brunson, Halkbank gibi olaylar Avrasya'ya yönelmeye yol açtı. Özellikle Ruslardan alınan S-400'ler Türkiye'nin kamp değiştirdiği fikrini kuvvetlendirdi. AB'de Brexit, Ticaret Savaşları, Çin'in yükselişi, Trump'ın içe kapanma politikası, ABD hegemonyasının fetrete girmesi, yeni bir dünya sisteminin uç verememesi Türkiye'nin Avrasya-Transatlantik arasında daha rahat politikalar uygulamasına vesile oldu. Tabii neoliberal politikalar devam ederken sermaye girişi daraldığı için bariz bir iktisadi gerileme de gözlendi; fakat 2018'de yine FED'in finansal genişleme kararıyla Türkiye'ye döviz girişi sağlanınca siyasi krizler ekonomik zorluklarla bütünleşemedi. Türkiye yine inşaata büyük destekler vermeye devam etse de bazı yeniliklere de yönelindi; ülke savunma sanayiinde büyük yatırımlar yaptı, özellikle Anadolu'da küçük ve orta ölçekli pek çok yeni desteklemelerde bulundu.

Biden konjonktürü

Son yirmi yıldaki darbe girişimleri statükocu güçlerin, sol ve liberallerin tasfiyesini; Gezi ile başlayan süreç de etnik, mezhep, dini grupların oluşturduğu çevrenin merkezden uzaklaştırılmasını getirdi. Bu ulus devlet refleksinde kuşkusuz 2013 yılında ABD'nin benimsediği finansal daralma kararının, neoliberalizmin küresel şirketler-ulus devletler çatışmasının payı çok büyük.

AK Parti statüko karşısında darbe girişimlerinin de etkisiyle güçlü bir mücadele verirken Gezi sonrası yine darbe girişimleriyle ulus devlet reflekslerini benimsemedi. Milli ve yerli süreç, iktisadi bunalımla beraber uluslar arası sahadaki etkinliği yüzünden güçlü bir karşıtlığın da üretilmesini getirdi.

Salgının verdiği zarara ek olarak Trump'ın gitmesi Biden'ın gelmesiyle beraber dünyada ciddi bir değişimin yaşanacağı muhakkak; Çin kendi dünya sistemini inşa etmek için fırsat kollarken Biden ABD'si hegemonyacı imparatorluğu diriltmenin yollarını arıyor. Bu evrede yeni oligopoller, çok kutuplu güç arayışları, yeni pazar ve sömürge sahalarının kurulacağı kesin.

Dünya sisteminin doktrin değiştirdiği yıllarda Türkiye sabit kalmamış, bu değişime ilk intibak eden ülkeler arasına girmiş. Yeni bir neoliberal siyasallığın kendini göstereceği kesin de bakalım yeni dönemde husule gelen sentezler Türkiye'yi nereye taşıyacak?

[email protected]