Güvenli bölgede sona doğru
ABONE OL

Hali hazırda devam eden krizler gösterdi ki; Avrupa başta olmak üzere dünyanın istikrarı, stratejik konumu itibariyle Türkiye'nin etkin ve sağlam duruşundan geçmektedir. Dünyanın başına bela olan ve adeta "yenilmez" olarak lanse edilen DEAŞ terör örgütünün ilerleyişini "göğüs göğüse" çarpışarak net şekilde durduran Türk güvenlik güçleri oldu.

Teröre bırakılan topraklar

Yaşanan süreçte birçok bölge maalesef tek kurşun atılmadan terör örgütlerine teslim edildi. PKK'nın Suriye uzantısını meşrulaştırmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki Uluslararası Koalisyon Güçleri, DEAŞ'ın kontrolündeki bazı yerleri anlaşma ile SDG kılıfını giydirdikleri PKK'ya bırakmışlardır. Ve bu durum - çeşitli itiraflarla - inkâr edilemez bir şekilde ortadadır. Suriye'nin değerli petrol ve doğal gaz zenginlikleri PKK/SDG'ye ikram edilmiştir. Daha da ileri gidilerek Akdeniz'e kadar uzanan bir terör devleti kurdurulmak istenmiş bu plan Türkiye'nin icra ettiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile yok edilmiştir. Türkiye hem sınırlarının güvenliği sağlamak hem mülteci akınının önüne geçmek hem de ülkemizdeki göçmenlerin onurlu ve güvenli bir şekilde ülkelerine geri dönebilme imkânını sunmak amacıyla söz konusu operasyonları gerçekleştirdi.

Hayat normale döndü

Cerablus, Azez, Mare, el-Bab, Çobanbey, Afrin, Tel-Abyad ve Rasulayn'da hayat normale döndü. Terörden arındırılan şehirlere 500 binden fazla Suriyeli mülteci "gönüllü" olarak geri dönüş yaptı. Yaşam koşulları açısından en zor şehirlerden biri olan, dört milyon insanın sıkışıp kaldığı, sınırımıza yakın İdlip'te, Türk yardım kuruluşlarının da desteğiyle yaklaşık 60 bin briket ev yapıldı.

Yapılmaya devam ediliyor. 350 binden fazla insanın derme çatma çadırlardan, barınaklardan kurtarılıp daha insani şartlarda barınması sağlandı. Bunun yanında camiler, okullar, sağlık merkezleri, ekmek fırınları, sosyal tesisler, çocuk parkları inşa edilerek yaşam koşulları iyileştirilmeye çalışıldı. Bu gayretlerin bir diğer önemli amacı da "göçü sınır ötesinde tutma" stratejisiydi.

Tezimizin haklılığı

Suriye iç savaşının başladığı ilk yıllardan itibaren Türkiye "güvenli bölge" önerisini masaya getirmişti. Ne yazık ki yeterli destek göremedi. Bugün geldiğimiz noktada bu tezin ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Söz konusu güvenli bölgeler zamanında oluşturulsaydı eğer mülteci krizi bu derece büyümeyecekti. Sınırlara yakın bölgelerde terörist unsurları temizleyen Türkiye kendi güvenli bölgesini oluşturmak durumunda kaldı. Şimdi bu alanlarda huzur ortamı hakim durumda. Sadece Fırat Kalkanı Harekât bölgesinin nüfusu, (Türkiye ve Suriye'nin diğer şehirlerinden gelenlerle birlikte) 2 milyonu geçti.

Şimdi Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerinde yer alan on üç yerleşim alanında yerel meclislerle koordineli olarak geniş çaplı bir proje uygulamaya konuluyor. Suriyelilerin günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri konut, okul, sosyal tesisler, ailelerin geçimlerini temin edecekleri tarımdan sanayiye ekonomik planların yer aldığı, geniş kapsamlı bu proje için çalışmalar başlatıldı. Geçmiş dönem de, 10'a yakın hastane, yüzlerce okul, onlarca sağlık ocağı, stadyum, çok sayıda futbol sahası, gençlik merkezleri, kreş, kültür merkezleri inşa edilmiş, hasar gören 1000'e yakın camii ve birçok kilisenin bakım ve onarımı yapılarak Suriye halkının hizmetine sunulmuştu. Ayrıca gümrük kapıları açılarak ticari hayata hareketlilik kazandırıldı. On binlerce kişiye iş imkânı sağlandı.

Tarımsal destekler

Çiftçilere gübre ve tohum desteği verildi. Kontrol altında tutulan güvenli bölgelerin tamamında ağaçlandırma faaliyetleri yürütüldü. Yaklaşık 150 kilometre asfalt yol, bir o kadar asfalt yol yapıldı. Bunun yanında il ve ilçe merkezlerine kilit taşı, bordür döşendi. Bunun yanında, adliye, emniyet, tarım, müftülükler, nüfus müdürlükleri, PTT şubeleri dahil olmak üzere ihtiyaç duyulan tüm kamu kurumları hizmet vermeye başladı. Bu resmi kurumlarda sadece yerel halkın istihdam edilmesine dikkat edildi.

Bugüne kadar verilen sağlık hizmetlerinden yüzbinlerce Suriyeli istifade etmektedir. Çobanbey, Azez ve el-Bab'ta 200'er yataklı, Mare ve Cerablus ilçesinde 75 yataklı 5 hastane bölge halkına sağlık hizmeti veriyor. Yüksek oranda seyreden Şark Çıban hastalığa ile mücadele etmek amacıyla 5 dispanser, 2 çevre sağlığı birimi de etkili bir şekilde fayda sağlıyor. Ambulans ve telsiz sistemleri kuruldu. Cerablus'taki ağız ve diş sağlığı merkezi de faaliyetlerine devam etmektedir.

Şanlıurfa Valiliği'nin sorumluluğunda bulunan Barış Pınarı Bölgesi'nde valiliğe bağlı Suriye Destek ve Koordinasyon Merkezi'nin (SUDKOM) danışmanlık destekleri ve yerel meclisin sağladığı fonlarla inşa edilen, içinde büyük bir kafe restoran, çok amaçlı salonun yer aldığı modern çarşı geçtiğimiz haftalarda açılarak hizmete alındı. Burada da yerel halktan yaklaşık 30 genç istihdam edildi.

Asayişin sağlanması için yerel halktan oluşan polis gücü oluşturulması faaliyetleri artarak devam ediyor. Bu doğrultuda binlerce personel göreve başlatıldı. Alımlarda mülakat Türk güvenlik güçleri tarafından gerçekleştiriliyor. Güvenliğin etkin bir şekilde sağlanması için emniyet binaları da inşa ediliyor. Hem DEAŞ hem de PKK'nın "sapkın" ideolojisini yok etmek amacıyla eğitim alanında da projeler yürürlükte. Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı olarak El-Bab'da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Azez'de İslami İlimler Fakültesi, Çobanbey'de Tıp Fakültesi ve Zeytin Dalı Harekâtı ile terör örgütü PKK'dan arındırılan Afrin'de de Eğitim Fakültesi kuruldu.

Türkiye sınırlı imkânları ile bunca projeyi hayata geçirirken maalesef ne ABD ne de Avrupa ülkeleri elini taşın altına koymadı, koymuyor. Uluslararası zirvelerde ya da ikili görüşmelerde Türkiye'nin gayretlerini "takdir" edip gereken desteği sağlayacaklarına dair sözler verenler sıra icraata gelince türlü bahanelerle gereğini yapmaktan imtina ediyor. Avrupa'nın güvenliğinin sigortası Türkiye'dir. Bu gerçeğin açık şekilde farkındalar. Diğer yandan Avrupa Birliği ile imzalanan "geri kabul" anlaşmasının kendileri açısından "hayati" olduğunun bilincindeler. Sadece Suriye konusu da değil, Ukrayna krizinin çözümü noktasında diplomasi gücü ön plana çıkan Türkiye'nin varlığının ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyorlar. O yüzdendir ki Avrupa'nın "şımarık çocuğu" Yunanistan'ın, Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerinden dolayı "Türkiye'ye yaptırım kararı" isteğini yürürlüğe koyamıyorlar. Enerji konusunda Rusya'ya bağımlılığı azaltmanın yolunun, enerji nakil hatlarının tam ortasında bulunan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaktan geçtiğinin idrakindeler. Bu şartlar altında, mültecilerin "gönüllü ve güvenli" şekilde geri dönmesini oluşturacak şartların daha güçlü sağlanması için gereken baskının yapılması da elzem olarak görülmektedir. Bu durum bir şantaj unsuru olarak görülmemelidir zira Türkiye'nin muazzam bir gayret göstererek uygulamaya geçirdiği bu projeyi sonuna kadar tek başına yüklenmesi adil ve ahlaki değildir. En azından Suriye'nin zengin enerji kaynaklarından elde edilen gelirin Suriye halkına harcanması için çaba gösterilmelidir. Böylelikle Türkiye'nin imkânlarını zorlayarak gerçekleştirdiği projenin çok daha kapsamlısı uygulamaya geçirilebilir. Bu da mülteci sorununa çözüm sağlanması noktasında şüphesiz önemli bir adım olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu çözümü defaatle dile getirmişti:

"Diyorum ki; o petrol kuyularında bulunan petrolü gelin beraber çıkaralım. Ondan sonra o terör bölgesine şu projeleri uygulayarak şu anda mülteci halinde olan bu insanları o yaptığımız evlere, okullara, hastanelere barınmaları için oraya yerleştirelim. Ama buna yanaşmıyorlar, çünkü petrol onlara daha çok lazım. YPG-PKK terör örgütünün sivilleri hedef alan saldırılarına rağmen bu bölgeler hâlihazırda Suriye'nin en yaşanabilir, en huzurlu alanlarıdır."

SDG kılıfı

Terör örgütüne milyarlarca dolarlık destek veren ABD, bu projenin uygulanmasına katkı sunmak yerine karşı çıkmaktadır. Çünkü Suriye'nin zengin enerji kaynaklarını PKK'nın eline teslim eden bizzat kendisidir. SDG kılıfını giydirdiği PKK'yı Suriye'deki Kürtlerin temsilcisi olarak dünya kamuoyuna tanıtmaktadır. Oysaki Suriye krizinin ilk zamanlarında yaklaşık 350 bin Kürt, terör örgütü PKK/PYD'nin baskısından kaçarak Türkiye'ye sığınmıştır. Bugün ABD'nin PKK'ya teslim ettiği bölgelerde çocuk yaştaki kızlar dahil olmak üzere birçok genç zorla silah altına alınmaktadır. Adam kaçırma, öldürme, psikolojik baskı, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın ideolojisini zorla empoze etme gibi zorbalıklar PKK/SDG'nin kontrol altında tuttuğu bölgelerde devam etmektedir. Acı olan ise Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde "kurmay" olarak görev almış, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında milletvekili olarak bulunmuş birinin " PKK'nın olduğu bölgede çatışma yok, barış ortamı var" sözlerini sarf etmesidir. Dışarıda zorlu mücadeleler verilirken içeriden böyle bir sesin çıkmasının izah edilecek bir tarafı yoktur.

Sonuç olarak Türkiye 15 Temmuz hain darbe girişiminden 40 gün sonra Fırat Kalkanı ile başlattığı harekâtlarla, terörden arındırdığı bölgelerde terörizm ve baskılardan bunalan Suriye halkı için güvenli bir yaşam olanağı sundu. Bu atılımı gerçekleştirirken de bırakın dışarıdan destek görmeyi engellerle karşılaştı, siviller zarar görmesin diye bu uğurda şehitler verildi. Şimdi Türkiye, mültecilerin ana vatanlarına gönüllü olarak güvenli bir şekilde dönebilmelerinin önünü açmak için çok daha kapsamlı bir projenin adımlarını attı. Sonuçlarından Avrupa ve bölge ülkelerinin büyük fayda göreceği bu projeye ne derece katkı sağlayacağı ise büyük bir soru işareti...

[email protected]