Ellerinden gelse başörtülüleri insanlıktan atacaklardı
ABONE OL

Çok partili hayata geçtiğimiz dönemden itibaren vesayet odakları, istemedikleri seçilmiş iktidarları gayri meşru yöntemlerle iktidardan uzaklaştırdılar. Vesayet odaklarının 27 Mayıs darbesiyle ülkemizi soktukları alacakaranlık kuşağı neredeyse her on yılda bir tekrarlandı. Sonuncusu ise 15 Temmuz'da milletimizin engellediği hain darbe girişimi oldu. Daha önce başarılı olan darbe girişimleri nedeniyle milletimiz çok ağır bedeller ödedi. Bu meşum darbelerden biri de 28 Şubat 1997 kararlarıyla birlikte yaşandı. Bu dönemde hükümetin emrinde olması gereken askeri bürokrasi diğer aktörlerle birlikte hareket ederek millete karşı "topyekûn savaş" başlatmıştı. İrtica tartışmalarıyla milletimizin değerlerine karşı psikolojik bir savaş yürütülmüştü. Önceki darbelerden farklı yöntemlerin kullanıldığı ama sonuçları itibariyle daha ağır maliyetlerin olduğu bir süreç yaşandı.

Öne çıkan aktörler

Askeri bürokrasinin öncülüğünde meslek kuruluşları, sendikal konfederasyonlar, işveren örgütleri, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve medya darbenin zeminini hazırladılar. 28 Şubat darbesinin aktörlerinden dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya hatıralarında "bu sefer işi silahsız kuvvetler çözsün dedim" sözüyle sivil toplumun darbe sürecine nasıl dâhil edildiğini anlatıyor. Güven Erkaya bu ifadesinden sonraki süreci de şöyle anlatıyor: "Bu mesaj alındı. Bundan sonra, sivil toplum kuruluşları bütün güçleriyle harekete geçti. Sendikalar, Atatürkçü dernekler, üniversiteler ve basın harekete geçti. Mesela ben Rıdvan Budak'ın (DİSK Genel Başkanı) başında bulunduğu sendikanın bu alandaki faaliyetlerini, çok büyük eylemler ortaya koyduğunu hatırlıyorum." Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın talimatıyla eylemler ortaya koyan üniversiteler, dernekler, medya ve sendikalar tarihin utanç sayfalarına geçtiler. DİSK ise darbe sürecinde oynadığı rol itibariyle darbecilerden "aferin" alan bir konfederasyon oldu. Darbenin en aktif aktörlerinden biri olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'de "Bu silah kullanılmadan, rejimin öz gücü ve sivil inisiyatif ile yapılan bir post modern darbedir" diyerek darbenin farklılığını ve kimlerle yapıldığını itiraf etmiştir.

Ülkemize maliyeti

28 Şubat darbesinin milletimize çok ağır bir maliyeti oldu. Bir tarafta dindarlara yapılan zulümler bakımından rakamlara sığmayacak ve hesaplanması zor olan sosyal maliyeti oldu. Diğer tarafta yaklaşık 380 milyar dolarlık bir ekonomik maliyeti oldu. Milletimizin ekseriyeti bu iki ağır faturayı ödemek zorunda kaldı. 28 Şubat ve sonrasında yaşanan insani dramlar, yapılan haksızlıklar ve ağır ekonomik faturalar üzerinde yeterince durulmadı. O dönemde sadece belli bir kesim değil "topyekün savaş" konseptiyle bir millet hedef alınmış olmasına rağmen bu konuda yeterli çalışma, rapor, kitap, yayın, film ve belgesel yapılmadığını düşünüyorum. Sadece başörtülülere karşı yapılan zulümler bile yüzlerce kitap ve filme konu olur. Bugün Suriyelilere harcanan paralar üzerinden politika yapan o dönemin 28 Şubatçı aktörleri, 28 Şubat'ın ekonomik maliyetinin Suriyelilere harcananın yaklaşık 10 katı olduğundan bahsetmezler. Bugün emekçilerin haklarından bahseden o dönemin 28 Şubatçı aktörleri, emekçilerin büyük maliyetler ödediğinden bahsetmezler. Onlar bahsetmese de yaşananları gelecek kuşaklara aktarmak gerekir ki bir daha o kötü günler yaşanmasın.

28 Şubat darbesinin en ağır bedel ödettiği kesimlerden biri başörtülü kadınlardır. Eğitim ve çalışma hakları ellerinden alınan başörtülü kadınları ellerinden gelse "insanlık"tan atacaklardı. Bugün bile o dönemde yaşanan zulümleri anlatanlara karşı nasıl tahammülsüz bir kitle olduğunu görüyoruz. İnsanların yaşadıkları zulümleri anlatmalarına karşı "bitmedi başörtünüz" denilerek fırsat bile verilmiyor. Başörtüsü zulmüyle ilgili yapılmış az sayıda çalışmanın en nitelikli olanlarından biri de Eğitim-Bir-Sen'in yayınladığı "Karanlık Dönemler Ödenmiş Bedeller" adlı çalışmadır. "Ödenmiş Bedeller Unutulmasın" temasıyla gerçekleştirilen Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması'na gönderilen hatıralar bin 460 sayfa olarak üç ciltlik kitap halinde çıkarıldı.

28 Şubat darbesi döneminde eğitim ve çalışma hakları ellerinden alınan başörtülü kadınlar ile baskı gören kamu görevlilerinin yaşadıklarını okuyunca kimi zaman öfkeleniyorsunuz, kimi zaman acılarınızı tazeliyor kimi zaman da acı acı tebessüm ediyorsunuz. Kitapta o dönem yaşananlarla ilgili birkaç örnek...

'En ıstıraplı günüm'

O dönem baskılarla başını açmak zorunda olan bir öğretmen duygularını şöyle anlatıyor:

"Ve o gün... Yıllardır saçımın bir telini bile görmeyen öğrencilerimin karşısına iğreti yapma saçla çıktığım o gün! Hangi kelime ruh halimi tarif etmeye kâfi gelebilirdi ki? Hangi mürekkep, hangi kalem hissettiklerimi yazabilirdi ki? Öğrencilerimin hayret ifadelerini, gülüşmelerini! Bazılarının dalga geçmelerini içime gömüp ders işledim o gün! Ve ilk kez baktığım ve yıllarca kendimi gördüğüm aynada başka ama bambaşka bir yüz gördüm o gün! O gün, benim doğumumdan itibaren yaşadığım en ıstıraplı günümdü anne..."

Hekim olacaktı terzi oldu

Başörtülü olduğu için yaşadığı baskılar nedeniyle tıp fakültesinden ayrılmak zorunda kalan bir öğrenci, yıllar sonra yaşadıklarını anlattığı hatırasında şunları söylüyordu:

"Bir şeyler yapması gerekiyordu. Çalışmalı artık ailesine yük olmamalıydı. Ne yapabilirdi. Uzun uzun düşündü. Öyle bir şey bulmalıydı ki... Başörtüsüne hiçkimse bir şey söylememeliydi. Zira buna bir kez daha tahammül edemezdi. Sonunda biçki-dikiş kursuna yazıldı. Ne hazindi. Doktor olacaktı, beyaz önlüğünü giyip, masum bebeklere, çocuklara bakacaktı. Hayallerinde dikiş dikmek yoktu. O, her şeyin en iyisini alacaktı veya diktirecekti. Oysa şimdi kendisi başkalarına giysiler dikecekti. Kalem tutan elleri iğne tutar olmuştu. Halbuki O, iğneyi hastalarını iyileştirmek için eline alacaktı. Oysa... Bu düşünceleri de aklından uzaklaştırdı. Kısa sürede dikiş dikmeyi öğrendi. Annesinin eski makinesiyle artık herkese bir şeyler dikebiliyordu."

Mozart'la mücadele

Namaz kılan, başı örtülü olan var mı diye sürekli baskınlara maruz kalan bir yurtta kalan öğrenci, aldıkları önlemi şöyle anlatıyor:

"Kaldıkları yurt sürekli baskınlara uğruyor. Bu ani baskınlara karşı onlar da önlem almakta gecikmediler. Parola şuydu: Eğer arama için gelmişlerse kapıdaki nöbetçi hemen yavaşça merkezi müzik sistemini harekete geçiren bir düğmeye basıyor ve hoparlörden Mozart'ın bir parçası duyuluyordu. Müzik duyulduğu anda herkes ya başını açıyor veya peruğunu takıyordu. Namaz kılanlar namazlarını bozup hemen farklı bir moda geçiyorlardı.

Fakat bir gün oldukça trajikomik bir durum yaşandı. Hoparlörden müzik yerine "Mozart", "Mozart" diyen bir ses duyuluyordu. Önce anlayamadılar ancak anlamakta da geç kalmadılar. Hemen baskın pozisyonuna geçtiler. Durum daha sonra anlaşıldı. Nöbetçi her nasılsa Mozart'ın kasetini bulamamıştı. Panik halinde arkadaşlarını nasıl ikaz edeceğini düşünürken adamlar içeri dalmışlardı bile... O da hemen mikrofonu açmış Mozart'ın parçasını çalamamıştı ama adını söylemekte aynı etkiyi yapar herhalde, diye düşünmüştü."

28 Şubat sürecinde başta Erbakan Hoca olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan gibi çok sayıda siyasetçi de darbecilerin hışmına uğramıştır. Bunlardan biri de dönemin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'dir. Hapse atıldığı bilinse de hapse atılmasına neden olan hukuk garabeti yeterince bilinmeyen Şükrü Hoca, yaşadıklarını bir kitabında anlatıyor:

Laiklik testi

Susurluk skandalının patlak vermesinden bir hafta sonra 10 Kasım'dır. Bu defa 10 Kasım törenleri çok farklı olaylara sahne olmuştur. Bütün illerde 10 Kasım törenleri yapılıyor ve adeta bu törenler aracılığıyla RP'li yerel yöneticiler "laiklik testinden" geçiriliyordu. Kayseri'de de yapılan törende "çağdaş öğretmen-yobaz imam" klişesini aktaran bir piyes sahneye konmuş ve salondaki komutanlar RP'li Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'ye piyesle ilgili görüşlerini sormuştu. Piyesin "saçma ve önyargılara dayandığını, artık imamların da en az öğretmenler kadar çağdaş ve eğitimli olduğunu" söyleyen Karatepe maalesef "laiklik testi"ni geçemeyecekti.

Törenin ardından partisinin genişletilmiş il divanında bir konuşma yapan Karatepe, içinde ima ile bile olsa Atatürk bahsinin geçmediği konuşmasında, Cumhuriyeti değil yeterince demokratik olamayışını eleştirmiştir. Bu konuşma nedeniyle de bir linç girişimine maruz kalmıştır. Ertesi gün medya konuşmayı "Atatürk'e hakaret", "Cumhuriyete saldırı", "halkı isyana teşvik", "Karatepe kin ve nefret kustu" gibi spotlarla manşetten vermiştir.

Sürecin devamı dönemin şartlarını gözler önüne sermesi bakımından daha da ilginçtir. Karatepe hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ancak Kayseri DGM "kovuşturmaya yer olmadığına" karar vermiştir. Ancak "sistemin" mahkûm ettiği birini aklamanın Kayseri DGM'ye faturası ağır olmuş, Kayseri DGM kapatılmış ve elindeki dosyalar Ankara DGM'ye gönderilmiştir. Nitekim Ankara DGM'de yeniden yapılan yargılama nihayet bir yıl hapis ve ağır para cezası verilerek "istenilen şekilde" sonuçlandırılmıştır.

Travma sürüyor

Burada 28 Şubat darbesi döneminde yaşanmış olaylardan sınırlı sayıda verdiğimiz örnek elbette o dönemin acılarını ve yaralarını anlatmaya yetmez. Darbecilerin yaptıkları zulümlerin ve haksızlıkların oluşturduğu insanı dramlar halen toplumun önemli bir kesiminde acı hatıralar olarak varlığını korumaktadır. Darbe şartlarında hakları ellerinden alınan insanların bazı hakları iade edilse de yaşanan acıların travmaları halen devam etmektedir. Dönemin yasakçı siyasetçileri, rektörleri, asker/sivil bürokratları, gazetecileri, STK'ları, yargıçları ve diğer aktörleri henüz nedamet getirmemiş ve yargı önünde yeterince hesap vermemişlerdir. 28 Şubatçı yasakçıların nedamet getirmek bir yana imkân bulduklarında yasakçı uygulamalarını tekrar yapacaklarını dile getirmesi durumun vahametini gösteriyor. O kara günlerin tekrar yaşanmaması için uyanık olmalı, darbecilerin zulümlerini hatırlatmalı ve yaptıkları kötülüklerin er ya da geç hesabının sorulduğunu göstermeliyiz.

@TarkanZengin