Hafter için çember daralıyor
ABONE OL

Afrika’nın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkesi Libya, 1951 yılında bağımsızlığına kavuştu. Ülkenin ilk ve son kralı İdris Es Senusi, 1969 yılına kadar ülkeyi yönetti. Kral İdris, yönetimi boyunca Türkiye ve Batı yanlısı bir politika takip etti. Kral İdris’in izlediği iç ve dış politikadan rahatsızlık duyan muhalifler, 1969 yılında gerçekleştirdikleri askeri darbeyle ülkede Kral İdris dönemini sonlandırırken, diğer taraftan 2011 yılının son çeyreğine kadar devam edecek Muammer Kaddafi dönemini de başlatmış oldu.

Genç Albay Kaddafi

Muammer Kaddafi, 1969 yılında Libya Kralı İdris’i askeri bir darbeyle tahtından ettiğinde 27 yaşında genç bir albaydı. Kendine has giyim ve hitabet mizacı, diplomatik görüşmelerinin merkezine geleneksel bedevi çadırını koyması, Arap Birliği ve Afrika Birliği tutkusu, baskıcı yönetimi, kitle imha silahları geliştirme programı, Batı karşıtı söylemleri ve terörizmi desteklemesi, 42 yıllık uzun iktidarının başlıca satır başlarıydı.

Arap Baharı ve Libya

Afrika ve Arap dünyasında en uzun süre iktidarda kalan Kaddafi’ye karşı, 17 Şubat 2011 tarihinde başta Bingazi olmak üzere ülkenin birçok kentinde ayaklanmalar baş gösterdi. Kaddafi rejimine karşı başlayan hareketlere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve NATO da aktif destek sağladı. Muhaliflerin ülkede artan gücü karşısında 21 Ağustos’ta başkent Trablus’u terk eden Kaddafi, 20 Ekim’de memleketi Sirte’de öldürüldü. Böylece, askeri darbeyle ülkeyi yönetme erkini elde eden Kaddafi, Arap Baharı olarak adlandırılan olayların Tunus’tan Libya’ya sıçramasıyla, iktidarını kanlı bir şekilde bırakmak zorunda kaldı.

Kaddafi döneminin üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen, ülkede asayiş, istikrar ve merkezi otorite bir türlü tesis edilemediği gibi, yönetimi silah zoruyla ele geçirme yarışı, Libya’yı büyük bir kargaşaya ve iç savaşa sürükledi. Ülkede var olan otorite boşluğu veyahut çok başlılık, yeni bir anayasa temelinde sivil ve demokratik yapıların kurulmasına yönelik girişimlerin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Birleşmiş Milletlerin (BM), 2011 yılında yürürlüğe koyduğu silah ambargosu, ülke geneline yayılan iç çatışmalar ile DAEŞ ve türevlerinin yürüttüğü terör eylemlerini önlemeye yetmedi. Süregiden silahlı çatışmaların ortasında, BM gözetiminde yapılan genel seçimler sonucunda, Trablus’ta Milli Genel Kongre hükümeti kuruldu. Ancak sürgündeki General Hafter’in, 2011 yılında ülkeye geri dönmesi ve otorite boşluğunu kendi iktidarıyla doldurmaya yönelik başlattığı silahlı mücadele, Libya’daki toplumsal ve siyasi krizin derinleşmesine yol açtı. 1943’te Ecdebiye doğumlu Hafter, Kaddafi’nin bir dönem en güvendiği isimlerden biriydi. Bu güven dolayısıyla Genelkurmay Başkanı oldu. Ancak 1986-7 yılındaki Libya-Çad savaşını kaybetmesi ve esir düşmesi, generalin itibarını kaybetmesine; ihanetle suçlanmasına ve hapis cezasına mahkûm edilmesine neden oldu.Nihayetinde CIA’nın Hafter için devreye girmesiyle 1990 yılında cezası sürgüne çevrildi ve cezasını çekmek üzere ABD’ye gönderildi.17 Şubat devrimiyle birlikte ülkeye dönen Hafter, Kaddafi rejimi ve CIA ile bağlantılarının olduğuna dair güçlü şüphelere rağmen ülkenin doğusundaki silahlı güçlerin komutasını ele geçirmeyi başardı. 

Tüm gücüyle Libya’daki iktidarı kendi kontrolü altına almayı amaçlayan emekli general, 14 Şubat 2014 tarihinde Libya’da seçimle göreve gelen Milli Genel Kongre’nin feshedildiğini duyurdu. Mayıs ayında ise 17 Şubat devrimini yapan, Trablus’u ele geçiren, Kaddafi yönetimini sonlandıran, ülkenin batısında yoğunlaşmış ve içlerinde İslamcıların da bulunduğu heterojen güçlere karşı “Onur Operasyonu” adı altında, topyekûn silahlı bir mücadele başlattığını ilan etti. Kurnazca bir açıklamayla sırf uluslararası tepkilere maruz kalmamak için söz konusu gayrimeşru operasyonunu, “terörizme karşı savaş” olarak nitelendirdi. General Hafter’in bu silahlı eylemi, bütün milis grupların ve silahlı unsurların silahı terk etmesi ve siyasi çözüme yönelmesini amaçlayan BM iyi niyet misyonuna vurulmuş önemli bir darbeydi.

Fecr-i Libya

Büyük bir kargaşa ortamında yapılan 25 Haziran 2014 seçimleri neticesinde ülke, de facto bir şekilde iki parlamentoya ve iki hükümete bölündü. Şüphesiz bu bölünmenin arkasında Hafter’in ülkeyi tek başına yönetme hırsı ile iktidarı paylaşmama arzusu bulunuyordu. Fiili bölünme sonrası Hafter’in silahlı mücadelesini konsolide etmesi ve başkent Trablus’u ele geçirmek gayesiyle büyük bir operasyon başlatması tesadüf değildir. Hafter’in önce darbe girişimi sonra da işgal planına karşı direnç, “Libya Şafağı” (Fecr-i Libya) adı altında birleşen güçlerden geldi.

25 Haziran sonrası ülkede ortaya çıkan fiili durumun bir yansıması olarak Tobruk’taki Temsilciler Meclisi, Hafter’e bağlı silahlı güçlere destek vermeye, Trablus’taki Milli Genel Kongre ise “Libya Şafağı” güçlerine arka çıkmaya başladı. Şubat 2015’te Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi General Hafter’i, “Libya Ulusal Ordusu” isimli silahlı örgütün başına “Başkomutan” olarak atamasıyla, bu defa Libya’da fiili iki ordu meydana çıktı. Karşılıklı suçlamalara bakıldığında Hafter taraftarları, Trablus hükümetini ve güçlerini “İslamcı teröristleri desteklemek” ile itham ederken, Trablus hükümeti ve “Libya Şafağı” yanlıları, Hafter taraftarlarını “DAEŞ ve Kaddafi güçleriyle işbirliği yapmakla” suçladığı görülmektedir. Libya’da fiilen ortaya çıkan iki parlamentoyu, iki hükümeti ve iki orduyu, tek çatı altında toplamak üzere, BM devreye girmek zorunda kaldı.

BM, Libya’nın yeniden istikrara kavuşması, terörizm ve anarşi ortamının ülkeyi teslim almasının önüne geçilmesi maksadıyla yürüttüğü geniş tabanlı yoğun bir diplomasi faaliyetinin neticesinde, Libya’daki tarafları önce Tunus’ta sonra da Fas’ın Suheyrat (Skhirat) kentinde bir araya getirmeyi başardı. Trablus ve Tobruk kentlerindeki birbirine rakip iki parlamentonun temsilcileri ile ülke genelindeki tüm grupları temsil eden heyetler, ülkenin siyasi geleceğine ilişkin bir anlaşmayı, 17 Aralık 2015 tarihinde imzaladılar.

İstikrarı etkileme gücü

Libya Siyasi Anlaşması veya Suheyrat Anlaşması olarak adlandırılan bu belgeye göre, Libya’da siyasi geçiş sürecinde Fayiz es Serrac’ın başbakanlığında merkezi Trablus’ta, ülkenin tek meşru ve yasal yürütme gücü Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) kurulması karara bağlandı. Buna karşılık Tobruk’taki Temsilciler Meclisi, ülkenin tek meşru yasama organı olarak belirlendi. Yine anlaşmaya göre, Trablus merkezli Başkanlık Konseyi’nin, devletin en yüksek danışma organı olmasına ve Başkanlık Konseyi bünyesinde ulusal bir ordu kurulması yoluyla ülkedeki silahlı grupların tek çatı altında toplanmasına karar verildi. Üzerinde uzlaşılan bir diğer maddeyle Libya ordusu, istihbarat ve yurtdışı temsilcilikleri başta olmak üzere, üst düzey kurumlara ilişkin atama ve görevden alma yetkileri, Başkanlık Konseyi’nin uhdesinebırakılıyordu.

Ülkede ulusal birliği yeniden tesis etmek maksadıyla üzerinde uzlaşıya varılan maddeler neticesinde ülkedeki meclis, ordu ve hükümet sayısı teke düşürüldü. Artık BM himayesinde imzalanan anlaşmayla kurulan Ulusal Mutabakat Hükümeti, Libya’nın tek meşru hükümeti olarak kabul ediliyordu.Anlaşmaya en büyük tepki, silah ve diplomasi yoluyla ülkede tek başına iktidar olma umudunu yitiren Tobruk hükümetinin silahlı kanadının önderliğini yapan Hafter’den gelmesi şaşırtıcı değildi. Zira anlaşma tüm planlarını suya düşürmüştü. Bu yüzden Hafter, tarafların uzlaştığı ve BM Güvenlik Konseyi tarafından da kabul edilen anlaşmayı hiçbir zaman benimsemedi. Ona sadakat göstermedi. Tüm ateşkes çağrılarına kulak tıkayan Hafter, iç savaşı sürdürmekteki ısrarını korudu. BM arabuluculuğunda 2018 yılında Fransa’da, 2019 yılında da Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir araya gelen Serrac ve Hafter arasında uzlaşma sağlansa da her defasında Hafter’in verdiği sözlere ve imzaladığı metinlere sadık durmadığı görüldü. Bunun nedeni Hafter’in, Libya’nın yeni lideri olma hırsıdır. Bu hırstan dolayı, başkent Trablus’taki uluslararası toplum tarafından Libya’nın tek meşru temsilcisi olarak tanınan hükümeti, silah zoruyla devirmek amacıyla 4 Nisan 2019 tarihinde saldırı başlattı. Bu saldırılarda çok sayıda sivil hayatını kaybederken, pek çok yerleşim yeri, liman, petrol tesisi, havaalanı ve işyeri tahrip edildi. Bir yıl süren saldırılardan hiçbir sonuç alamayan; hatta şimdilerde saldırıdan savunmaya geçmek zorunda kalan Hafter, 27 Nisan 2020’de yaptığı konuşmada, BM himayesinde imzalanan Suheyrat Anlaşması’nın hükmünü yitirdiğini ve ülkenin yeni liderinin kendisinin olduğunu ilan etti. Bu, Hafter’in esas amacının Libya’da yeni bir askeri diktatörlük kurmak olduğunu açık eden bir açıklamaydı.

Akdeniz’de önemli stratejik bir konuma sahip Libya, hem Avrupa’nın hem de Ortadoğu’nun istikrarını doğrudan etkileme gücüne sahip bir ülke. Ülkenin gelirinin çoğunu petrol oluşturuyor ve petrolün yaklaşık yüzde 80’i Avrupa ülkelerine ihraç ediliyor. Aynı zamanda, Afrika ile Avrupa arasındaki göç yolu Libya üzerinden geçiyor. Yine Libya’nın Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesinde belirleyici bir güce sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Tüm bu özelliklerden dolayı bölgesel ve küresel aktörler Libya meselesiyle yakından alakadar oluyor. Libya’nın demokratik temeller üzerinde yeniden istikrara kavuşturulması bölgesel ve küresel barışa katkı verecek düzeyde önemlidir.

Hafter kuvvetlerinin birçok devletin desteğine rağmen Trablus’u işgal edemeyeceği, oradaki meşru hükümeti deviremeyeceği artık anlaşıldı. Kaldı ki Hafter’in kanun tanımaz, sivilleri hedef alan eylemleri ve ülkede yeni bir diktatörlük kurma eğilimleri taşıması, uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmektedir. Bu yüzden hem içeride hem de dışarıda ciddi bir itibar erozyonuna uğrayan Hafter’in silahını bırakıp müzakere masasına oturmaktan başka çaresi kalmadı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg bugünlerde yaptığı bir açıklamada, Libya’da BM’nin barış anlaşması çabalarını desteklediklerini ve Trablus hükümetine destek vermeye hazır olduklarını ifade etmesi kayda değer bir gelişmedir. Meşru Libya Hükümeti Başbakanı Fayiz es Serrac’ın 25 Mart’ta başlattığı “Barış Fırtınası” adı verilen operasyonda, Hafter’in kontrolündeki Trablus’tan Tunus’a kadar olan uzanan toprakları geri aldığı bilinmektedir.

Hafter’in savaş suçları

BM Libya Misyonu, Hafter güçlerinin savaş hukukuna ve insan haklarına aykırı eylemlerini kayıt altına almaktadır. Diğer taraftan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Bensouda, BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda, Libya’da işlenen savaş suçlarına ilişkin yürüttüğü soruşturmada, Hafter’in işlediği suçlara dikkat çekti. Benzer şekilde geçtiğimiz haftalarda BM raporunda, Rusya’nın Rus güvenlik şirketi Wagner üzerinde Hafter’i desteklediği yer aldı. Hafter’in Libya’da savaş suçu işlediğine dair kanaatlerin uluslararası kurumların raporlarına yansıması, haliyle Hafter’e askeri, mali, siyasi destek veren ülkelerde endişeye yol açtı. Zira Libya’nın sürüklendiği terörizm ve istikrarsızlık sarmalında bu ülkelerin sorumlulukları göz ardı edilemez ve bu ülkelere uluslararası yargı yolunu açabilir. Bu yöndeki endişe, petrol fiyatlarında yaşanan düşüş ve Covid-19 salgınının yol açtığı ekonomik durgunluk kuşkusuz Hafter’e sağlanan maddi ve manevi desteklerin kısılmasına sebep olacaktır.

Bu nedenle Fransa, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın Hafter’e desteği, bu yeni süreçte sekteye uğrayabilir. O yüzden Meşru Libya Hükümeti ile Türkiye’nin, Hafter’in kontrolü altında bulunan bölgelerde insanlığa karşı işlenen savaş suçlarını, uyuşturucu ticaretini, insan kaçakçılığını tüm delilleriyle uluslararası kurumların ve kamuoyunun dikkatine sunmaları son derece önemlidir. Bugün Doğu Akdeniz’deki Türkiye karşıtı bloğun Libya’da da birlikte hareket ettiği çok açıktır. Ancak bunu dillendirmek yerine, Uluslararası Ceza Mahkemesine ve Birleşmiş Milletlere yansıyan insanlık onurunu ayaklar altına alan suçları ve bu suçların oluşmasını sağlayan ülkeleri açığa çıkarmak ve ardından uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmak, Covid-19 süreciyle ortaya çıkan halk sağlığı krizi sürecinde etkili bir adım olabilir. İnsanî açıdan uluslararası yardımlaşma ve dayanışma bilincinin hassaslaştığı şu günlerde, Libya’daki insanî krizi ön plana çıkarmak ve BM öncülüğünde başlatılan, ülkeyi demokrasi temelli istikrara kavuşturma sürecine, uluslararası toplumun desteğinin aranması ihmal edilmemelidir.

[email protected]