Eylül'de ekonomiyi ne bekliyor?
ABONE OL

Dr. Bahadır İldokuz/ Yazar

Türkiye son 20 yılda birçok alanda gelişim ve ilerleme gösterirken belki de en büyük gelişimi mali politikalar alanında hayata geçirdi.

90'lı yıllarda haber kanallarında sıkça dile getirilen KİT zararları ve tutturulamayan mali denge, son 20 yılın belki de en önemli kazanımları arasında.

Her ne kadar özellikle son 5 yılda kamu maliyesinde ve makroekonomik görünümde bazı aksaklıklar olsa da bu durumu, yurtdışından bağımsız bir şekilde yorumlamak objektif bir yaklaşım olmayacaktır.

Korona sonrası yaşanan tedarik zinciri problemleri, Rusya-Ukrayna savaşı ve son olarak İsrail katliamı ve sekteye uğrayan dünya ticareti küresel enflasyondaki yükselişi tetikleyen unsurlar olarak karşımıza çıktı.

Bu unsurlar aynı zamanda daha büyük bir planın parçası olarak karşımıza çıkıyor.

İsterseniz süreci kronolojik olarak tekrar ele alalım.

NATO toplantısında Çin'in hedef gösterilmesi sonrası tüm dünyanın ilgisi bir anda sahnelenen Rusya-Ukrayna savaşına çevrildi. Bu savaş iki türlü ABD'ye hizmet etti:

1- Rusya savaşı sonrası uygulanan ambargolarla Rusya üzerinden Çin mallarının AB'ye ihracatının önü alınmış oldu. Ayrıca Çin'in dünya ekonomisinin lideri konumuna yükselmemesi için, çip piyasasında hatırı sayılır bir yere sahip olan Tayvan sorunu gündemde tutuldu. Bu sayede Tayvan'ı koruma görevini üstlenen ABD, bir yandan Çin'in bölgede askeri olarak üstünlük sağlamasını engellerken diğer yandan deniz ticareti üstünde kontrol sağlamayı amaçladı. Buna ek olarak ABD tarafından uygulanan ithalat kısıtlamaları ve vergi artışları ise Çin büyümesini baskılamak için kullanılıyor. Sürece AB'nin de dahil olması ve Hindistan'ın Çin'e alternatif üretim üssü olarak belirlenmesi de ABD'nin dünya ekonomik liderliğini bırakmamak için elinden geleni yapacağını gösteriyor.

2- Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte artan gıda ve enerji fiyatları ise başka bir amaca hizmet etti. Artan küresel enflasyon sayesinde 2021 yılında geçici olarak nitelendirilen enflasyon, FED'in faiz oranlarını tarihi yüksek seviyelere çıkarmasıyla birlikte Çin'de finansal çalkantılara neden oldu. Bu durum emlak devi Evergrande'nin batmasıyla sonuçlandı.

ABD senatosundan 96 milyar USD tutarındaki yardım paketi Ukrayna, İsrail ve Tayvan arasında bölüştürülürken ABD, mali genişlemeye devam ediyor. Çip yatırımları için 240 milyar USD bütçe ayrılırken Nvidia gibi şirketlerin AI-yapay zeka teknolojisine yönelik ürettiği çiplerin ithalatının yasaklanması da ABD'nin tekrar üretim ekonomisine dönmek için verdiği çabanın bir diğer göstergesi olarak karşımızda.

İsrail'in desteklenmesi sonucu sekteye uğrayan deniz ticaret yolu, Rusya üzerinden ihracat yapamayan Çin'i kuşak-yol projesini hayata geçirmek için zorluyor. Bölgedeki artan belirsizlik ise bu projenin hayata geçmesini zorlaştırıyor.

Peki Türkiye bu denklemde nerede yer alıyor?

AB bu süreçte belki de en fazla zarar gören paydaş olarak göze çarptı. ABD-İngiltere öncülüğünde hayata geçirilen bu plan, arz yönlü şoklara daha açık olan AB ekonomisini resesyonun eşiğine getirirken, AB liderlerinin görece pasif kalması ise AB'nin eski ekonomik gücünü yitirmesine sebep odu.

Artan navlun maliyetleri de gözetildiğinde AB için, Çin'e alternatif en mantıklı destinasyon Türkiye olarak göze çarpıyor. Avrupa'dan Çin'e kadar bu kadar geniş yelpazede üretim yapan başka bir ülke olmaması ise bu durumun en büyük sebebi.

Bu durum hem Avrupalı şirketler hem de Türkiye'de üretim yaparak AB pazarına daha rahat girmek isteyen Çin firmaları için oldukça cazip bir fırsat sunuyor. Türkiye'nin genç nüfusu ve tüketim alışkanlıkları da yabancı firmalar için bir cazibe merkezi olmasını sağlayan diğer faktörler.

Buna ek olarak yenilenebilir enerji kapasitesi ve 2027 yılında İngiltere öncülüğünde yürürlüğe girecek olan sınırda karbon vergisi dolayısıyla ciddi bir fırsat penceresine sahibiz. Ana ihracat pazarımız olan AB ülkelerine, bugün dış ticaret konusunda rekabet halinde olduğumuz birçok ülke ve biz sınırda karbon vergisiyle karşı karşıya kalacağız. Karbon borsalarının küresel ekosistemde yavaş yavaş yerini almaya başladığı bu süreçte Türkiye, gerek GES yatırımları gerekse bu yatırımlardan elde edilecek karbon sertifikaları yoluyla "piyasa yapıcı" rolü üstlenebilir. Özellikle güneşli gün sayısının Avrupa'nın oldukça üzerinde olması ve GES'leri cazip yatırımlar haline getirirken, üretilecek karbon sertifikaları ise dünya ticaretindeki payımızı artırma potansiyeline sahip.

Gayrimenkul yatırım fonlarına yönelik yasal altyapı çalışmaları ise gerek kentsel dönüşüm için gerekli finansmanın bulunması gerekse yabancı yatırımcı girişini hızlandırması açısından oldukça önemli. Yasal düzenleme sonrası fonlar aracılığıyla blok bazında bina yenilemelerinin yerini çok daha büyük boyutta yaşam alanlarının inşası alırken; yeni projelerle birlikte hem konut fiyatlarındaki artışın önü alınmış olacak hem de konut piyasasına duyulan yabancı talebinin tekrar canlanması sağlanacak.

Kısa vadede bizi ne bekliyor?

Kısa vadede ekonomi yönetimi uyguladığı politikalar meyvesini vermeye devam edecektir. Gerek ülke risk primi olan CDS seviyesindeki gerileme gerekse arka arkaya gelen not artırımları ve uluslararası finans kurumlarının Türkiye ile ilgili pozitif raporları kısa vadede yabancı girişinin devam edeceğini ortaya koyuyor.

Haziran ayında yüksek olasılıkla gri listeden çıkışın gerçekleşmesi ve uzun vadeli swap işlemlerinin açılmasıyla birlikte yabancı yatırımcı girişinin daha da artması bekleniyor.

Yaz ayları sebebiyle artan turist sayısı ve turizm gelirlerinin de etkisiyle kısa vadede döviz kurunda yukarı yönlü büyük bir hareket beklenmiyor. Eylül ayı itibariyle baz etkisinin de desteğiyle yıllık enflasyondaki düşüşün, enflasyon beklentilerini daha fazla çıpalaması ve fiyatlama davranışlarının normalleşmesi ihtimali oldukça yüksek.

Bu süreçte not artırımlarının da denkleme girmesiyle birlikte belki de son 100 yılın en büyük yabancı sermaye girişine (kısa-orta-uzun tüm vadelerde) şahitlik edebiliriz.

Ne yapmalıyız?

Enflasyonla mücadele ve uygulanan politikalar finansal piyasalardaki belirsizlikleri azaltsa da yeni bir hikaye için daha fazlasına ihtiyaç var.

Bu süreçte tüm bakanlıkların enflasyonla mücadele noktasında ekonomi yönetimine vereceği destek ve hayata geçireceği yapısal reformlar oldukça önemli.

Bakanlıkların, ekonomi yönetimiyle sinerji ve koordinasyon içinde çalışması bir yandan enflasyonla mücadelenin süresini kısaltacak; diğer yandan bürokrasinin azaltılması ve yasal çerçevenin sadeleşmesiyle, yurtiçi yatırımların artması sağlanacak ve sistem içinde aksayan mekanizmaların bertaraf edilmesi daha sağlıklı bir ekonomik dönüşüme olanak verecektir.

Zira Türkiye artık katma değerli üretim yapma yolunda Ar-Ge yatırımlarına ağırlık veren bir ülkedir. Savunma sanayisinde elde ettiği bilgi ve birikimi üretimin diğer alanlarına aktarma aşamasına gelmiştir. Bu aşamada fon girişlerinin sadece finansal piyasalar vasıtasıyla ülkeye girmesi yerine, yabancı yatırımcıların özellikle talep ettiği GES, kentsel dönüşüm, kripto para piyasası ve benzeri birçok alanda yasal çerçevenin yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Evrak toplama ve çoklu onay mekanizması, dünyanın her yerinde yatırım iştahını kapatmakta. Görece iş yapma kolaylığının olduğu ülkelere çoğu zaman sermayenin kaçtığını görürüz. Bu sebeple bürokrasiyi azaltıcı yasal düzenlemeler, yatırım iştahının artarak devam etmesi açısından oldukça önemli.

Özetle amacı her anlamda gelişmiş ülke ligine ulaşmak olan ülkemiz için, yaşadığımız bu süreç içinde her anlamda sistem içindeki aksaklıkların giderilmesi ve sürdürülebilir yüksek büyüme rakamları açısından sistemin tekrar güncellenmesi gerekmektedir.

  • enflasyon düşüşü
  • not artırımı
  • yabancı sermaye girişi