Derinleşen Keşmir krizi ve Hindistan fikrinin sonu
ABONE OL

Pakistan Başbakanı İmran Han’ın 22-25 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirdiği ABD ziyareti sonrası düzelme yoluna giren Pakistan-ABD’nin ilişkileri, Güney Asya siyasetinde beklenen barış rüzgârını estiremedi.  Pakistan, Trump yönetimiyle Afgan Savaşı, Pakistan’a verilen destek ve terörle mücadele gibi konularda anlaşmış olsa da yeni anlaşma çerçevesinden rahatsız olan Hindistan, Keşmir üzerinden bölgeyi yeni bir kriz dönemi içerisine sokmayı başardı. Öncelikle yoğun güvenlik söylem ve uygulamalarıyla bölgede gerilimi arttıran Modi yönetimi, ardından Keşmir’in statüsünü değiştirerek bölgede halkın yoğun tepkisine yol açtı. Gelinen noktada bir taraftan Keşmirlilere karşı uygulanan anti-demokratik güvenlik uygulamalarıyla Keşmir’in alt kıtanın Auschwitz’i haline geldiği tartışılmaya başlanmışken, diğer taraftan Keşmirlileri Hindistan’a bağlayan tek şey olan Anayasa’daki 370. Madde’nin ortadan kalkmasıyla ülkenin geri dönüşü olmayan bir parçalanma süreci içerisine girdiği iddia edilmeye başlandı. Delhi yönetimi her ne kadar durumun her geçen gün kontrol altına alındığını iddia edip normalleşme vurgusu yapsa da Keşmir’den yükselen sesler, Hindistan’ı dünyanın en büyük liberal demokrasisi yapan temel değerlerin yok edildiğini gözler önüne seriyor. 

Keşmir’deki kriz diğer yandan sadece Hindistan’ın geleceğini değil, aynı zamanda tüm bölgesel siyasetin geleceğini de tehdit ediyor. Keşmir zaten bölgedeki çatışma endüstrisinin ağırlık merkezi olarak tüm dengeleri sarsabilme kapasitesine sahipken, krizin bölgenin kronikleşmiş temel meselelerini de ilgilendirmesi ABD’den Çin ve Rusya’ya kadar ‘büyük güçler’i de tartışmanın merkezine çekiyor. Kriz, ABD Başkanı Trump’ın Keşmir’de arabuluculuk yapabileceği üzerinden alevlenmişti, ancak ABD’nin olayların yatışması noktasında hiçbir anlamlı adım atmamış olması diğer aktörler üzerindeki beklentileri arttırıyor. Nitekim son olarak Pakistan Dışişleri konuyu bir mektupla BM Güvenlik Konseyi seviyesine taşıyarak özel bir oturumda ele alınmasını talep etti. Dolayısıyla Keşmir meselesi önümüzdeki süreçte Güney Asya siyasetinin gidişatını belirleyebilme kadar, BM’nin yönetim kapasitesinden yeni dönemde şekillenen ittifak yapılanması ve gayri resmi siyasete uzanan geniş bir alanda kuralların mı yoksa istisnaların mı kuvvet kazandığını gösteren bir oyuna karşılık gelebilecektir. 

Krizin temel motivasyonu

Keşmir’deki krizin son dalgasında hiç şüphe yok ki kaldıraç görevi gören temel gelişme, ABD ve Pakistan arasında Afganistan üzerinde varılan anlaşmadır. Anlaşma öylesine ani gelişmişti ki, Hindistan istihbaratının acil bir cevap vermesi gerektiği Hint medyasına bile sızmışken, gelişmelerin bütünü Modi yönetimini Keşmir üzerinden adım atma doğrultusunda tetiklemiş oldu. Peki Pakistan’ın önemli bir etki kapasitesine sahip olduğu Afgan Talibanı’nın Afganistan siyasetinde yeniden güç kazanabilme ihtimali Hindistan için ne ifade ediyor? Hindistan için bu noktada üç tehlikeden bahsediliyor. İlk olarak varılan anlaşmanın İslamabad ve Rivalpindi ile güçlü bağları olan Afgan Talibanı’nın Kabil’deki merkezi güç yapı ve kurumlarına getirecek olması Hindistan için büyük bir tehlikeye karşılık geliyor. İkinci olarak anlaşma, 28 Eylül’de yapılacak olan Afganistan seçimlerinin tüm şeklini değiştirecek ve belki de sonuçları önemsiz hale getirecektir. Afganistan’daki 17 başkanlık adayının tamamının Hindistan ile yakın bağları olduğu düşünülürse, Talibansız bir Afgan demokrasisi Yeni Delhi için büyük önem arz ediyor. Son olarak da Hindistan istihbarat tahminleri, Taliban ile varılan anlaşma sonrası ABD’nin tamamen askerlerini çekmeyeceğini öngörse de, azalan askeri kapasitenin geçmişte Pakistan’a ihtiyacı arttırması ve akabinde Keşmir’de imtiyazlara yol açmış olması Hindistan’ın acil adım atma çabasına yol açıyor. 

Afganistan’daki gelişmelerin ötesinde, Hindistan’ın Keşmir hamlesinin ardında BM’nin sınırlı etkisi, yükselen popülizm ve tek taraflı dış politika davranışları gibi küresel trendlerin de olduğu kabul edilmektedir. Nitekim Pakistan Başbakanı İmran Han, Modi yönetiminin Keşmir hamlelerini Nazizm’e benzetirken, Keşmir ile ilgili alınan BM kararları ve iki ülke arasında 1972’de imzalanan Simla Anlaşması’nın ihlal edildiğini iddia etmiştir. Hindistan ise Keşmir’i kendi iç meselesi olarak değerlendirirken, Keşmir sorununun yeniden alevlenmesinde ülke siyasetinde merkeze oturan Hindutva fikrinin etkisi ihmal edilmemelidir. Radikal Hindu milliyetçiliğine karşılık gelen Hindutva yaklaşımı, Modi yönetimini iktidara taşıdığı gibi, ülke siyasetin alınan kararların en önde gelen ilham verici kaynağı olmaya da devam etmektedir. Nitekim Keşmir’de tartışılan söz konusu Modi yönetimi uygulamalarının tamamı, 2019 seçim kampanyasında zaten vaat edilen projelere karşılık gelmektedir. Modi yönetiminin Batı Bengal’deki Müslüman göçmenleri hedef alan Ulusal Vatandaşlık Kaydı gibi projelerde verdiği sözleri henüz uygulamaya koymaması ise stratejik zamanlama ile açıklanmaktadır. 

Keşmir’in geleceği

Keşmir’de ortaya çıkan krizin kısa vadede sona ermesi zor görünmekteyken, temel tartışma ekseni Keşmirlileri bundan sonrası için nelerin beklediğidir. Burada da Delhi ve İslamabad yönetimlerinden Keşmirlilerin kendilerine kadar tüm aktörlerin takip edecekleri yöntem büyük önem arz edecektir. Ancak şu an Modi yönetiminin Keşmir’de büyük bir paradigma değişikliğine gitme arzusunda olduğu söylenebilir. Şiddetli güvenlik önlemlerinin yanında, devletin yumuşak yüzünü de göstermeyi hedefleyen projelerle kısa vadede sokak protestolarının önüne geçmek ve orta vadede yeni statükoyu konsolide etmenin hedeflendiği söylenebilir. Bu açıdan Hintçe, Urduca ve İngilizceyi içeren üç dilli bir çerçeve vurgusu; Keşmir idarelerinden ordu ve polis gibi güvenlik güçlerine kadar yerel insan kaynağı alımı ve Mukesh Ambani gibi zengin işadamlarının bölgeye yapacağı yatırımlar aracılığıyla istihdamın arttırılması gibi başta Keşmirli gençliğin mobilizasyon kapasitesini azaltmayı amaçlayan söylemler dikkat çekmektedir. Bu açıdan Modi yönetiminin önümüzdeki süreçteki Keşmir politikası sadece güvenlik eksenli değil, entegrasyon eksenli bir ulusal söylem eşliğinde ilerleyecektir. 

Modi yönetimi özellikle 15 Ağustos sonrası dönem için Keşmir’de her şeyin normale döneceğini iddia etse de sert güvenlik önlemleri, tutuklama kampanyaları, iletişim engelleri ve basına izlemeyi kapatma gibi uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Keşmir’in statüsünün değiştirildiği ilk günlerde uluslararası kamuoyunda Hindistan Yüksek Mahkemesi’nin kararı feshedeceği yönünde bir beklenti bulunmaktaydı. Ancak Yüksek Mahkeme kararı değil feshetme, insan haklarına aykırı anti-demokratik uygulamalara bile müdahale etmeyerek Modi yönetimini destekleyen bir açıklamada bulundu. Yüksek Mahkeme’nin Keşmir bölgesinde yakın zamanda yapılması gereken yerel seçimlerin en erken Mart 2020’de yapılabileceğini açıklaması ise tabandan yükselebilecek demokratik tepkinin önüne koyulan bir engel olarak değerlendirildi. Bugün Keşmirlilerin özgürlükçü taban hareketine destek veren kanaat önderlerinin tutuklanmasına ek olarak, bugüne kadar aktif siyaset içerisinde yer alan ve çözümde rol oynayabilecek merkeze yakın meşru bölgesel partilerin bile dışlanması ana akım aktörlerin marjinalleştirilerek tasfiye edildiği bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Diyalogun imkansızlaştığı bu şartlarda, Modi yönetimi için yeni bir fikre ihtiyaç olduğu çağrıları da yapılmaktadır. Öyle ki Keşmirlileri bugüne kadar Hindistan ile bir arada tutan şey, önceki yönetimlerin altını çizmiş oldukları “Keşmiriyet, İnsaniyet ve Cumhuriyet” gibi söylemlerdi. Tüm bu kavramların içlerinin boşaltıldığı Hindistan’da aslında Hindistan fikrinin de bir kriz içerisinde olduğu iddia edilmektedir. Nitekim Hindistan Bağımsızlık Günü’nde Keşmirlilerin yanında, Halistan ve Nagaland bayraklarının açılması, Modi yönetiminin ülkeyi nasıl bir çıkmaz içerisine soktuğunu ortaya koymuştur. 

Krizin yansımaları

Keşmirlileri kısa vadede oldukça çalkantılı günler beklemekteyken, krizin yerel düzlemi aşan ve tüm Güney Asya siyasetini istikrarsızlaştırabilecek boyutları da bulunmaktadır. Her şeyden önce Keşmir’deki gelişmelerden rahatsız olan Pakistan’ın Afgan Barışı’nı sekteye uğratabilme kapasitesi bulunmaktadır. Nitekim Pakistanlı yetkililer de bu süreçte Afgan Barışı’nın Keşmir’deki durumla yakından ilgili olduğunu açıklamışlardır. Hatta Pakistan’ın Keşmir ve Afganistan sınırına asker kaydırma ihtimalini dile getirmesi, konunun ele alınması için son olarak başvurduğu BM Güvenlik Konseyi’nden sonuç alınması arzusunu ortaya koymuştur. Hindistan açısından ise kendi kontrolünde bulunan Keşmir’deki hamlelerinin ötesinde, Pakistan kontrolündeki Keşmir bölgesini içeren bir operasyonun ilk defa dillendirilmesi oldukça önemlidir. Pakistan’ı aradan çıkararak Afganistan ile doğrudan bağlantıyı sağlayacak bu hamle tüm dengeleri alt üst edebileceği gibi şimdilik bir mit olarak yorumlanmaktadır. Yine bu süreçte Hindistan açısından en önemli kazanım, Rusya’nın konuyu Hindistan’ın bir iç meselesi olarak yorumlaması olmuşken; en büyük beklenti Trump yönetiminin nasıl bir tavır takınacağıyla ilgilidir. Pakistan, İmran Han’ın son ABD ziyaretinde önemli kazanımlar elde etmişken, Modi yönetiminin en büyük kozunun gelecek ay planlanan ABD ziyareti olduğu tahmin ediliyor. Bu ziyarette ticari vergiler konusunda yaşanan restleşmenin ötesinde, başta Hint-Pasifik bölgesinde geliştirilen stratejik ilişkiler üzerinden ilerleme kaydedilmesi hedefleniyor. 

Keşmir krizinde Trump’ın arabuluculuk açıklamalarından sonra ABD’nin atacağı adım merakla beklenirken, diğer yandan nasıl bir pozisyon alacağı merak edilen ülke Çin’dir. Pakistan’ın ABD ile yeniden yakınlaşmasından rahatsız olan Çin, beklenenin aksine Keşmir konusunda Pakistan’ı yalnız bırakmayıp Keşmir’deki olaylar karşısında endişesini dile getirdi. Diğer yandan Çin yayın organlarında Keşmir olaylarının Hindistan’ın BM Güvenlik Konseyi koltuğu için yetersizliğini ortaya koyduğunun tartışılması Çin’in pozisyonuyla ilgili oldukça gündem yarattı. Çin’in önümüzdeki süreçte Keşmir gündemini BM Güvenlik Konseyi’ne taşıması, Hindistan ile geliştirdiği “Wuhan Ruhu”na büyük zarar verecekken; Aksay Çin’deki kontrolü devam ettirebilmek için güçlü bir pozisyon alması da gerekmektedir. Çin’in bu yönde adım atması noktasında elini zorlaştıran olaylar ise Hong Kong’ta devam eden protestolar ve hassas Uygur meselesidir. Ancak Keşmir’de eli güçlenen bir Hindistan’ın varlığı, Çin’in asla istemeyeceği bir duruma karşılık gelmektedir. Sonuç olarak Keşmir meselesi, Keşmir halkının ihtiyaç ve beklentilerinin ötesinde daha çok aktörler arası çıkarlar ve pragmatik gündemlerle de yakından ilgili görünmektedir. Bu gündemlerin birbirleriyle çatışması ise kısa vadede istikrarı güçleştirmektedir. 

[email protected]