İnsani krizden önce son çıkış
ABONE OL

Rejim güçlerinin aylardır devam ettirdikleri hazırlıklar ile sinyallerini verdiği İdlib harekatı 2019’un son günlerinde rejimin havadan ve karadan saldırılarıyla yoğun fakat istikrarsız bir ivme ile devam etmekte. Rejim ve müttefiklerinin her zaman olduğu gibi sivil yerleşim yerlerine ayrım gözetmeksizin gerçekleştirdiği hava saldırıları çok sayıda can kaybına yol açarken BM’ye göre son iki ayda İdlib ve çevresindeki saldırılardan ötürü evlerini terkedip Türkiye sınırına doğru hareket eden Suriyelilerin sayısı 350 bin civarında. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da demeçleriyle teyit ettiği üzere Esed rejimi İdlib’de daha önceleri de yaptığı gibi ateşkesi ihlal etmekte. Sahadaki son gelişmelere bakıldığında muhaliflerin kayıplarının azalması ve rejim harekatına karşı bir denge kurulması adına Türkiye’nin muhalif unsurlara silah ve mühimmat desteğinde bulunduğu görülmektedir.

Sembolik önemi büyük

Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı operasyon bölgeleri haricinde muhalif unsurların askeri ve siyasi olarak varlıklarını halen sürdürdüğü tek bölge olan İdlib, Suriye devrimindeki konumuyla sembolik olarak büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca milyonlarca Suriyelinin rejim saldırılarından korunmak için sığındığı ya da rejimin kuşatmasından tahliye edilerek adeta sürgün edildikleri bir belde konumundadır İdlib. Bu yüzden rejimin İdlib’e karşı saldırıları ve nihai olarak İdlib’i ele geçirme planı sadece sembolik olarak rejim hanesine yazılan bir zafer olmayacak aynı zamanda büyük bir göç dalgasının, bir insani trajedinin patlak vermesine yol açacaktır. 

Böylesi bir trajedinin ortaya çıkaracağı maddi ve manevi bedeller sadece Türkiye’nin değil diğer bölgesel ve küresel aktörlerin de İdlib ile alakalı harekete geçmesini gerektirmektedir. Her ne kadar ABD’den Başkan ve Suriye Büyükelçiliği ağzından İdlib’e karşı rejim saldırılarının durması gerektiği ve Rusya’nın Türkiye’nin çatışmaya durdurmaya yönelik çabalarına karşılık vermesi gerektiği vurgulansa da Türkiye fiilen İdlib’in geleceği hususunda adeta tek başına mücadele etmektedir. Rusya’nın Esed rejimini dizginlemesinin beklendiği süreçte rejim güçlerinin İdlib kırsalındaki ilk dalga harekatı sonucu aynı Morek gözlem noktasında olduğu gibi Surman’da bulunan Türk gözlem noktasının çevresi de rejim güçlerinin kontrolü altına girmiştir. Ne Morek’te ne de Surman’da şimdiye kadar infiale yol açacak bir gelişme olmamıştır. Lakin fiilen kuşatma altında olan Türk gözlem noktalarında bulunan Türk askerlerine rejim ve müttefiklerinden gelecek her türlü taciz ve saldırı Ankara’yı riskli ve bir o kadar da sert karşılıklara zorlayabilir. Her ne kadar imtina edilse de olası bir rejim saldırısının karşılıklı çatışmaya evrilmesi hiç de uzak ihtimal değil. Türkiye İdlib çevresine gözlem noktaları kurmaya çalışırken Batı Halep kırsalında rejim ve destekçisi milislerin Türk askeri konvoylarına karşı gerçekleştirdikleri tacizler ve saldırıların halen unutulmadığı başta Milli Savunma Bakanlığı olmak üzere Türk makamlarının Suriye rejiminin İdlib ve çevresindeki faaliyetlerine verdikleri tepkilerden anlaşılabilir.

Moskova’ya maliyeti

Suriye rejiminin resmi haber ajansı SANA tarafından servis edilen bir habere göre Suriye rejiminin istihbarat şefi Ali Memluk ile MİT Başkanı Hakan Fidan Moskova’da bir araya geldiler. Bu gelişme bir süredir dolaylı olarak birbirleriyle temasa geçen Şam ile Ankara arasında uzun yıllar sonra üst düzey unsurlar arasında gerçekleşen ilk temas anlamına gelmekte. Görüşmenin içeriğine dair pek fazla bilgiye sahip olunmasa da rejimin İdlib’i askeri yollarla ele geçirme planından vazgeçmediği fiiliyatta gözükmektedir. Ki kimi muhalif kaynaklar da Ankara’nın muhalifleri rejim ve Rusya’nın askeri çözüm hususundaki inatlarının devam ettiği yönünde bilgilendirdiğini belirtmektedir. Türkiye, Rusya’nın ve rejimin yoğun saldırıları karşısısında uzun vadeli olarak İdlib’i kurtarmaya yönelik sıkıntılar yaşamanın olası olduğunun farkında olarak sürekli ateşkes vurgusu yapmaktadır. Fakat tüm bu çağrıların sonuçsuz kalması Türkiye’nin de en azından halihazırda devam eden saldırı dalgasında bir direnç gösterme adına harekete geçmesine yol açmıştır. Muhaliflerin yoğun anti-tank füzeleri ve grad füzeleri kullanarak kuzey batı hattında gerçekleştirdikleri karşı saldırılar sonucunda rejimin ağır kayıplar verdiği görülmüştür. Rusya’nın yıkıcı etkiye sahip hava desteği ile sahada ciddi şekilde avatanjlı olan rejim güçleri yine de kırılgan bir yapıya sahip olduklarını bu kayıplarla bir kez daha kanıtlamışlardır. Lazkiye kırsalındaki Kabani bölgesinde rejim güçlerinin aylar boyunca devam eden saldırılar sonucu verilen yüzlerce kayıba karşı neredeyse hiçbir şey elde edememesi de rejimin askeri kapasitesi hususunda bir fikir vermektedir. Evet Rusya’nın doğrudan desteği sahada dengeleri rejim lehine ciddi şekilde bozmaktadır. Bununla birlikte rejimin ofansif anlamda yetersiz askeri birliklerinin kırılgan yapısı İdlib operasyonunun “maliyetini” Moskova için hesaplananların ötesine taşıyabilecek bir risk faktörüdür.

Türkiye ne yapmalı?

Peki, Türkiye bir yandan da Libya’daki sorunlarla uğraşırken İdlib’de nelere dikkat etmelidir? Öncelikle Türkiye’nin İdlib’deki bir numaralı amacının yeni bir mülteci dalgasını engellemek olduğunu göz önüne alırsak İdlib’in en azından şehir merkezi ve kalabalık kasabalarının bir şekilde emniyet altına alınması gerekecektir. Bu amaca ateşkesler ile ulaşılamayacağı şimdiye kadar denenen sayısız başarısız ateşkes anlaşması ile görülmüştür. Burada elde kalan çözüm Afrin, Azez, Cerablus ve Bab benzeri bir korumadır. Yani Türkiye’nin doğrudan kontrolü ele aldığı, kendi askeri ve bayrağıyla otorite kurduğu bir İdlib. Elbette hem İdlib’in 3 milyonun üzerindeki nüfusu hem de bölgede varlığını sürdüren bazı radikal grupların varlığı Türkiye için bu yolu oldukça zorlu kılmaktadır. Ama daha sonra çok daha büyük bir bedel ödememek için bu zorlu yola katlanmak Ankara’nın orta vadeli tercihi olabilir. Fakat bu yöntemin uygulamaya geçebilmesi için Türkiye’nin varlığının en azından kısa süreli de olsa İdlib’de ateşin kesilmesine ya da en azından dengenin kısmen sağlanmasına etki etmesi gerekmektedir. Elde kalan gözlem noktalarının tahkimi kadar bu noktalara yakın muhalif unsurların donatılması ile kırılgan bir yapıya sahip rejim unsurlarının yüksek kayıp vermeksizin ilerlemelerinin engellenmesi Türkiye’ye vakit kazandıracağı gibi İdlib’in kontrol altına alınması hususunda da elini güçlendirecektir. Türkiye sahada böyle riskleri almaya karar verirse makul maliyet ve arzu edilen sonuca ulaşmak adına İdlib’in korunmasını bir uluslararası amaç haline getirerek operasyonun maddi ve siyasi maliyetlerine bölgesel ve küresel ortaklar bularak hem üzerindeki yükü azaltma hem de hedefe ulaşma yolunda daha sağlam adımlar atabilir. Zira İdlib’in nasıl çözüme ulaşacağı Türkiye’nin bölge siyaseti için pek çok alanda belirleyici olabilir.

Türkiye’nin İdlib’in rejim tarafından yutulmasını engelleyememesi öncelikle yüzbinlerce yeni mültecinin rejimin önünden kaçarak Türkiye sınırına dayanması anlamına gelecektir. 3.5 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ve daha fazla mülteciyi barındırmak istemeyen Türkiye için bu yeni dalga büyük sosyo-ekonomik sorunlara yol açabilir. Mültecilere karşı sınırda mukavemet gösterilmesi ise yüzbinlerce sivili savaş suçlarıyla ün salmış bir rejimin insafına bırakmak olacak ve tarihe büyük bir trajedi olarak geçecektir. İdlib’in düşmesi aynı zamanda ateşkesi sağlamak için bölgeye konuşlanan Türk gözlem noktalarının işlevsizliği manasına gelecek ve TSK’nın caydırıcılığı açısından eksi puan olarak haneye yazılacaktır. Ve tabii bu sembolik yenilgi rejim güçlerinin İdlib sonrasında Afrin, Azez, Cerablus ve Bab için özgüvenli bir şekilde vites yükseltmesine yol açabilir. Büyük bir mülteci dalgası ile karşı karşıya gelmemek, Suriye’deki kazanımları kaybetmemek ve Suriye’nin geleceği hususunda ileride kurulacak müzakere masasına en az kayıpla girebilmek için İdlib zor ama “geçilmesi” gereken bir test olarak Türkiye’nin önünde durmaktadır. Bu testi geçebilmek için Türkiye rejim ve müttefiklerini yenilgiye uğratmak zorunda değil. Lakin İdlib’de bir reijim galibiyetini Moskova için olabildiğince “maliyetli” hale getirmesi ve “bedel ödetmesi” Türkiye’nin bölgedeki geleceği için belirleyici olacaktır.

@omer_behram