Eurovision 2026: Avrupa'nın etik ve kültürel fay hattı kırılıyor
ABONE OL

Dr. Mustafa Berat Keskin/ Türk Alman Üniversitesi

Avrupa'nın onlarca yıldır müziğin birleştirici gücüyle özdeşleşmiş kültürel sembollerinden biri olan Eurovision Şarkı Yarışması, 2026'ya yaklaşırken tarihinin en büyük etik ve politik sarsıntılarından birinin içine sürüklenmiş durumda. Yıllarca rekabetin, sahne ihtişamının ve uluslararası dayanışmanın öne çıktığı bir platform olarak görülen yarışma, bugün Avrupa'nın toplumsal vicdanının sınandığı, kültürel reflekslerinin açığa çıktığı ve siyasi duruşlarının yeniden sorgulandığı geniş bir tartışma alanına dönüşmüş hâlde. Bu kırılmanın merkezinde ise tartışmayı basit bir organizasyon meselesi olmaktan çıkarıp uluslararası bir etik soruna dönüştüren gelişme yer alıyor: İsrail'in 2026 yılında Viyana'da düzenlenecek yarışmaya katılmasına izin verilmesi.

İsrail'in Gazze'de yürüttüğü ve birçok ülke, insan hakları örgütü ile uluslararası hukuk uzmanı tarafından doğrudan soykırım olarak nitelendirilen saldırılar, Avrupa genelinde derin bir ahlâki tepkiye yol açtı. Eurovision'ın tarihsel olarak "birlik", "barış" ve "dayanışma" gibi değerlerle anılması, bugün sahne arkasındaki siyasi gerçeklikle şiddetli bir çelişkiye düşmüş durumda. Yarışma böylece bir anda, müziğin ötesinde, kıtanın etik eşiğinin, sivil duyarlılıklarının ve kurumsal tutarlılığının tartışıldığı dev bir platforma dönüştü.

Siyasi ve kültürel gerilimlerin de birikim alanı

Eurovision'un geçmişi bu tartışmayı daha iyi anlamayı mümkün kılıyor. Türkiye'nin 2013 yılından bu yana yarışmaya katılmıyor oluşu, ilk bakışta yalnızca oylama sistemine yönelik teknik bir itiraz gibi görünmüş olsa da,bugün farklı bir anlam kazanmış durumda. TRT o dönem, "Big Five" ülkelerinin doğrudan finale çıkma hakkı ve jüri–halk oyu dengesizliği gibi gerekçeleri öne sürerek yarışmadan çekilmişti. Ancak bugün Avrupa'nın Eurovision üzerinden yürüttüğü etik tartışma, Türkiye'nin bu kararı için geriye dönük yeni bir okuma alanı açıyor. Türkiye'nin yokluğu, yarışmanın yalnızca bir eğlence formatı değil, siyasi ve kültürel gerilimlerin de birikim alanı olduğunu dışarıdan gözlemlemek için ayrı bir perspektif sunuyor.

Bu atmosfer içerisinde 2025 Eurovision birincisi Avusturyalı sanatçı Johannes Pietsch (JJ), tartışmanın beklenmedik fakat en etkili figürlerinden biri hâline geldi. JJ, Avusturya adına elde ettiği birinciliğin hemen ardından İspanyol basınına yaptığı açıklamada İsrail'in 2026'da yarışmadan ihraç edilmesi gerektiğini belirtmişti. İsrail'e uzun yıllardır hem siyasi hem toplumsal düzeyde yüksek destek veren Avusturya gibi bir ülkenin temsilcisi için, bu açıklama aslında olağanüstü cesur bir çıkıştı. Avusturya basınında linçe uğramış olsa da, JJ'in sözleri sadece bireysel bir görüş değil; Avrupa'nın kültürel vicdanında biriken gerilimin ve sorgulamanın sahne üzerinden dışavurumuydu. Bu açıklama, kamuoyu hareketlerini hızlandıran ilk büyük kırılmalardan biri oldu.

JJ'in açıklamasından sonra, Aralık 2025'te Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde tepkiler daha somut hâle gelmeye başladı. Birkaç hafta içinde İspanya, Hollanda, Slovenya, İrlanda ve İzlanda, İsrail'in yarışmaya kabul edilmesini gerekçe göstererek 2026 Eurovision'dan çekildiklerini resmen duyurdu. Özellikle İzlanda, kararın doğrudan halk baskısının sonucu olduğunu açıkladı. Bu durum, Avrupa'nın farklı bölgelerinde kamuoyunun ne kadar güçlü bir tepkisel duyarlılık geliştirdiğini gösterdi. Birkaç ülkenin bir arada yarışmadan çekilmesi ise Eurovision tarihinde neredeyse görülmemiş bir politik boykot zinciri yarattı. Bu noktada yarışma artık bir müzik programı olmaktan çıkmış; Avrupa'nın politik gerilimlerini ve etik kırılmalarını yüzeye çıkaran bir sınav alanına dönüşmüştü.

Devletlerin tepkilerine paralel olarak, sanat camiasından yükselen protestolar da giderek büyüdü. 2024 Eurovision birincisi Nemo Mettler, Avrupa Yayın Birliği'nin (EBU) İsrail'e yönelik tutumunu "yarışmanın savunduğunu iddia ettiği değerlerle çelişen" bir karar olarak nitelendirerek kupasını iade edeceğini açıkladı. Ayrıca, bir BM raporunun devam eden süreci soykırım olarak tanımladığı bir dönemde İsrail'in yarışmaya katılmaya devam etmesini de bu çelişkinin bir parçası olarak gördüğünü ifade etti. Bu açıklama ise müziğin politikadan ayrı düşünülemeyeceği gerçeğini yeniden gündeme taşıdı. Onu 1994 yılının galibi Charlie McGettiganizledi; McGettigan kupasını iade etmeye hazır olduğunu söyleyerek bugünkü koşullarda böyle bir tutumun zorunlu hâle geldiğini ifade etti. Tüm bu çıkışlar, sanatçıların Eurovision'u yalnızca bir sahne şovu olmaktan çıkarıp bir vicdan platformuna dönüştürmeye çalıştıklarını gösteriyor.

Sanatçı protestolarıyla eş zamanlı olarak Avrupa genelinde kamuoyu da güçlü bir hareketlilik kazandı. İsrail'in yarışmadan çıkarılmasını talep eden imza kampanyaları kısa sürede büyüdü ve toplamda 600.000'in üzerinde imza toplandı. Toplanan imzalar, halkın kurumsal kararlara etki etmek istediğini, Eurovision'ı kültürel sorumluluk alanı olarak gördüğünü ve sessiz kalmak istemediğini açık biçimde ortaya koydu. Bu gelişmeler yaşanırken yarışmanın organizasyonundan sorumlu kurumlar gerilimi azaltma konusunda yalnızca sınırlı adımlar attı. EBU, 2026 yarışması için teknik düzenlemelere gidileceğini ve televoting denetimlerinin sıkılaştırılacağını duyurdu. Ancak bu düzenlemeler, İsrail'in katılımının yaratmış olduğu dev etik tartışmayı hiçbir şekilde karşılamadı. Çünkü mesele teknik bir operasyon değil; doğrudan kurumsal tutarlılık ve ahlaki pozisyon alma meselesiydi. Özellikle Rusya'nın geçmişte yarışmadan men edilmiş olması hatırlatıldığında, EBU'nun"siyasi tartışmaların dışında kalma" iddiası geniş kitleler tarafından inandırıcı bulunmadı. Bu durum, kültürel alanın politikadan bağımsız olamayacağı gerçeğini bir kez daha gündemin merkezine taşıdı.

Değerler aynası

Tüm bu gelişmeler, Eurovision'ın yalnızca bir müzik yarışması olmadığını; Avrupa'nın etik ve politik değerlerinin aynası hâline geldiğini bir kez daha gösteriyor. Bugün Avrupa, Eurovision üzerinden hem geçmişte aldığı kararları hem de savunduğunu iddia ettiği ortak değerleri yeniden sorgulamak zorunda kalıyor. JJ'in Avusturya gibi bir ülkeden yükselen cesur çıkışı, Nemo Mettler'ın ödül iadesi, ve McGettigan gibi şarkıcıların tepkileri, devletlerin geri çekilme kararları ve halkın yüz binlerce imzayla ortaya koyduğu tavır, Eurovision'ın sembolik niteliğinde köklü bir dönüşüm yaşandığını ortaya koyuyor.

Avusturya ise 2026'nın ev sahibi ülkesi olarak bu süreci büyük bir baskı altında yönetiyor. Hazırlıklar tarihte ilk kez sahne tasarımlarından ve şehir tanıtımından çok protestoların yönetimi, güvenlik stratejileri ve uluslararası tepkilerin organizasyonu üzerindeki etkilerine odaklanmış durumda. Üstelik Avusturya, İsrail'in yarışmadan çıkarılması hâlinde ev sahipliği yapmayacağını belirtmişti. Benzer şekilde Azerbaycan da İsrail'in dışlanması durumunda yarışmaya katılmayacağını açıklayarak süreci daha karmaşık hâle getirdi. Böylece Eurovision, ülkelerin koşullu açıklamalarıyla daha da politize olan bir denklem hâline geldi.

Nemo'nun başlattığı ödül iade girişiminin büyüme ihtimali isebu tabloyu ağırlaştırıyor. Önümüzdeki aylarda başka sanatçıların benzer adımlar atması mümkün. Aynı şekilde bazı ülkeler de halk baskısı nedeniyle yarışmadan çekilmeyi yeniden gündeme alabilir. Bütün bu ihtimaller, 2026 Eurovision'ın sıradan bir final gecesi olmayacağını gösteriyor. Bu yıl yarışma, kimin birinci olacağından çok, Avrupa'nın hangi değerlerin arkasında durduğunu hangi açıklıkla ifade edeceğiyle hatırlanacak.