Eyvah Türk oluyorlar!
ABONE OL

"Gemilere 16 yaşından küçük çocukları almayın. Çünkü onlar Türk olmanın cazibesine karşı nasıl davranacaklarını bilemezler."

Yukarıdaki ifadeler Venedik`in Osmanlı elçisi Domenico Trevisano`a ait. Cümle içerisinde geçen "Türk olmak" ve "cazibe" kelimeleri birçoğumuzun dikkatini çekmiştir. Trevisano, birbiri ile sıkı anlam birlikteliği taşıyan bu ifadeler ile aslında Ortaçağ ve Erken Dönem Modern Avrupa'daki güç sahiplerinin (dini ve siyasi otoriteler) taşıdığı en büyük endişeyi yansıtmaktaydı.

Muhakkak ki dönemin Hristiyan Avrupalı yöneticilerinin birçok çeşit Türk korkusu vardı ancak belki de en çok korktukları ve kabulde zorluk yaşadıkları tebaalarının Türk olmasıydı. Fiziki işgal bir şekilde önlenebilir hatta defedilebilirdi lakin ruhları, kalbi hatta akılları hedef alan işgal ile nasıl mücadele edeceklerdi? Onlara göre, Türk, Hristiyan halkın sadece bedenini değil (ölüm veya köleleştirme) İsa'dan ve kiliseden uzaklaştırarak ruhlarını da tehlikeye atmaktaydı. Üstelik bunu bir cazibe merkezi olarak yapmaktaydı.

Türklük sevdası

Trevisano`nun ifade ettiği "Türk olmak" 15. ve 16. yüzyıl Hristiyan düşünürlerin sıkça dert yandığı/endişe duyduğu "Müslüman olmaktı" ve dindaşları, İsa'nın dinini Türklerin cazibesine kapılarak gönüllü olarak terk etmekteydiler. İşte bu korku, dönemin Batılı Hristiyan düşünürlerinin uykularını kaçırmış ve Türkler ve dinleri üzerine yüzlerce eser yazarak hem onları (Türkleri) hem de dinlerini kötüleyerek dindaşlarını "Türk olma" tehdidinden (bazılarına göre sevda) uzak tutmaya çalışmışlardır.

Uykusu kaçanlardan birisi de Katolik kilisesine meşhur başkaldırısı ile Hristiyan dünyasını kaosa atan ve yüzyıllar süren din savaşlarının fitilini ateşleyen Martin Luther`den başkası değildi. 10 Kasım 1480 yılında Saksonya`ya bağlı bir maden kasabası olan Esisleben`de doğan Luther`de 'Türk' bir saplantı haline gelmişti. Yazılarının toplandığı 127 volümden oluşan Weimar Edition`unda Türkler hakkında 5 binden fazla referansta bulunduğu göz önüne alındığında Luther`in Türk saplantısının boyutu daha iyi anlaşılabilir. Luther`in Türk algısını birkaç konu başlığı altında değerlendirebilmek mümkündür. Biz ise bu yazımızda onun en büyük korkusunu: "Türk olmayı" kısaca analiz etmeye çalışacağız.

Luther`in endişeleri sadece bir vehimden mi ibaretti? Tabii ki hayır! Yaşadığı dönemdeki birçok Batı Avrupalı Hristiyan, hatta toplumun seçkin tabakasına mensup olanlar dahi Türk idaresi altında yaşamak istiyordu. Örnekler çok olmalı ki Luther şu ifadeleri kullanacaktı:"İşitiyorum ki Almanya'da bazıları kendi imparatorları, prensleri yerine Türklerin idaresi altında yaşamayı tercih ediyorlar."

Din adamlarının isteği

Üstelik, Luther`i endişelendiren sadece seküler yöneticilerin değil, din adamlarının dahi Türklerin Almanları yönetmesini arzu etmesiydi. Luther`in ifadeleriyle bu din adamları Alman milletini vahşi ve medenileşmemiş olarak görmekteydi. Şüphesiz daha ileri gidenler de vardı. Mesela, ilk Anabaptist amentüsünü (inanç ilkeleri) yazan Michael Sattler (d.1490- ö.1527) " Türklere direnilmemesini, eğer savaş kaçınılmaz olursa Türklerin safında savaşacağını" söylemiştir. Luther`in baş düşmanı Johann Eck ise 1519 yılında şu ifadeleri kullanmaktan çekinmemişti: "İnançsız ve mürtet Hristiyanlar arasında yaşamaktansa, Türkler arasında yasamak daha iyidir."

Luther uyarılarının yeterli olmadığını düşünmüş olmalı ki bir de üstüne dini tehdit savurarak dindaşlarını bu yanlıştan döndürmek arzusunu taşımıştır:"İşte gör! Türklerle birlik olanlar; Türklerin işlediği menfur cinayetlere ortak olacaklar ve Türklerin döktüğü bütün kanların, yaptıkları ahlaksızlıkların, söyledikleri yalanların ortağı olup İsa'nın Krallığı'ndaki insanların sapmasına vesile olacaklardır."

Luther'e göre Türklerin idaresi altında yaşamayı seçen Hristiyanlar sadece onların işlemiş oldukları günah ve zulümlere ortak olmakla kalmayacaklar, aynı zamanda Türklerin güçlenmesine de yardım etmiş olacaklardı. Tıpkı İsa'ya ihanet eden Havari Judas (Yehuda) gibi. Yehuda, İsa'ya ihanet ederek sadece Yahudilerin safında yer almamış, aynı zamanda onların güçlenmesine de katkı sağlamıştı.

Luther`in "Türk olmaktan" kastı tabii ki sadece din değiştirmek değildi. Ancak, Türklerin idaresi altında yaşamak da ona göre aynı sonuca gelmekteydi. Türk idaresi altında yaşayanlar, Hristiyan dininin en büyük düşmanının güçlenmesine yardım edeceklerinden kendilerini Hristiyan kabul etseler dahi aslında Türk olmuş olacaklardı. Çünkü, ona göre Türklerin idaresi altında yaşayanlar eninde sonunda Türklerin mezhebini (İslam'ı) seçeceklerdi ve bu kaçınılmaz bir sonuç olacaktı. Bu sebepten şu uyarıyı yapmıştır:"Kendi lordunu terk edip rızası ile Türk'ün idaresi altında yaşamayı seçenler kendilerini muhafaza edemeyeceklerdir."

Umutsuzluğun nedeni

Luther`deki bu özgüvensizlik dikkatinizi çekmiştir. Peki Luther`i bu kadar umutsuzluğa ve endişeye sevk eden ne idi? Luther`in şu çarpıcı ifadeleri belki sorumuza cevap teşkil edebilir: "Bizim dinimiz onların (Türklerin) dinine kıyasla gölgede kalır. Bizim insanlarımız açıkça onlarınkine göre daha az mukaddestir. Hatta ne gerçek Hristiyanlar ne İsa ne havariler ne de peygamberler onlar kadar güzel örnek oluşturmamıştır. Bu sebeple birçok İsa'ya inanan İslâm'a geçmektedir. Samimi bir şekilde inanıyorum ki hiçbir Papacı, keşiş, din adamı onların inançlarına yetişemez ve üç gün Türklerin arasında kalsa dinlerini muhafaza edemez."

Dinin temeline sadakat

Evet, yanlış okumuyorsunuz, Luther`e göre İsa dahi Türkler kadar güzel örnek teşkil edememiştir. Din adamlarının ise hiç şansı yoktu, üç gün Türklerin arasında kalmak bile onların "Türk olması" için yeterliydi. Türklerin dinin temellerine gösterdikleri sadakatlerinden dolayı birçok Hristiyan İslam'ı seçmekteydi. Dolayısı ile Türklerin idaresi altında kendi iradesiyle yaşamayı seçen sıradan Hristiyanların hiç şansı yoktu.

İman muhafazası için

Peki ne yapmalıydı? "Türk olmanın" "cazibesine" karşı dindaşlarını nasıl uyarmalı ve kabul edilemez bu ihaneti (Yehudacı davranışı) nasıl engellemeliydi? Venediklilerin yaptığı gibi küçük çocukların kaçmalarına engel olmak da çözüm değildi? Hristiyanlığın selametini kendi omuzlarında gördüğünden kendisini bir peygamber olarak kabul edip o şekilde davranma yolunu seçti. Peygambervari bir davranışla ilk görevi papazlara verdi ve onlara cemaatlerini Türk tehlikesine karşı durabilmeleri adına iyi bir Hristiyan olarak eğitmeleri gerektiğini tembih etti: Bu sebepten vaizlerimiz görevlerini iyi yapsınlar. Öncelikle samimiyetle insanları tövbeye davet etsinler; Türklere arkalarını dönmemelerini ihtar etsinler, (aksi takdirde) kesinlikle yok edileceğiz. Biz ve bütün mallarımız, şöhretimiz, çocuklarımız, eşlerimiz ve her şeyden kötüsü ruhlarımız telef olacak." Kendisi de Türkler ve dinleri üzerine reddiyeler yazıp, kendisinden önce Türkler ve İslamiyet üzerine yazılmış olan Latince eserlerin Almancaya tercümesine katkılarda bulundu.

Ya çocuklar kendilerini nasıl muhafaza edecekti? Türk, Alman sınırlarına dayanmış, her an Türk'ün eline köle olarak geçme tehlikeleri vardı? Çocuklar gelecekleriydi ve "Türk olmaları" (Müslüman olmaları) kabul edilemezdi. Bu sebepten çocuklara ilmihal bilgilerinin ezberletilmesi talimatını verdi hatta kendisi bizzat bu derslere katıldı. En azından Türklerin eline düşerlerse belki bu şekilde imanlarını muhafaza edebilirlerdi. Luther`in çocuklara dahi temel dini eğitim verdirtmesi yaklaşan Türk tehlikesinin Almanlar nezdinde ne kadar yakından hissedildiğinin göstergesidir aslında. Mohaç savaşından sonraki şu ifadeleri bu korkunun anlaşılması açısından önemlidir: "Şu bir gerçektir ki, Türk boğazımıza dayandı"

Korkuyu bizzat kendisi de yakinen tecrübe etmiş, o sırada başka bir şehirde (Zulsdorf) bulan eşi Katherine`e 18 Eylül 1541 yılında şu mektubu göndermiştir:"Sevgili Kathie! Türklerin senin istikametine (Zulsdorf)`a doğru geldiği rivayetlerini aldım ve seni uyarmak için Urban`i gönderiyorum... Bu yüzden her şeyi yoluna koyup satabilir ve eve dönebilirsin. Bana öyle geliyor ki Tanrı gazabı ile bizi ziyaret edecek (cezalandıracak). Seni Tanrı'ya emanet ediyorum. Amen."

Üslup sürekli sertleşti

Bir yandan Türk ordularının fiziki tehdidi, diğer yandan dindaşlarının gönüllü Türk idaresi altında yaşama isteği Luther`in Türkler ve dinleri İslam üzerine olan söylemlerinin gittikçe sertleşmesine sebebiyet vermiş, üslubu gün geçtikçe sivrileşmiştir. Neticesinde, şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki Erken Dönem Avrupa`dan itibaren günümüze kadar oluşan Batı Avrupa'daki Türk ve İslam düşmanlığına bugün Almanya`da milli bir kahraman olarak kabul edilen Luther`in katkıları yadsınamaz. Peki, Luther çabalarında başarılı olmuş mudur? Bu sorunun cevabını genel olarak 'evet' şeklinde verebiliriz ancak yine de Transilvanyalı Markus Benkner (Lutherci) ve Heidelbergli Adam Neuser (tanınmış bir Kalvinist) gibi birçok dindaşının İstanbul'a seyahat ederek Müslüman olmalarına engel olamamıştır. "Türk olma" tehdidi, gerek Luther`in gerekse diğer Hristiyan düşünür ve idarecilerinin çözmeleri gereken en büyük problem olarak uzun yıllar gündemlerini işgal etmeye devam etmiştir.

[email protected]