İns'in yolculuğu
ABONE OL

İnsanın dünyadaki varlığı kendini ve çevresini anlama, anlamlandırma çabasıyla süregelen bir yolculuktur. Bu çaba, vaktini doldurup da göçenlerin kalanlara mirası olarak devreder sürekli. Zarifoğlu’nun ‘İnsan’ı da bu döngünün içindedir. İns öyküsünde insanın yeryüzünde başlayan yürüyüşünü çağlar öncesinden alır ve uzun bir zamanın içine yayar; bu, parçayı bütünle buluşturma çabası olarak da yorumlanabilir. Katmanlı ve çoğulcu anlatımıyla, insanı; bir yerden başka bir yere, bir asırdan başka bir asra taşır. İmge ve sembollerle elde ettiği bu anlatım sayesinde öyküdeki kişilerin yanı sıra dünyanın da bir olgunlaşma evresi geçirdiğini görürüz. Soyut olanın kavranması için somut olana ihtiyaç vardır. Zarifoğlu’nun da yapmak istediği budur; nesne ona soyut olanı anlatmak için gereklidir.

Hem imge hem sembol?

Zarifoğlu’nun İns metni imge ve sembollerle fazlasıyla yoğrulduğu için bu iki terimi tanımak metni anlamamızı kolaylaştıracaktır. İmge ve sembol metin içinde yan yana ilerler. Fakat işlev olarak birbirinden ayrıdırlar. Mesela darağacı; ölüm veya cinneti, İns; düşünceyi sembolize eder. Diğer taraftan İns’in söylediği şu cümle imgeseldir: “Güneşle kadınını buldu. Yürümesine bir can kadar ara verdi.” Bu cümlede birkaç sembol bulabilirsiniz, bu sembollerden ortaya çıkan cümle imgedir ve parçalayamaz, başka bir şekle dönüştüremezsiniz. İmge sembolü kapsar. Sembol kelime ile imge de söz dizini ile anlamı taşır, ilerletir. Ama sembol bir sözcüğü başka bir sözcüğe taşırken, imge; anlamı gerçeğin ötesine taşır. İmgesel anlatımda açık uçlu bir anlam vardır, okuyucunun yorumu ile de yeni anlamlar kazanır. Çünkü anlam tam açıklanmamıştır, çağrışımlarla verilmiştir. Aynı okur bile her okuyuşta farklı anlamlandırabilir. Bu yüzden imgesel metinler geniş bir yorumlanma çerçevesine sahiptir. İns öyküsü tıpkı bir şiir gibi çağrışımlarla yoğrulmuştur ve çelişki, olağanüstülük, belirsizlik çok fazladır. Anlamı soyutlamalar ile, zihinsel bir tasarım olarak verir. Anlam zihinde açılır ve genişler kendine her seferinde farklı bir alan edinir. Bu yüzden imge, metni bir tekniğin içine oturtmamızı güçleştirir. Çünkü her seferinde farklı çağrışımlarla karşımıza çıkar ve bize farklı anlatımlar sunar. Böylece yazar metni kendine has olma özelliği ile kuşatarak korumaya alır. Bizi, serbest tanımlar içinde tarif etme kolaylığından mahrum eder.

İns, kendi döneminde pek örneğine rastlanmayan; şiirsellik, ritim, zihinsel izlenimler göz önüne alındığında, modern bir dil tekniği olan bilinç akışı ile yazıldığını söyleyebiliriz. İmge ile yoğruluşundan dolayı sanatsal yönü çok fazladır. Zarifoğlu yazısında, sanat kadar mesajı da önemser. Bu mesaj öykünün içinde erimiştir; göze batmaz, rahatsız etmez. Yazar hikâyesinde içsel derinliği ve olaydan çok duygu aktarımını hedefler. Olay da bir taraftan devam etmektedir. Burada amaç bir bilgi aktarmak değil, olayın içindeki duyguyu vermektir. Somutun içinde lirizm ile üst düzeye çıkan soyut bir anlatım gizlidir. Bu soyutlama, hikâyenin ayaklarını yerden kesmek yerine, öyküye belli bir yoğunluk katar ve yerli yerine oturmuş bir anlatımla okuyucuya sunar.

“İns karanlık dolu bir gecede sessizce doğdu. Hemen büyüdü,” diyerek başlar. Bu giriş mitoloji kitaplarındaki tuhaf, doğaüstü anlatıları hatırlatır. Zarifoğlu,hikâyesinde İns’i ‘başlangıç’ olarak görmekte ve onun doğup büyüdüğü dönemi hızlandırmak istemektedir. Çünkü asıl anlatmak istediği ayrıntılar İns’in olgunluk yaşında gizlidir. Hikâyenin daha ilk sayfasında İns, doğdu, büyüdü ve sağlam bir ağacı yerinden çekip çıkaracak kadar güçlendi.

Doğayı ve diğer canlıları öykünün içinde tutar.Rüzgârı, otu, ağacı, hayvanı; hisleri olan varlıklarmış gibi tasvir eder. Zarifoğlu’nun anlatımında rüyamsı nitelikler de göze çarpar. Anlattığı bazı nesne ve durumlar rüyalarımızda gördüklerimize benzemektedir.İns karakterine bir insanüstülük, ulvilik de vermek istemektedir. Mesela İns, önünde yürüyüp giden iki ihtiyarın ölmek üzere olduklarını anlıyor. Ve ihtiyarlar biraz sonra bir kayanın üstüne uzanıp can çekişiyorlar.

Soyutu anlatmak için doğayı ve doğa olaylarını kullanır. Onlara belirli oranda canlılık, düşünce ve bilinç katar: “Rüzgâr onları zorluyor, kaya onları tutuyor, güneş onları emiyordu.” İns doğada kadınıyla birlikte yaşamaktadır; dağlar, ağaçlar, bulutlar ile birliktedir. Birinci bölümde keçinin yaşlanması, kesilmesi ve yenmesi üzerinden zamanın ne kadar geçtiği anlatılır, keçi bir semboldür. Diğer bölümleri okudukça Zarifoğlu’nun ilk bölümde insanın ilk ve temel ihtiyacının yemek olduğunu, fakat bunun ruhu doyurmadığını, hayvani bir ihtiyaç olduğunu vurgulamak istediği sonucuna varıyoruz.

Hastalık mı çok korku mu?

İkinci bölümde ise öne çıkan sembol darağacıdır. İns, darağacının olduğu yerden uzaklaşır ama çok geçmeden geri gelir. Geldiğinde darağacına mutlaka bakar. Darağacı cinnetin veya ölüm düşüncesinin bir hatırlatmasıdır belki de. Doğayı olağanüstü bir varlıkmış, bilinci varmış gibi anlatır. İlk insanın gözünde doğanın yerini ve önemini vermek ister.

İns öyküsü soyutlamacı yönü ile modernizm etkisi taşır. Belirsizlik çok fazladır. Metin baştan sona tıpkı bir şiir gibi imge ile yoğrulmuş, anlam daima bir üst katmana taşınmak, istenmiştir. İmgesel anlatım, gerçeküstücülük katmıştır. Metin, iç içe geçmiş zaman parçalarıyla ilerler. İnsan vardır, fakat sadece bir semboldür. Öyküyü belli kriterlerle tarif edemezsiniz. Darağacını yapan İns, bir süre sonra uzaklaşır. Düşünür. Düşüncesine hayvanlar, gök, yer, ağaçlar, çalılar da eşlik etmektedir. Geri döndüğünde artık bir oğula sahiptir. Burada insanın çoğalışını anlatmak için giriş yapılmıştır. Artık insan uğraşıyor, elde ediyor, doğanın vahşiliğine el atıyor ve onu değiştiriyor.

Üçüncü bölümde şiirsel anlatım, mısraların da öyküye girmesiyle üst seviyededir. “Dağdan kuşçu haber saldı. Hastalık ve korku vardı. İns haber sordu, hastalık mı çok korku mu?”

Hayal gücünü özgürce kullanan yazar, anlatımda sınırları zorlar; kavram, olay, akış çizgilerini aşarak kendi yolunu belirler. Artık düş ile gerçek arasında gidip geliriz. Birden düşünce belirir; olay arka planda kalır, önemsizleşir. Düş gücü gerçeğin önüne geçer ve belirsizlik gittikçe çoğalır. Üçüncü bölümde en belirgin semboller kuşçu ve çadırdır. Bu semboller yardımıyla anlıyoruz ki insanoğlu haberleşmeyi ve yerleşik hayata geçmeyi öğrendi. Aynı zamanda İns’in düşünme ve anlama evreleri de dip bir akışla verilir: Sorguluyor ve yalnız kaldığı zamanlarda yaşamı anlamaya çalışıyordur. “Bozulmamış olan dağların, ağaçların, başıboş hayvanların nedeni var mıydı? İnsanların çoğalmalarının ve tabiatın gösterdiklerini değiştirmelerinin nedeni var mıydı? Belirsizdi.” Vahşi yaşamın içinde olan İns, yavaş yavaş kendi varlığı ile diğer bütün varlıklar arasındaki ilişkiyi, ilişkinin nedenselliğini sormakta ve cevabını aramaktadır.

“Düşüncenin başını kaldırdı, kavi tuttu ve sürdü, başlama noktasına getirdi.” Varlığı ve yokluğu, geçmiş ve şimdi ile karıştırarak ortaya koyar.

İns’in hâl hareketlerinden ‘ilk insan’ın anlatıldığı sonucunu çıkarmak mümkün: Hiçbir bilgi ve eşyayı hazır bulmuyor, düşünerek buluyor. Bozulmamış doğa da bu bilgiyi destekliyor. Her varlık keşfetmenin önünü açıyor, düşüncenin ufkunu genişletiyor. Burada asıl verilmek istenen; insanın eylem olarak değil de düşünce olarak kat ettiği yoldur. Bu da öyküyü, olay öyküsü olmaktan çıkarıp durum öyküsü yapıyor. Olay örgüsü parçalı ve karmaşık.

İns zamanla doğadaki değişime alışıyor ve şaşırmıyor. Fakat bazı çelişkiler var: İkinci bölümde İns’in çocuğunun olduğundan bahsedilmişti, üçüncü bölümde İns’in kadınını yüklü olduğundan ve sanki kadının bu durumu ilk defa yaşadığından bahsediliyor. “Kimsenin taşımadığı, bilmediği ağrısı ve utancı ve gururu vardı.”Ardından İns’in çocuğun kulağına okuduğunu söylüyor. Fakat biliyoruz ki İns henüz konuşamıyor. Bunun sebebi imge ile ortaya çıkan çoğulcu anlatım olabilir veya (Zarifoğlu’nun anlatımıyla) şu olabilir: “İns öyküsü bu haliyle bitmemişti ve daha uzun bir öykü olacaktı. O öyküyü bir başına kitaplaştırmayı tasarlamıştım. Nuri Pakdil, ben Sarıkamış’ta askerliğimi yaparken bütün öykülerimi bir araya toplayarak kitaplaştırmıştı. Ben de kitabı öyle gördüm.”Öykü bölüm bölüm yazıldığı için her birini kendi içinde değerlendirmek veya henüz yazarın gözünde bitmemiş bir eser olduğu için de bu tür küçük çelişkilerin olma olasılığını göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yol o kadar uzundur ki…

İns’in doğa hakkında bilgisi artıp, düşüncesi geliştikçe doğanın da yavaş yavaş yerli yerine oturduğunu, ilk taşkınlığının gittikçe azaldığını ve İns’e ilerlemesi için yardımcı olduğunu görüyoruz. Üçüncü bölümde üçünün (İns, kadını, çocuğu) vahşi doğada ilerleyişi sırasında rüzgârı, geceyi ve düşünceyi de kişiselleştirerek anlatır. Bazen öykünün bir yerinde bir ayrıntı göze çarpar. Bu ayrıntının öyküde bir mesaj amacı güttüğünü düşünürüz.

“Geniş suyun yanına vardıkları zaman nehir, kıyıya bir hayvanın ölüsünü atmıştı. Şişmiş, ürkütücü bir beyazlıkla yatıyordu. İşaretti.”

Zarifoğlu hikâyede üç büyük afeti de işler: Deprem, sel ve yangın. Bunları isim vererek değil de imgesel olarak anlatır ve algımızla tanımlamamızı sağlar. Zaten genelde adlandırmak yerine tanımlamak yolunu tercih eder. İns ve kadını için yol o kadar uzundur ki kadının yol boyunca birkaç çocuğu olmuştur. Burada ilk insanın kaba ve vahşi yaşam yolculuğudur anlatılan. İnsan henüz ‘basit’i anlama ve öğrenme aşamasındadır.

Dördüncü bölümde bir kere daha darağacı sembolünü kullanır. İns, kestiğiağaçlardan darağacı yapar. İns’in ilk yaptığı şey’in darağacı olduğunu düşünmemizi istiyor yazar; bir kere daha darağacına dikkatimizi çekerek. Ardından yola devam edilir. İnsanın yavaş yavaş doğayı değiştirmesi ‘tat’a ve yaşamın kolaylıklarına adım atması küçük ayrıntılarla verilir. Zamanla yerleşik yaşama geçildiği ve bir lidere gereksinim duyulduğu İns’in liderliği üzerinden anlatılır.

Dördüncü bölümde artık insan çadırlarda, bir arada, yerleşik hayatın içindedir. İnsan çoğaldıkça düşünce de çoğalmış, karmaşa artmış, anlaşmak güç bir hâl almıştır. İnsan, -doğası gereği- görev paylaşımında bulunur. Erkek avlayıp getiren, kadın pişirendir. Diğer taraftan ‘süs’keşfedilmiştir. Süs, yazarın kullandığı sembollerden biridir. Bu süs eşyaları bir bakıma insanın kimliğidir. İns’in düşüncesi de bedeni kadar büyük ve vahşidir. Bazen İns’in ‘dev insan’ olduğunu düşünürüz. Tek başınayken güçlüdür, korkusuzdur, diğer insanların arasında sözü dinlenendir, korkulandır. İsteğinin yerine getirilmesi için işaret etmesi yeterlidir. Buradan sonra İns’in vahşi yönü bir anda belirginleşiyor. İns ağzını havaya kaldırdı, uzun uzun uludu.”

Sancıların asıl sebebi

Düşünce aklını zorlayınca çadırları yıkıyor, insanları eziyor, etrafı darmadağın ediyor. İns’in sancılarının asıl sebebi, düşüncelerini anlatacak kelimeleri bulamamasıdır. Yazar bütün bunları bir çağrışım olarak da kullanıyor olabilir: Kahramanın iç dünyasında yaşadığı olağanüstü değişimi, okuyucunun zihninde en üst düzeyde oluşturmak amacı taşımaktadır. İnsanın öğrenmeyi başardığı en zor şeyin kelime olduğunu vurgulamak istiyor yazar. Düğüm çözülüyor; yazarın ulaşmak istediği yere geldik.

“İçinde şimşek gibi bir şey patladı, kelime gelmişti ama onun ne olduğunu anlayamadı.”

İns konuşmak üzeredir. Bu süreçte kahramanın hareketlerindeki taşkınlık, hallerindeki şaşkınlık ve heyecan betimlemelerle ince ayrıntılarına kadar verilir. İmgelem ile zihnimizdeki anlam katmanlaştırılır. İns kelimeyi öğreniyordur. Zangır zangır titreyen bedeninde bir patlamayla hem de. Bu, İns’in o güne kadar edindiği bütün öğretilerin üstündedir. Yazar, bunun üstünlüğünü ve zorluğunu İns’in kelimeyi söyleyebildikten sonra bedeninin yarısının kömür gibi yanıp siyahlaşmış olduğuyla anlatır. İns’in hayvansı taşkınlığı geçmiş ve durulmuştur.

“İns çadırında merhametle gülümseyerek kendi kendine ilk cümleyi söyledi: “Ey yeryüzü değişeceksin; ey insanlar, değişeceksiniz.”

Bu, İns’in ilk cümlesidir. Buradan sonra anlıyoruz ki yazar İns ile ‘kelimenin doğuşunun’ hikâyesini anlatmak istemiştir.

[email protected]