Halkın travmalarını anlamak zorunda mıyız?
ABONE OL

Yeşilçam’ın en büyük becerisi hayatta kalma kabiliyetiydi. Bu kabiliyetini her zaman nezih bir biçimde kullanmadı. Ama toplumla bağını da hiçbir zaman tam olarak koparmadı. Daha doğrusu Yeşilçam’ın hayatta kalma kabiliyeti büyük oranda toplumla kurduğu ilişkiye bağlıydı. Yeşilçam iyi kötü, eğri ya da doğru Türk toplumunun aynasıydı. 1980’li yılların sonunda uzun süredir beklenen ölümü gerçekleştikten sonra bile Yeşilçam’ın ruhu bir şekilde Türk sinemasına musallat olmaya devam etti. Yeşilçam sonrası dönemde Türk dizileri bu ruhtan yeni bir anlatı ürettiğinde Yeşilçam yapısına içkin sayılan, aynı zamanda onun ölümüne sebep olan, ekonomik ve teknik yetersizlikler tarihe karıştı. Buna rağmen Yeşilçam’ın melodramatik mantığı dizilere damgasını vurmaya devam etti. Dolayısıyla artık kabul etmek gerekir ki, bir zamanlar imkansızlıkların ardına sığınılarak mazur gösterilmeye çalışılan anlatı unsurları kusur olmaktan çok Yeşilçam’ın ve onun bir tür devamı olan Türk dizilerinin özelliklerini oluşturmaktadır. Türk dizileri son yirmi yılda bir anlatı tarzı yaratırken, farklı coğrafyalara açılırken ya da içine girdiği krizlerden çıkmaya çalışırken bunları Yeşilçam’ın yaptığı gibi halkın yaşantısıyla bağ kurarak başardı.

Gerçeğin hikayesi

Türkiye’de dizi sektörü COVID-19 pandemisinin yarattığı krizden çıkışı da yine halkın hikayelerine eğilmekte buldu. Dizi sektörü sinemanın aksine gösterim konusunda bir sıkıntı yaşamazken ve hatta pandemi yüzünden insanların eve kapanmasıyla daha fazla göz önünde bulunma fırsatı yakalarken asıl sıkıntıyı çekim süreçlerinde yaşamaya başladı. Yapımcılar buna karşı dış çekimleri ve genel olarak çekim mekanı sayısını azaltma yolunu tuttu. Bu da normal zamanda yapımcıların çekinceyle yaklaşacakları Kırmızı Oda gibi çoğunlukla tek mekanda geçen bir dizinin yapılabilmesinin önünü açtı. Kırmızı Oda’nın hikayesi psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun terapi günlüklerinden oluşan romanına dayanırken dizinin anlatısı Türk dizilerinde çok alışkın olunmayan bir biçimde bir çeşit hikaye antolojisi biçimini taşıyor. Farklı uzunluklardaki hikayelerin çözüme bağlanıp yenilerinin seyirciye sunulduğu bu anlatı kağıt üzerinde riskli bir iş gibi görünüyordu. Ancak dizi ilk bölümünden itibaren seyircilerden büyük ilgi görmeye devam ediyor. Hatta yine Budayıcıoğlu’nun bir eserinden uyarlanan Masumlar Apartmanı’nın da yakaladığı büyük başarı terapi dizileri olarak adlandırılabilecek bu dizilerin bir tür furyaya dönüşmesi ihtimalini de ortaya çıkardı. Bu başarının altında yatan asıl sebep ise çarpıcılığının yanı sıra gerçekçiliğiyle de seyirciye dokunan hikayeleri.

İllüzyon kırıcı gelenek

Terapi sahneleri birçok yabancı yapımda kullanılıyor. Ancak Kırmızı Oda’da terapi başlı başına bir anlatı aracına dönüşmüş durumda. Dizi bu açıdan epey orijinal. Üstelik diziyi terapi dizisi haline getiren bu tercih onu aynı zamanda Yeşilçam anlatılarına da yaklaştırıyor. Yeşilçam filmlerinde bazen kanlı canlı bir karakterin bazen de bir dış sesin yaptığı girizgah ve kıssadan hisse bölümlerine benzer şekilde Kırmızı Oda’da da hikayeler terapi sahneleriyle paranteze alınıyor. Dizi bu açıdan Yeşilçam’ın illüzyon kırıcı geleneğini devam ettiriyor. Budayıcıoğlu’nun romanlarından uyarlanan diğer dizilerde de terapi sahneleri yer alsa da böyle bir kullanım şimdilik sadece Kırmızı Oda’ya has. Bu da ona terapi seanslarının yan karakterler üzerinden işlendiği İstanbullu Gelin’den daha katmanlı yapı sağlıyor. Doğduğun Ev Kaderindir’de bütün hikayeyi çevreleyen silik çerçeve şeklinde iş gören terapi Kırmızı Oda’da anlatının odağını oluşturuyor. Böylelikle iki diziden farklı olarak Kırmızı Oda melodramatik anlatıyla arasında gerçekçi bir bakışa imkan tanıyacak bir mesafe yaratıyor. Bu aslında giderek daha fazla Hollywood tarzı illüzyonist melodramlara benzeyen ana akım dizilerden farklı bir yere koyuyor diziyi. Dizi tabiri caizse anlatıdaki terapi katmanıyla seyircinin de melodramdan bir adım geriye çekilerek hikayeye bakmasını mümkün kılacak bir yadırgatma efekti yaratıyor.

Hikayenin gerçeği

Dizinin esprisini oluşturan kader motifi ifadesi bu açıdan tam olarak melodramı anlatıyor. Daha doğrusu illüzyonist melodramı anlatıyor. Terapi için gelen karakterlerin anlattıkları hikayelerde hep bir masalsılık söz konusu. Öte yandan dizideki Doktor Hanım karakterlerin kendilerine anlattıkları masalların ardında yatan gerçekleri onlara göstermeye çalışıyor. Müşfik bir anlatıcı gibi hikayeleri seyirciyi için yorumlayan Doktor Hanım illüzyonu kırarak diziyi epik bir boyuta çıkarıyor. Erich Auerbach’ın Mimesis’te yaptığı ayrıma benzer bir durum ortaya çıkıyor burada. Auerbach anlatıda hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde kapsayıcı tutum sergileyen Homeros’a karşı Eski Ahit’in muğlak anlatımında dramatik gerçekçiliğin kökünü buluyordu. Kırmızı Oda da Yeşilçam epik geleneğine uygun olarak hiçbir karanlık nokta bırakmadan hikayesini anlatıyor. Karakterlerini dramatik açıdan çok boyutlu bir biçimde çizerken melodramatik karşıtlıklardan ve iki boyutluluktan sıyrılsa da farklı yorumlara imkan tanıyacak şekilde muğlak noktalara yer vermiyor hikayesinde. Bu da aslında diziyi Yeşilçam’ın ruhuyla uyumlu olduğunu ortaya koyuyor. Yeşilçam’ın köklerinde yer alan gölge oyununu hatırlatıyor. Gölge oyunu ise dünya hayatının bir oyundan ibaret olduğu hikmetine dayanıyor. İnsanın kendine anlattığı hikayenin üstünde daha hakiki bir zemine işaret ediyor.

Kırmızı Oda gerçek hayattan esinlenen karakterleri üzerinden Türk insanının kendine anlattığı masalları kırarken bir yandan da terapi gibi Batı kültürüne ait bir pratiğin bütün monden havasını da dağıtıyor. Dizinin ilk bölümleri yayımlandığında psikiyatr ve psikologların dizinin ideal bir terapiyi yansıtmadığına dair eleştirileri bir yandan dizinin mesleki illüzyonu bozduğunu ortaya koyarken bir yandan da dizilerle ilgili genel algının Yeşilçam’la ilgili zamanındaki algıdan çok da farklı olmadığını gösteriyor. Yeşilçam’da hakim, polis, öğretmen gibi üniformalı mesleklerin temsiline dair tabu bugün de farklı şekillerde varlığını muhafaza ediyor gibi görünüyor. Ama belki de daha ilginç olan mesleki reflekslerle tepki verenlerin dışında terapi almayı bir tür ayrıcalık gibi gören insanların diziden duyduğu rahatsızlık.

Şiddet eleştirisi

Diğer yandan şiddet görüntülerine yer vermese de Türk dizilerine karşı otomatikman öne sürülen şiddet eleştirisinden Kırmızı Oda da kurtulamıyor. Onunla birlikte Masumlar Apartmanı da travmatik tecrübeleri ekrana taşıması sebebiyle Türk dizilerine yönelik pedagojik bakışın radarına takılıyor. Bu açıdan terapi dizileri Muharrem Gürses’in 1950’li yıllarda çektiği grotesk melodramlara ve bu dizilere karşı geliştirilen söylem de bu melodramlara karşı geliştirilen söyleme benziyor. Bu filmler Anadolu seyircisi tarafından çok tutulsa da Yeşilçam bunları hiçbir zaman merkezine yerleştirmemişti. Bunun yerine Kerime Nadir gibi İstanbullu orta sınıf romancıların daha metinlerini filmleştirmeyi tercih etmişti. Duygusal travmaları bir romantizm perdesi ardından yalnızca sezdiren bu anlatılar bir yerde divan edebiyatı gibi daha sembolik bir evrene sahipti. Öte yandan Muharrem Gürses filmlerinin groteski hiçbir zaman değeri anlaşılmamış bir gerçekçilik potansiyeli taşıyordu. Bunu Osman Seden ürettiği alaturka film noirlarda kısmen kullandı. Filmlerinde şiddet olgusu döneminde eleştirilere konu olan Metin Erksan’ın sinemasındaki grotesk anlatı muhtemelen daha çok Batı kaynaklıydı. Ama ileriki bir dönemde Erksan da Gürses’in hakkını teslim ederken bu imkana işaret ediyordu. Sonuç olarak Kırmızı Oda ve diğer terapi dizileri Muharrem Gürses’in mirasını devralıyor. Türk toplumunun bilinçdışının nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. Böylelikle Yeşilçam’da bile potansiyeli tam olarak değerlendirilememiş bir imkanı ekrana taşıyor.

[email protected]