Gerçeklikteki tahribatı en iyi sinema gösterir
ABONE OL

Modern çağın en gözde sanatlarından biridir sinema. Her sanatta olduğu gibi sinema sanatına has filmlerin de taşıdığı birçok anlam vardır. Daha doğrusu deneyimlediğimiz gerçekliğin yapısı, deneyimlenme şekli vb. hususlardan tutun da bu gerçekliğin bize görünme biçimlerine, bunlar arasındaki koşutluk ya da zıtlık gibi iki ayrı kutupta toparlayabileceğimiz farklılıklara ilişkin gerek estetik, gerek etik, gerekse epistemolojik birçok konuyu ele almaya imkan tanıyabilir filmler. Gerçeklik, özgürlük, adalet, ahlak ve sanat sorunlarına ilişkin sinemanın ürettiği birçok cevabı bazılarımız epey sıradan ve bayağı görse de bazen bu kadar basit ve belirsiz olmayabilir bu cevaplar. 

ABD’de felsefe ve sinema dersleri veren Nathan Andersen, mümkün bir film felsefesini niçin ciddiye almamız gerektiğini ortaya koyuyor Türkçeye Gölge Felsefe olarak çevrilen kitabında. Bunu yaparken kendine Stanley Kubrick’in Otomatik Portakal filmi ile Platon’un Devlet adlı kitabında anlattığı ve belki de felsefe tarihinin en ünlü istiaresi sayılagelen “mağara” istiaresini kullanıyor. Bilindiği gibi istiaresinde Platon eski bir mağaranın derinliklerinde bağlı duran bir grup mahkumu konu edinir. Sonsuza değin, mağarada bulunan ateşin duvarlara düşürdüğü gölgeleri seyretmek zorunda olan mahkumlar gerçeğin bu gölgelerden ibaret olduğunu sanırlar. Bir gün aralarından biri ya da birkaçı bağlarından ve dolayısıyla mağaradan kurtulup çıplak gözle güneşe bakınca ilkin bir körlük yaşasalar da nihayetinde gölgelerin gerçek olmadığını anlarlar. Platon’un İdealar Teorisini açımlamak üzere anlattığı bu istiarenin özellikle sinemada bilim kurgu türü filmlerde sıklıkla kullanıldığına işaret ediyor Andersen. Sözgelimi Matrix, Totall Recall gibi filmlerde gerçeklik ile görünüş arasındaki farklılık ve hatta zıtlık, bu filmlerde kahramanın gerçek zannettiği yaşam dünyasınınbir illüzyondan ibaret olduğunu fark etmesiyle vurgulanır. Bu tür filmlerde açığa çıkan, sinemanın gerçeklikteki tahribatı kolayca göstermesi ve felsefe kitaplarında kuru ve soyut bir dille anlatılan birçok meseleyi ele almada kolaylık sağlamasıdır. Andersen bu yüzden birçok felsefe öğretmeninin de ders anlatımlarında filmleri kullandığını, hatta filmleri kullanmanın kendi başına pedagojik bir değer taşıdığını söylüyor. 

Kaygı uyandırabilmek

Platon’un en önemli felsefi öğretilerini hiç yazmadığına dikkat çeken Andersen, bunları Platon’un paylaşmak istememesinden dolayı değil, onlara yönelten birkaç gösterge dışında bu öğretilerin asla yazılamayacak olduğu için Platon’un sadece heyecan verici ve aydınlatıcı ama sonuçsuz ve eksik kalan konuşmaları resmeden diyalogları kaleme aldığını öne sürerek; zengin gölgeler ve ışık, sessizlik ve ses, imge ve söz etkileşimleri içeren filmlerin de felsefi olduklarını ya da felsefe yapabildiklerini söylemenin tek yolunun dikkatli ve eleştirel izleyicilerin düşüncesinde kaygı uyandırabilmekt en geçtiğini ifade ediyor. 

Kitabında Otomatik Portakal’ı Devlet ile felsefi bir diyaloga sokan Andersen sinema gibi popüler sanat biçimlerinin bile felsefi araştırmayı kışkırtan yanlarının onların gündelik hayatta kanıksadığımız önyargı ve varsayımları irdelememize imkan tanıyan mesafeyi oluşturma kapasitelerine bağlı olduğu sonucuna ulaşıyor. Kitaptaki amacının felsefeyle konuşarak filmleri düşümeye dair bir yaklaşımın ana hatlarını çizmek olduğunu belirten Andersen, herhangi film çalışması ya da felsefe birikimine sahip olunmadan da anlaşılabilecek türden bir eser çıkarıyor ortaya. Otomatik Portakal’ın yakın okumasını ve Devlet’in içerdiği ana temaların tanıtıcı bir açıklamasını içeren kitap gerek sinema felsefesiyle yakından ilgilenen uzmanlara gerekse de Palton ve Stanley Kubrick severlere ilgi çekici bir bakış açısı sunuyor. Kitaba ayrıca önerilen filmler, ek okumalar, isim, terim ve kavramlar sözlükleri ile birlikte kitaba Platon’un Devlet’inin bir özeti de eklenmiş.

@uzakkoku

Felsefe tarihinden 12 filozof

Uzmanlık alanı siyaset felsefesi ile 19.-20. yy. Avrupa Felsefesi olan Raymond Geuss, Sokrates’ten Adorno’ya kendi belirlediği 12 filozof hakkında yazdığı denemelerle kuruyor kitabını. Her bir filozofu felsefi etkinliğe dair yaptığı katkıyla ayrı ayrı, ama titizlikle irdeleyen Geuss, filozofların geçmişte sordukları birçok sorunun cevapsız kaldığına dikkat çekerek, filozofların asıl etkinliğinin insanları farklı düşünmeye kışkırtmak anlamına gelebileceğini, gelmesi gerektiğini vurguluyor. Bağımsız düşünmeye izin vermeyen düşünce sistemleri içinde yaşamaktansa konuyu değiştirebilecek sorular da üretebilmemize katkı verecek düşünürler Geuss’un listesindekiler. 

Sokrates’ten Adorno’ya Felsefe, Raymond Geuss, Dipnot, 2019

CHP, ne yaparsa değişmiş olur?

Sık sık Cumhuriyet’in kurucu partisi olduğu savlanan CHP’nin dini konularda epey ikircikli politikalar oluşturduğunu biliyoruz. CHP’nin özellikle İslam, ezan, cami, Kur’an kursu, din öğretimi, laiklik gibi konularda yaşadığı gelgitleri çözümleyen ve yerel seçimlerle birlikte geçirmeye başladığı değişimin izini süren kitabında Ramazan Akkır, bir taraftan ideolojik tarihsel kodlarını esnetme bir taraftan da kendi üyelerinin dışındaki seçmene ulaşma niyeti arasında sıkışan partinin panoramasını çıkarmaya uğraşıyor. CHP’deki değişimin Türk siyasal hayatının gelişimi açısından önemini vurgulayan Akkır, buna karşın bu değişimin partinin kendi “hafıza”sını paranteze almadan mümkün olamayacağının da altını çiziyor. 

CHP’nin Din Politikaları, Ramazan Akkır, Pınar, 2019