Garbın jeopolitik ‘Şark meselesi’ ve İzmir’in işgali-X
ABONE OL

Damat Ferid Paşa hükümeti, 8 Temmuz 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Dokuzuncu Ordu Müfettişliği görevine son vererek onu İstanbul’a çağırmıştı. Bunun üzerine 10 Temmuz tarihinde askerlikten istifa eden Mustafa Kemal Paşa, Babıâliye sunduğu dilekçesinde, âşığı olduğu askerlik mesleğinden istifasının kabulü ricasıyla bundan sonraki ömrünü Anadolu’nun uzak bir köşesinde ikamet ederek geçireceğini beyan ediyordu. 1 Haziran tarihinden itibaren Paris Sulh Konferansında bulunan Damat Ferid Paşa 16 Temmuz’da İstanbul’a dönmüş, 20 Temmuz’da da vilayetlere bir telgraf çekerek Mustafa Kemal Paşa’nın Şarkta münasip bir mahalde millî bir kongre toplama girişiminde bulunduğunu ve Kanun-ı Esasiye aykırı olan bu hareketin önlenmesi gerektiğini bildirmişti. O sıralarda istifa etmiş olan kabinenin yerine yeni kabine teşkili 21 Temmuz’da tekrar Damat Ferid Paşa’nın uhdesine verildi. Ferid Paşa, İngilizlerin telkiniyle 30 Temmuz’da vilayetlere yeni bir telgraf daha çekerek bu sefer Erzurum’da bir kongre icra edeceği haber alınan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile Nazilli taraflarında çete teşkil eden Demirci Mehmed Efe ve Teşkilat-ı Milliye Kumandanı Hacı Şükrü Efendi’nin tutuklanmasını emretti. Çünkü böyle bir emir, İngilizlerin baskı ve kontrol altında tuttukları Payitaht ile gidişatını adım adım takip ettikleri Anadolu hareketi arasında bundan böyle asla tamiri mümkün olamayacak bir çatlak oluşturacak ve bu çatlak İngiltere’nin Türkiye meselesini halletme konusunda çok işine yarayacaktı! Nitekim bu emir üzerine, İstanbul’da İngilizlerin neşretmekte olduğu Orient News gazetesinde yayımlanan ve 2 Ağustos tarihli Vakit ile Memleket gazetelerince iktibas edilen ilginç bir yazıda şöyle deniliyordu: 

Enver’in kullandığı memur!

“Hükümet Erzurum’dan Bursa’ya kadar Anadolu’da karışıklık vücuda getiren Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in tevkifini emretmiştir. Fakat bu karardan bir netice çıkacak mıdır? Bu hareket, onları dışarı saldıktan sonra ahırın kapısını kapamaya benziyor. Eğer Anadolu karışık bir hâlde bulunuyorsa bu durum başta kasten gösterilen ihmalin neticesidir! Rauf Bey’in İngiltere’deki tahsiline rağmen ne kadar müfrit olduğunu biliriz. Esasen yine bu İngilizcesi sayesinde Mütareke için murahhas tayin olunmuştu. Hükümet, harp esnasındaki rollerini göz önüne alarak böyle bir girişimde bulunabileceğini anlamalıydı. Aynı şeyler hemen hemen Mustafa Kemal Paşa hakkında da geçerlidir. Böyle olduğu hâlde Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya özel bir görevle gönderiliyor! Başkaları dururken Enver’in kullandığı bir memura nasıl güvenilir? Tevkifi hakkındaki emirler, Lenin ve Troçki’nin tevkifini emretmeye benzer. Bu vazifeyi kim üstüne alacak? Mamafih ümit ederiz ki Anadolu ahalisi tevkif emrinin tatbiki için hükümet memurlarına yardımcı olur. Böyle olmadığı takdirde hasarın ne olacağını ve neticede memlekete neye mal olacağını söylemek güçtür.” 

İngiliz politikasının gereği 

İngilizlerin “Şark Meselesi”ni kendi çıkarları doğrultusunda halletmek üzere takip ettikleri stratejik plan şimdilik istedikleri gibi yürüyordu. Nitekim 24 Ağustos tarihinde Avam Kamarasında bir konuşma yapan İngiltere Başbakanı Lloyd George, son derece açık ve net bir ifadeyle “Hiçbir mesele İngiltere’yi Türkiye meselesi derecesinde alâkadar etmemektedir. İngiltere’nin istikbali, Türkiye meselesinin halledilmesine bağlıdır!” diyecekti. Bu yüzden Paris Sulh Konferansındaki müzakerelerde ağırlığını gittikçe daha çok hissettiren İngiliz siyasî aklı, bir yandan müttefiklerini diğer yandan da Venizelos’u, Sultan Vahideddin’i, Babıâli hükümetlerini ve nihayet Anadolu harekâtını, İngiltere’nin istikbali doğrultusunda sevk ve idare edebilmek için son derece dikkatli ve maharetli bir politika izliyordu. Damat Ferid Paşa hükümetinin, Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması için vilayetlere tebligat göndermesi ve hemen ardından aldığı ikinci bir kararla da Mustafa Kemal Paşa’nın sahip olduğu nişanları ve uhdesindeki fahrî yaverlik rütbesini kaldırması, söz konusu İngiliz politikasının gereğiydi.

Bu sıralarda yeni Harbiye Nazırı Nâzım Paşa, Anadolu’daki millî hareket hakkında malumat almak için Kâzım (Karabekir) Paşa’ya bir telgraf çekmiş, bu telgrafa verdiği cevapta Anadolu’daki vaziyetin son derece mühim olduğunu dile getiren Kâzım Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki namına hareket ettiği iddialarını kesin bir dille reddetmiş, Anadolu hareketinin salt vatanperver duygulardan kaynaklanan vakur bir galeyan olduğunu belirtmiş fakat Erzurum Kongresine ve bu kongrede alınan kararlara dair herhangi bir malumat vermemişti. Diğer yandan 14 Ekim 1918 ile 21 Eylül 1920 tarihleri arasında Babıâlide tam 12 hükümet değiştirtmiş olan İngilizler, bu iki yıllık süre içinde beş defa iktidara getirdikleri Ferid Paşa hükümetlerine -söz konusu stratejik plan gereğince- Mustafa Kemal Paşa’nın daha evvel hiçbir paşaya verilmemiş geniş yetkilerle Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya gönderilmesine, sonra bu görevinin iptal edilmesine, tutuklanmasına, rütbelerinin kaldırılmasına ve hatta idama mahkûm edilmesine varıncaya kadar birçok karar aldıracaklar fakat yine aynı stratejik plan çerçevesinde işbaşına getirdikleri diğer hükümetlere de Mustafa Kemal Paşa aleyhinde alınan bütün kararları peyderpey iptal ettireceklerdi… 

Parçalanma Fransa’ya yarar mı?

Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması emriyle eş zamanlı olarak Paris Sulh Konferansında Yunan askerlerinin Batı Anadolu’daki işgal faaliyetlerinin geçici bir süre ile sınırlandırılmasına ve İzmir havalisinde Yunan askeri tarafından uygulanan mezalimin araştırılması için general rütbesine sahip İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan subaylarından oluşan dört kişilik bir komisyonun İzmir’e gönderilmesine karar verildi ve bu karar Babıâliye de tebliğ edildi. Bu arada İngiltere, “Şark Meselesi”ni kendi istikbali doğrultusunda halletmek adına İran ile son derece önemli bir anlaşma imzaladı fakat Fransa, kendi çıkarları hilafına geliştiği için İngiltere’nin takip ettiği Türkiye siyasetinden rahatsızlık duymaya başlamıştı. Nitekim 30 Ağustos tarihli Journal de Deba gazetesinde yayımlanan “Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğundaki Hukuk ve Menfaatleri” başlıklı uzunca bir makalede, Osmanlı memleketindeki yabancı sermayenin büyük bir kısmını Fransız tasarruflarının oluşturduğu ve bununla beraber Fransa’nın Osmanlı umumî borçlarındaki hissesinin yüzde 60, İngiltere’nin ise sadece yüzde 14 nispetinde olduğu belirtiliyor; aynı tarihli Action Française gazetesinde yayımlanan “Türkiye’nin Bekası” başlıklı bir başka makalede ise Fransa’nın istikbali için Arabistan hududuna kadar uzanan bir Türkiye’nin siyasî teminat altına alınması lüzumu, Türkiye’nin parçalanması hâlinde Fransa’nın hiçbir şey kazanamayacağı, tam tersine çok şey kaybedeceği ifade ediliyordu. Bu yüzden Fransa’nın Paris Sulh Konferansındaki müzakerelerde Türkiye meselesiyle ilgili tavrı 1919 Eylül ayı sonlarına doğru nispeten lehimize dönecekti. Nitekim Fransızlar bu tarihten itibaren Türkiye’nin dağılmasını ve Anadolu’daki egemenlik alanının kısıtlanmasını arzu etmediklerini dillendirmeye başladılar. Buna göre Fransa, Anadolu’nun bir kısmında bir “manda” üstlenmek suretiyle bütün Türkiye üzerindeki hukukundan feragat etmeye razı olmayacaktı. Kaldı ki manda meselesinin mesuliyetli ve oldukça masraflı bir iş olduğunu, Ermenistan mandasını bu yüzden kabul etmediklerini, mezkûr mandayı Amerika’nın da yine aynı sebeple kabul etmek istemediğini söylüyorlar ve “Şark Meselesi”nin en uygun ve kalıcı çözümünün Türkiye’nin İstanbul’la birlikte yaşamasına bağlı olduğunu ileri sürüyorlardı. 

Ne maceraperest ne mutaassıp 

Bu sıralarda Türkiye Yahudi cemaatinin lideri Hahambaşı Hayim Naum, Amerika’nın Paris Sulh Konferansındaki temsilcisi Henry Morgenthau’un daveti üzerine 27 Eylülde Paris’e hareket etti. Bu seyahat haberi Journal D’Oriente gazetesinde “Haber aldığımıza göre Mister Morgenthau 22 Eylül tarihinde Hayim Naum Efendiye bir telgraf çekerek bazı gizli talimatlar vermek için kendisini âcilen Paris’e davet etmiştir.” şeklinde verilmekteydi. Hahambaşı Efendinin Mister Morgenthau’dan ne tür gizli talimatlar aldığını bilemiyoruz ancak birkaç hafta sonra Paris’te Le Matin gazetesine verdiği bir beyanatta Damat Ferid Paşa kabinesi zamanında bir asi olduğuna hükmedilen Mustafa Kemal Paşa’nın bugün Ali Rıza Paşa hükümeti ile uyum içinde hareket ettiğini ve dolayısıyla Anadolu hareketinin artık yarı resmî bir hüviyet kazandığını belirtiyor ve beyanatını “Mustafa Kemal Paşa ne maceraperest ne de mutaassıptır. Türkiye’nin uluslararası vaziyetini tamamıyla anlıyor. Hükümdarına sadıktır. Onun programı gayet basittir. Wilson Prensiplerinin tamamıyla tatbik edilmesi. Yani Türklerle meskûn arazinin Türklere aidiyeti. Türk milliyetperverlerinden korku yoktur. Diplomatların vazifesine müdahale etmeksizin herkesin menfaati dahilinde bir çözüm yolunun mümkün olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bugün hangi memleket Anadolu’da kuvvetli ve masraflı bir işgal ordusu tutabilir…” sözleriyle sürdürüyordu. Bununla beraber 25 Eylül tarihli Le Rob Nouvelle dergisinde çıkan bir makalede de Avrupa’nın Türkiye’deki milliyetperverlere müzaheret etmesi gerektiği ileri sürülüyor ve “Millî harekât kendi kendine milletin sinesinden çıkmış bir şeydir ve bu harekâtın membaını İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edilmesinde aramalıdır. Eğer Anadolu’daki millî hareket durdurulmak isteniyorsa bu pek kolaydır. Bunun için Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlara riayet etmek kâfidir.” kabilinden hayli ilginç cümleler kuruluyordu. 

Batı basınında yer alan buna benzer daha birçok analiz, Paris Sulh Konferansında Türkiye’nin bekasına karar verildiğini gösteriyordu. Nitekim bir başka önemli Fransız gazetesi Le Temps’de yayımlanan bir makalede de “Türkiye tahakküm altına alınamaz. Türkler kendi kendilerini idareye muktedirdirler. Türk milliyetperver harekâtının başında bulunan zevat, hakikati olduğu gibi gören, Türkiye’nin istiklâl ve inkişafı için anlaşmak zaruretini anlayan adamlardır. Bu Adamlarla görüşmek ve onlara ‘Sizin vatanınız yaşayacak, yalnız bu vatanı ihya için birlikte çalışalım!’ önerisinde bulunmak lazım…” deniliyordu… 

(Devam edecek) 

[email protected]