Dengenin dengeleyicisi Türkiye
ABONE OL

Suriye iç savaşının nereden nereye geldiğini en iyi bilenlerden biri hiç şüphesiz Türkiye’dir. Bu kanlı savaş, bir döneme damga vuracak kadar uzayıp gitti çünkü Suriye’de kimin borusunun öteceği meselesi hem büyük güçlerin jeopolitik mücadelesinin bir parçası oldu hem de doğal olarak bölge aktörlerinin jeopolitik beklenti ve kaygılarını etkiledi. Bu süreç zarfında Suriye iç savaşının aktörü ya da savaştan etkilenen oyuncular arasında oyun birkaç kez yeniden kurulmak durumunda kaldı; aktörler yeni oyun kurallarına göre jeopolitik ellerini belli eden kağıtların yeniden dağıtılmasını bekledi. Hatta bu yüzden, kimi yazarlar, araştırmacılar, tek bir Suriye savaşından değil, üst üste binen farklı Suriye savaşlarından bahsediyor.

Elenen oyuncular

Ancak kuantum dünyasında da değiliz, tüm farklı Suriye savaşları birbirini etkiledi. Kimi oyuncuları eledi, kimi oyunculara elini değiştirme şansı verdi. ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den Amerikan askerini geri çekme kararını verdiği 14 Aralık tarihi de böyle bir dönüşümün, masada kartların yeniden dağıtıldığı bir dönemin başlangıcı olarak hatırlanacak.

Geriden liderlik

Trump’ın Suriye’den çekilme kararı cevabı aşikâr ve cevaplanması bugün için çok zor pek çok soruyu da beraberinde getirdi. ABD genel güvenlik politikası üzerinden değerlendirenler, ABD’nin Trump yönetimi altında keskinleşen korumacı, milliyetçi, izolasyon yanlısı politikalarına atıfta bulunarak Trump’ın maliyetli askeri maceralardan çekilip gücünü Çin ile giriştiği siyasi, askeri, ekonomik mücadeleye harcayacağını söylüyorlar. Eğer durum buysa, Trump’ın kaba siyaseti altından Obama’nın gülen yüzü görünüyor demektir. Nitekim, Başkan ve eşi, henüz çekiliyoruz açıklamasının şokunu daha dünya üzerinden atamamışken Irak’ta görev yapan ABD askerlerini ziyaret etmeye karar verip, Noel kutlaması niyetine bazı jeopolitik mesajları meraklı kamuoyu ile paylaşmayı ihmal etmedi. Başkan, ziyaretinde, Irak’taki Amerikan üslerinin Suriye’ye coğrafi olarak yakın olduğunu ve ABD’nin Irak’tan çekilmeye hiç niyetli olmadığını söyledi. Sonuçta, Başkan Trump, bu mesajla izolasyon filan hedeflemediğini, sadece Obama döneminin çok ünlü “geriden liderlik” (leading behind) stratejisine dönüş yaptığını anlatmak istiyor. Elbette bu yeni mesaj üzerine de çok soru sormak, ABD’nin gidişatının ne kadar yerinde olduğunu sorgulamak mümkün. Özellikle de bu mesajı veriş süreci içerisinde Irak egemenliğini yok sayarak, zaten karışık Irak iç politikasını daha da karıştırıp, yani gürültüsü bol bir geriden liderliğe soyunmak iyi bir başlangıç gibi görünmezken. Ayrıca, şu da sorulabilir: Obama dönemi Amerika’nın Ortadoğu politikası başarılı mıydı ki Washington DC dümeni oraya kırdı. İşte cevabı aleni sorulardan biri: Obama dönemi ABD politikası başarısızdı ama Trump’ın ilk ki yılındaki ABD politikası da çok başarısız ve maliyetliydi.

Ünü kötü küre siyaseti

Uzun bir süredir art arda çıkan/çıkarılan krizlerde kendi siyasetinin dayandığı aktörlerin başarısızlığını gözlemleyen ABD’nin daha fazla dayanamayacağını defalarca yazmıştık. Beklenenin, 14 Aralık Trump-Erdoğan telefon görüşmesi sonrası gerçekleşmesi tesadüf değil, çünkü Trump’ın kötü ünlü ‘küre siyaseti’ni, direnç ve kararlılığı ile çökerten en önemli aktör, Suriye’deki beklenti ve kaygılarını uzun bir süredir güvenlik ve beka üzerinden tanımlayan ve mesele beka ise büyük maliyetlere katlanıp başkaları için büyük maliyetler yaratabileceğini kanıtlayan Türkiye’ydi.

ABD Başkanı Trump’ı maliyeti siyasi olarak üstlenmenin anlamsız olduğuna inandıran, Aralık ayı sonuna doğru Ankara’nın Suriye sınırına askeri yığınak yaparak, Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyonun artık an meselesi olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından duyurmasıydı. Böyle bir operasyona arkadan Rusya’nın da yeşil ışık yakması, son alınan Astana-Soçi-Tahran-İstanbul Zirve kararlarının Suriye’de Amerikan varlığı istenmediği mesajı, ABD’ye Türkiye’nin operasyon konusunda son derece ciddi olduğunu ve Membiç’deki oyalama taktikleriyle geçiştirilemeyeceğini gösterdi. Bu tür bir operasyon Amerikan caydırıcılığının işlememesi anlamına geleceği gibi, sıcak çatışma ortamında iki NATO müttefikini karşı karşıya getirerek, Suriye üzerindeki ABD-Türkiye çatlağını NATO’nun içerisine taşırdı. Türkiye’yi tamamen Rusya’ya kaybetmek gibi bir risk de varken, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail, Katar ablukası ve Kaşıkçı cinayeti arasında bir yerlerde kaybolmuşken, tırlarca dolusu silaha, yemekli-halaylı desteklere rağmen PYD/YPG alanda kendini sözde de olsa aktörleştirebilecek bir siyasi/askeri başarı yakalayamamışken, NATO’yu bölebilecek bir hamle yapmak Trump gibi Ortadoğu’da elifi mertekten ayıramayacak bir başkanı bile ürküttü. Başkan, anlaşılan -iyi bir işadamı gibi- basit bir kar-zarar hesabı yaptı ve çökmüş ‘küre’ kuşağının en zayıf halkasını (Körfez’de hala petrol ve para, İsrail’de de füze ve bomba var), tüm bölge politikasını ABD’nin vekili olmaya sığdırmış, bunca zamandan, çatışmadan, füzelerden filan sonra dahi Kobani masalına tutunan PYD’yi terk edip sahada ve masada gerçekten etkili olan Erdoğan Türkiye’sine hızla dönüş yaptı.

Ankara’nın caydırıcılığı

ABD Suriye’den çekilme kararını verdiği anda, Türkiye siyasi ve askeri olarak belirli kazanımlar elde etti. İlk kazanım, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda PYD tehdidini ortadan kaldırılmak için başlatacağı bir askeri operasyonda Amerikan askerleri ile karşı karşıya kalma riskinden kurtulmuş olduğu gerçeğiyle ilgilidir. Bu kuşkusuz Ankara’nın en önemli siyasi ve askeri başarısı. Askeri bir başarı çünkü Trump, DEAŞ’la mücadelede Türkiye’ye güvendiğini ilan ettikten sonra PYD’ye sağladığı hava koruma kalkanını da terk ederek, hava operasyonlarını durdurdu. Böylelikle Ankara’nın Fırat’ın doğusuna gerçekleştireceği bir operasyona yönelik en önemli engel ortadan kalkmış oldu. Siyasi bir başarı çünkü öncelikle Ankara’nın askeri ve siyasi kabiliyetlerinin ABD gibi bir gücü caydırabilecek inandırıcılıkta olduğunu dosta düşmana gösterdi. ‘Küre’nin başarısızlığı, PYD’nin zayıflığını filan zikrederken Ankara’nın caydırıcı kapasitesine bazen gerekli önemi vermiyoruz, oysa bu Türk askeri-siyasi karar vericilerle, özellikle 2016’dan itibaren Suriye siyasetine verdiği destekle Ankara’nın direniş gücünü artıran halkın ilmek ilmek ördüğü bir inandırıcılıktır, son gelişmeyle daha da güçlenmiştir.

Gelecekteki belirsizlikler

Bunun ötesinde Beyaz Saray’ın birdenbire Suriye’nin komşusu bir müttefiki olduğunu hatırlaması oldukça önemli. Pentagon çevresi Suriye siyasetini örerken zayıf aktörün askerleştirilmesine yani PKK’nın Amerikan askeri haline getirilmesine o kadar yatırım yaptı ki var olan/olması gereken retorik unutuldu. Resmi olarak Ankara, NATO üyesi ve NATO’nun askeri gücüne en çok destek veren ülkelerden biri olan, aslında NATO’nun güney kanadını tutan Türkiye, ABD’nin müttefikidir. Gerçi, bugün, müttefiğimiz PYD’yi terk ettik diye ağlayan, PYD ile tüm Suriye hatta tüm Ortadoğu Kürtlerini özdeşleştiren, bu arada da Kürtlerin tüm siyasi aktörlüğünü ABD’ye bağlayıp onları siyaseten fakirleştiren liberal Amerikan söylemine bakıyoruz da hâkim Pentagon retoriğinin değişmesi zaman alacak gibi duruyor.

Yine de olan oldu, Trump, Türkiye’nin üstelik askeri olarak güçlü bir müttefik olduğunu hatırladı ve uzun bir süredir Ankara’nın teklif ettiği terörle ortak mücadele politikasını benimsediğini ilan etti. Böylece eksen-meksen, ittifak-mittifakın anlamsızlaştığı günümüz bölge ve dünya politikasında Türkiye hem Rusya hem de ABD ile şimdilik masadan karlı bir pazarlıkla kalkmış görünüyor. Bu elde, Ankara kazandı ama kabul edelim, ne oyun bitti ne de henüz oyuncular oyunun bitmesini istiyor. Tüm bu nedenlerle bugünkü bazı belirsizlikler gelecekte ortaya çıkabilecek riskleri işaret ediyor olabilir. Ankara bugün bu yüzden belirsizlikleri mümkün olduğunca gidermeye, cevabı bugün için tam verilemeyen bazı soruların olası cevaplarını aramaya çalışıyor.

Trump’ın asker çekme kararı akabinde Ankara’nın önünde cevap bekleyen bir dizi ciddi soru ve sorun var. Bunların bir kısmı şüphesiz ABD’nin iç politikasıyla ilgili ve bu aşamada en kritik soru Başkan Trump’a Washington içinde yönelen baskının Başkanın Suriye’den çekilme kararı üzerinde ne kadar etkileyici olacağı. Nitekim, Pentagon’un Suriye planlarının destekçisi olarak bilinen Mattis ve McGurk gibi figürler istifa etmeye başladı. Pentagon’un direnişini Trump şimdilik, “ben McGurk’ü tanımam ki zaten” biçimli bir politik çabukçulukla geçiştirmeye çalışıyor.

PYD kime yakınlaşacak?

Ancak Trump, McGurk’ü tanıyor hatta kimilerine göre seviyordu dolayısıyla Pentagon’u Trump tarzı bir kabalıkla ehlileştirmek mümkün olmayabilir. Pentagon’un da bir şey söylemek için fırsat çıkan Demokratların da kafası karışık İsrail lobisinin de (Tel Aviv için de maliyet hesabı yapmak gerek günler geldi de geçiyor bile) belli bir direnç göstermesini beklemek gerekir. Bu nedenle, Trump’ın bundan sonra da Suriye’den asker çekme kararını sürekli kılmak Ankara için en önemli ve hassas konulardan biri olacak. Mevcut şartlarda, Ankara şimdi Trump’ı kararından vazgeçirebilecek olası ihtimalleri de düşünüp buna göre önalmak üzere çalışacak. Bu bağlamda, Türkiye Trump Amerikası ile Başkanın öncelediği DEAŞ da dahil olmak üzere Suriye’deki tüm terör unsurlarıyla mücadelede iki tarafın koordinasyonunu öne çıkaran somut formüller üzerinde düşünecek ve bu yönde hazırlıklarını tamamlayacak. Bu noktada, Türkiye yıllar sonra ABD’ye önceden de teklif etmiş olduğu Suriye’de DEAŞ, PYD v.b. gibi terör örgütleriyle mücadelede müttefik olarak ortak hareket etme fikrini ilk kez Washington’a kabul ettirmiş durumda. Bu nedenle,8 Ocak’ta ABD askeri heyetiyle Ankara’da yapılacak görüşmeler taraflar arasında sağlanacak koordinasyon bakımından büyük önem taşıyor. Bu noktada, Ankara haklı olarak Suriye’de PYD’ye verilen üs, silah vb konularla ilgili endişelerine Washington’un somut bir yanıt vermesini bekliyor. Bu cevabın nasıl şekilleneceği doğal olarak TSK’nın sahada kendisine yönelen DEAŞ ve PYD gibi terör tehditlerine nasıl müdahale edeceği sorusuyla ilgili yol haritasını belirleyecek. Kısaca ilk iki belirsizlik (Trump’ın politikasının ömrü ve PYD’ye verilen imkân ve silahların geleceği) aslında iç-içe geçmiş durumda ve giderilmesi için bundan sonraki ABD-Türkiye koordinasyon görüşmelerini beklemek gerekecek.

Diğer bir belirsizlik kaynağı, cevap arayan iki soru ile ilişkili. İlk soru “Panik halinde, pazarlık gücü kısıtlanmış PYD/YPG ‘nin stratejisi kime yakınlaşmak olacak?” sorusu. Ki bu da, ikinci soru ile yakından ilişkili: Suriye’de PYD’nin hakim olduğu alanlar, ABD çekildikten sonra, kim tarafından doldurulacak? Suriye’de toprak söz konusu olunca hevesli bulmak çok kolay. Rejim, doğal olarak ve kendinden ziyade başkalarının gücüne güvenerek hep hevesli. İran, bilindiği gibi kolay heveslenebilen bir aktör. Gerçi hem çok sıkışmış durumda (ve sıkışıklığında nefes alabileceği bir aralığı Türkiye ile arıyor) hem de fazla heveslenmesin diye İsrail füzeleri olsun, Irak’a iniş yapan başkanlık uçağı olsun mesaj veren bol. Fakat, bazen bir aktörü çok sıkıştırmanın da aktörü saldırganlığa itebileceği bilinir. Rusya ise heveslenmek konusunda temkinli ama boşluk doldurmada çok iyi bir aktördür. 2015’de Suriye’ye nasıl parmak şıklatmışçasına geldiği unutulmamalı. Türkiye, bu noktada ABD ile koordinasyonu sürdürürken zorunlu olarak hem İran hem de Rusya ile ABD’nin çekilme sonrası planlarını konuşmak zorunda. Ankara, Suriye konusunda Moskova ve Tahran ile istişarelerini sürdürürken kendi endişelerini iki başkentle paylaşmalı ve aslında James Jeffry’nin dillendirdiği Astana’nın fişinin çekilmesi olasılığını bertaraf etmenin önünü açmalı. Astana süreci, tüm Doğu Akdeniz’deki jeopolitik denge söz konusu olduğunda üç başkente de pozitif bağlantılar (linkages) kurma imkânı sağladı. Moskova ve Tahran’a Astana’nın ne kadar değerli olduğu hep hatırlatılmalı.

Benzer şekilde, İstanbul Dörtlüsü’nün Avrupa ayağı da asla ihmal edilmemeli. Ankara’nın Avrupa’da yere ayağı sağlam basan Almanya gibi Avrupa ülkeleriyle işe başlayıp, Türkiye’nin Suriye’deki meşru hedef ve planları paylaşarak buralarda kendisine yönelecek olası olumsuz algıları kırma yönünde adım atması son derece önemlidir. Ankara bekası gereği DEAŞ ve PYD gibi terörist gruplarla daima mücadele edeceğini, Suriye’deki operasyonlarının özünün savunma olduğunu, Suriye topraklarında hiçbir zaman gözü olmadığını tekrar ve tekrar Avrupa başkentlerinde dillendirmeli. Bu ikili ve çoklu diplomasi Türkiye’nin Avrupa ile de işbirliğine açık olduğunu, Türkiye’nin gerektiğinde ortak tehdit terörizmle mücadelede Avrupalıları dışlamadığını göstererek Ankara’nın elini kuvvetlendirecektir.

Suriye özelinde, Avrupalı güçleri de Trumpvari bir maliyet hesabına zorlamak ve PYD’den uzaklaştırmak bundan sonra Suriye’de kurulması muhtemel çok aktörlü dengeleme oyunu için önemli olacak. Bugün, hevesini kursağında tutamayan Macron Fransa’sının çıkışını çok ciddiye almamak lazım çünkü Fransa’nın PYD nezdinde ABD’nin yerini doldurması şu an teknik olarak mümkün değil. Paris’in Suriye’de çok az sayıda askeri var ve bunlar aslında ABD askerleriyle birlikte hareket ediyorlardı. Kısaca Trump yalnızca PYD’yi değil Macron’u da haber vermeden terk ediverdi. Ancak, Trump’ın çekilme kararına tepki gösteren İngiltere ve Almanya gibi Avrupalı müttefikler şaşkınlıkları ve kızgınlıkları geçtikten sonra (Trump yine kimseye danışmadı) Suriye’deki yeni durum karşısında ilgisiz kalmayacaklardır. Üstelik Avrupa’da sebepleri çok derin bir aşırılaşmış aktörlerin terörü sorunu var. Kısaca Avrupa Ortadoğu’dan uzakta filan değil, mültecilerden radikallere yaşadığı sorunlarla Ortadoğu’nun bir uzantısı. Bu nedenle, Türkiye, DEAŞ ile mücadeleye hazır olduğunu Avrupa ve diğer DEAŞ karşıtı aktörlere kanıtlarsa bu durum Ankara’nın Fırat’ın doğusuna ve diğer PYD alanlarına askeri müdahalesinin meşruiyetini artırabilir. Ankara eş zamanlı olarak, Avrupa destekli PYD propagandasına karşı örgütün Suriye’de şimdiye kadar sebep olduğu insan hakları ihlallerini de kamuoyu ile paylaşarak, gerçekleştireceği operasyon öncesi elini hem sahada hem de PYD’nin hamiliğini üstlenmeye hevesli olacaklara karşı masada güçlendirebilir.

Başat aktör

Türkiye’yi aynı anda çoklu bir siyasi/askeri diplomasi ağının başat aktörü olma süreci bekliyor. Türkiye aynı anda hem Washington DC’de hem Moskova’da hem Astana üçlüsüyle hem İstanbul Dörtlüsüyle hem Avrupalılarla hem BM’de herkesle pazarlık edecek, terörle mücadelede ve caydırıcılık söz konusu olduğunda gücünü ve yapabileceklerini anlatacak hem de adım adım PYD/PKK’nın sığındığı tüm meşruiyet bağlarını kesecek. Üstelik bunu, ABD ve Rusya’nın perde arkasında zimmi olarak anlaşmaları olasılığını hiç unutmadan gerçekleştirecek. Şu bir gerçek ki, Ankara’nın hem bu çoklu pazarlıklarda her bir aktöre önerebileceği bir şey var hem Karadeniz-Akdeniz -Levant yani aynı zamanda Avrupa güvenliği dengesi düşünüldüğünde, güçler dengesinin kıymetini Ankara kadar bilen başka bir aktör yok, hem de Ankara’nın güçler dengesini bozacak denge dışı aktörlerden gelecek (örneğin terör grupları) riskleri bertaraf edecek kabiliyetleri var. Bu bağlamda, Ankara diplomasi ağında dengenin dengeleyicisi konumunu sahiplenmiştir. Buna uygun olarak da Rusya ve ABD ile pazarlıklarını eş anlı olarak sürdürmesini bekleyebiliriz, zaten ziyaret trafiği de bizi yanıltmıyor: MİT Başkanı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın Moskova’ya giti. 8 Ocak’ta ise ABD-Türkiye askeri heyet görüşmesi gerçekleşecek. Suriye’den Amerikan askerinin çekilmesi ile başlayan bu yeni dönem eskisinden çok daha zor olacak. Ankara şimdi çok sayıda aktörün olası hamlelerini hesaba katarak oluşturacağı yeni çoklu karşı hamleleriyle mücadelesini sürdürmek zorunda. Neyse ki bugüne kadar inşa ettiği mücadelede kararlılık, caydırıcılık kapasitesi ve elde ettiği askeri, diplomatik kabiliyetler bu yeni dönemde de Ankara’nın işini kolaylaştırmaya devam edecek.

@nursinguney