Dünyadaki stratejik kasırgaya Türkiye nasıl hazırlanıyor?
ABONE OL

Türkiye'nin etrafındaki birinci ve ikinci kuşak bölgeler başta olmak üzere bütün dünyada güvenlik tehditlerinin, güvenlik politikalarının ve güvenlik reformlarının hayati öncelikle tartışıldığı bir döneme girdik. Ukrayna Savaşı ile zirveye taşınan bu tartışma ülkelerin, ittifakların duruşlarını, dış politikadan enerjiye, eğitimden turizme birçok alanı tayin edici bir şekilde etkisi altına alıyor. Hava Kuvvetleri eski istihbarat başkanı ve stratejist Gürsel Tokmakoğlu dünyadaki bu durumu "stratejik kasırga" olarak adlandırıyor. Bu stratejik kasırgaya hangi devlet ve ittifakların hazır bir şekilde girdiği, hangilerinin hazırlıksız yakalandığı ve fark ettikten sonraki hazırlık süreci devletlerin ve ittifakların kaderini tayin edecek. Türkiye kendi etrafındaki ilk iki kuşakta güçlü etkileri hissedilen bu küresel "stratejik kasırga"yı ne zaman fark etti, ne tür hazırlıklar yaptı?

Güvenlik politikaları niçin eleştirildi?

Türkiye bir süredir içeriden ve dışarıdan demokratikleşme ve reform sürecini terk ederek, buna karşıt bir güvenlikçi politikaya döndüğü iddiasıyla eleştiriliyordu. Bu iddiaların gerçekçi bir zeminden ziyade Türkiye'nin dış politikasına, savunma politikasına ve terörle mücadele politikasına yönelik bir eleştiriyi, demokratikleşme paravanıyla gizleme amacına matuf olduğu açıktır. Bu iddiaları dile getiren iç ve dış odakların Türkiye'ye yönelik terörden darbeye büyük güvenlik meseleleri yokmuş ve sanki bütün bu tehditler, terör örgütleri, darbeci güçler ve onları destekleyen dış ülkeler yokmuş da, hükümet tarafından otoriterleşme için uydurulmuş sanal tehditlermiş gibi yazıp çizebilmeleri dikkat çekicidir.

Hatta 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsüne dahi "tiyatro" diyebilmeleri, bu grubun büyük kısmının güvenlik tehdidi yaratanlarla aynı siyasi perspektifi paylaştıklarını ve kalan kısmının da ciddiye alınamayacak şekilde dünya ve Türkiye gerçekliklerinden uzak olduklarını göstermektedir. Demokratikleşme ve reformların temel amaçlarını unutunca, tarihçi Tony Judt'ın fanatik tanımına benzeyecek şekilde "maksadı unutan gayretkeşlikler" ortaya çıkabilmektedir. Aydın ve siyasetçilerin bir kısmı, bu tür bir gayretkeşlikle reform ve demokratikleşmenin amaçlarını unutabilmektedir. Türkiye'deki demokratikleşme ve reformların amaçlarını hatırla(t)mak için Osmanlıdaki hiç olmazsa Nizam-ı Cedit, Tanzimat, Meşrutiyet, Milli Mücadele ve 14 Mayıs 1950 demokrasiye geçiş süreçlerine ilişkin hafızayı değerlendirmek elzem. Reform ve demokratikleşmenin amacı vatandaşların hürriyet ve haklarını garanti altına almak, seçilmiş otoritenin yönetebilmesini, bürokrasiyi denetleyebilmesini yani demokratik yönetimi tesis edebilmektir. Demokratik yönetim ile ülkeye karşı gelişen milli güvenlik, milli egemenliğe ve müşterek milli kimliğe karşı tehditlerle başa çıkabilecek etkin ve verimli bir "devlet kapasitesi" inşa edebilmek, jeopolitik risk ve uluslararası tehditlere karşı tedbir alabilmek reformların unutulmaması gereken hedefleridir. Türkiye'deki bazı kesimler bütün bunların milli ve demokratik ölçekte gerçekleştirilemeyeceğini ve Türkiye'nin ya tamamen Batı sistemine itaat etmesi yahut otoriter bir şekilde dünyadan kopması gerektiğini veyahut da milli devlet olmayı terk ederek etnik, dini, mezhebi bir tür Lübnanlaşma projesinin en isabetli siyaset olacağını iddia etmektedirler. Türkiye'deki siyasi mücadelenin temel meselesi, bu farklı tezlerde yatmaktadır. Bu genel çerçeveden son 20 yılın siyasi mücadele, demokratikleşme ve reform sürecine baktığımızda, bir kırılma görmeyiz. Dünyadaki ve Türkiye'deki şartların politik durum değerlendirmesi çerçevesinde yeniden revize edilmesi, dengelenmesi ve tahkim edilmesi dönemlerinden bahsedebiliriz. Çünkü dünya, bölge ve ülke şartları "Türkiye reform yapıyor ve demokratikleşiyor" diye laboratuvar şartları gibi dış alemden korunmuş bir reform, demokratikleşme ve ülke gündemi sunmuyor siyasetin önüne. Siyaset bu dengeyi kuramazsa ne kendini, ne reform sürecini ne de ülkeyi koruyabilir. Türkiye, 27 Mayıs darbesiyle milli egemenlik bakımından ciddi bir mücadelenin içine girdi. Darbenin amacı, Türkiye'yi çoğunluğun ve demokratik otoritenin yönetemeyeceği bürokratik vesayetin altına almak ve dış politikada da yine bürokratik kurumlar üzerinden Batı ittifakını her şeye rağmen destekleyen bir rotaya yerleştirmekti. 27 Mayıs'tan sonra seçilmiş siyasi otoriteler ve milletin çoğunluğu bu vesayetle fitneye, iç çatışmaya yol açmayacak bir sabırla mücadeleye girişti. Bu mücadele en nihayet 15 Temmuz darbe teşebbüsünün milletin yardımıyla seçilmiş demokratik otorite tarafından bastırılmasıyla vesayetin yıkılmasıyla neticelendi. Bu süreçte 27 Mayıs sonrası demokratik mücadelenin ve bilhassa 3 Mayıs 2002 sonrasında hayata geçen demokratikleşme ve reformların da ciddi bir desteğinin olduğu kaydedilmeli.

Siyaset alanının genişlemesi

Bu şekilde yürütülen uzun soluklu mücadeleyle siyasetin alanı bürokratik vesayet aleyhine hem hukuken hem de fiilen genişledi. Bu mücadele ve genişleme, siyasetin ufkunu açması, siyasetçiler sınıfının tecrübe ve özgüvenini arttırması, güvenlik sektöründeki reformların hayata geçmesi bakımından çok kıymetlidir.

3 Kasım 2002 sonrası gerçekleştirilen reformlar ve fiilen siyasetin alanının bürokratik vesayet kurumları aleyhine büyümesi, Türkiye'deki temel meselelerin seçilmiş siyasetçiler tarafından tartışılabilmesi, teklifler getirilebilmesi ve nihayet onlar tarafından karara bağlanması imkanını getirdi. Bu yeni imkan aynı zamanda 27 Mayıs'tan itibaren devam edegelen egemenlik savaşının, içeride egemenliğin demokrasi ve hürriyetler zeminde, dışarıda bağımsızlık ve milli menfaatler zemininde kazanılması anlamına da geliyordu. Bu, beraberinde Türkiye'nin Batı ittifakıyla çatışan milli menfaat ve milli güvenlik endişelerini Batı'ya rağmen savunma ve zaman zaman Batılı müttefikleriyle mücadele etme mecburiyetini de gündeme taşıdı. Bu durumda Türkiye, bir bütün olarak dış politika, savunma politikası ve savunma sanayiinde milli güvenliğini sağlayacak bir "stratejik özerklik" inşa etme düşüncesini içeride engelsiz bir şekilde daha hızla hayata geçirmek ve tahkim etmek için "siyasi temel" ve "siyasi liderlik" şansını yakaladı. Türkiye siyasi iradenin kararlığı ve bu dönemde kurulan siyasi istikrar sayesinde, 2007 gibi erken bir tarihten itibaren savunma sanayiinde Türkiye'yi Batı'ya bağımlı olmaktan kurtaracak büyük savunma sanayii projelerini hayata geçirecek bir politika değişikliğine yöneldi. Bu politika değişikliğinin sonuçları bir süre sonra şaşırtıcı ve giderek ivmesi artan bir seri ürün ve doktrin değişikliğine yol açtı. Türkiye bu sayede savunma sanayiindeki dışa bağımlığını yüzde 30 nispetine kadar düşürebildi. Bu sayede stratejik özerkliğin maddi temelleri de ortaya çıkmaya başladı.

İstihbarat reformu

Türkiye Ortadoğu'da Arap baharı öncesindeki sınırları değiştirebilecek, rejim, hatta ve devletleri çökertebilecek küresel stratejik kasırga öncesinde bölgesel iklim değişikliğiyle yaşanabilecek türbülansları öngörerek, evin içini düzenleyerek dış politikadaki değişime hazırlanmak ve iç meselelerin dışarıyla bağlantısını kesebilmek için milli birlik ve kardeşlik sürecini başlattı. Demokratik siyasi iradenin devlet aklı ve kurumlarıyla beraber iş kotarma tecrübesi bakımından da kıymetli olan ve istihbarat eliyle yürütülen bu süreç iç ve dış vesayet odaklarının kampanyasıyla sona erse de, terör örgütünün tecrit edilmesi ve meselelerin milli sınırlar içinde kaması bakımında ciddi bir başarı örneğidir. Bu dönemde MİT'in içeride ve dışarıda kampanyaların hedefi haline gelmesi, stratejik özerkliğin görme, duyma ve tedbir alma imkanlarına yönelik bir saldırı olarak okunmalıdır. Bu saldırı savuşturulduğu gibi MİT bu süreçte demokratik otoritenin emrinde olduğunu gösterdi ve bir dizi istihbarat reformuyla güvenlik reformlarının zemini pekiştirildi. MİT'in sinyal istihbaratı, siyasi iktidarın emriyle yapabileceği görüşme alanının zenginleşmesi, dışarıda operasyon yapabilme yetkisi ve zaman içerisinde kabiliyeti kazanmasıyla stratejik özerkliğin "istihbari akıl" ve "istihbari kapasitesi" geliştirilmiş oldu.

Türkiye'nin terörle mücadeledeki tecrübesiyle polis özel harekat, jandarma özel harekat, jandarma komanda ve kara kuvvetleri komanda birliklerinin güçlendirilmesi ve bilhassa FETÖ'nün 17-24 Aralık yargı darbesi teşebbüsünden sonra hızla özel harekat polisleri ve polis yetiştirilmesi FETÖ'nün darbe teşebbüsünün engellenmesinde tarihi tedbirler olarak hazırlanacaktır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısız olmasından sonra güvenlik kuvvetlerinden FETÖ unsurlarının tasfiyesi ve jandarmanın tamamen İçişleri Bakanlığına bağlanması, terörle mücadelenin sivil otorite tarafından yürütülmesi bakımından, hala takdir edilmeyi bekleyen bir reform olarak tarihteki yerini almıştır. Bu reformlar ve güçlü iç güvenlik mimarisi, stratejik özerkliğin "iç güvenlik dinamiğini" teşkil etmektedir. 15 Temmuz sonrasında tasfiyelerle beraber seçilmiş demokratik ve sivil otoritenin denetimi altına giren bir dizi reformla ordunun yaşadığı büyük dönüşümle stratejik özerkliğin, "askeri ayağı" da tamamlanmış oldu. Askeri yüksek mahkemelerin kaldırılması, askeri eğitimin Milli Savunma Üniversitesine devri, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, Milli Savunma Bakanlığı bürokrasisinin sivilleşmesi, askeri liselerin kaldırılması gibi reformlar hem demokratikleşme hem de ordunun kendi görev alanına çekilerek etkinlik ve verimliliğin artması bakımından çok önemli sonuçlar doğurdu. Bu arada daha önce başlayan ordudaki profesyonelleşmenin ivmesini artması da, ordunun gücünü arttırdı.

Reformlar ve milli güç çarpanı

Irak, Suriye, Libya, Karabağ, Doğu Akdeniz harekatları ordu, istihbarat, savunma sanayi ve iç güvenlik reformlarının sadece kağıt üzerinde kalmadığını, sahayı değiştirecek bir milli güç çarpanı ürettiğini, milli güç unsurlarının siyasi iradenin yönetimindeki işbirliğinin ürettiği sinerjiyi, özgüveni ve bu haliyle de stratejik özerkliği ete kemiğe büründürdüğünü bütün dünya görmüş oldu. Türkiye dünyanın içine girdiği stratejik kasırga ve bilinmezlik iklimine demokratikleşme, reformlar ve güçlü güvenlik mimarisiyle hazır bir şekilde giriyor. Bu bakımdan Türkiye'nin şimdiye kadar haksız ve ölçüsüz şekilde eleştirilen güvenlik reformları ve güvenlik politikasının haklılığı, öngörme kabiliyeti ve Türkiye'yi koruma kapasitesi bugün açık bir şekilde takdir edilecek bir milli güç ve başarı üretmiş durumdadır.

muratyilmaz67yahoo.com

  • siyaset
  • reform
  • murat yılmaz