İsrail bir terör devletidir!
ABONE OL

39 kitaptan oluşan Eski Ahit'in Hakimler kitabının 16. bölüm 28. kısmında şu ibare yazılıdır: Şimşon RAB'be yakarmaya başladı: "Ey Egemen RAB, lütfen beni hatırla. Ey Tanrı, bir kez daha beni güçlendir; Filistlilerden (Filistin) bir vuruşta iki gözümün öcünü alayım."

10 Mayıs Pazartesi günü Mescid-i Aksa çevresinde alevler yükselirken Burak duvarının (Ağlama Duvarı) önünde toplanan işgalci yerleşimciler sevinç içince eski ahitte yer alan bu bölümünün olduğu "beni hatırla" şarkısını söyleyip dans ediyorlardı.

İsrail terörle kuruldu

31 Temmuz 2015 tarihinde Batı Şeria'da Nablus'a bağlı Duma köyünde yerleşimci teröristler Devabişe ailesine ait evi ateşe vermiş, saldırıda baba Saad, anne Riham ve 18 aylık Ali bebek vahşice katledilirken, ailenin geride kalan tek ferdi dört yaşındaki Ahmet, haftalarca yoğun bakımda kaldıktan sonra taburcu edilmişti. Saldırganlar duvarlara "intikam", "kurtarıcı Mesih çok yaşa" sloganlarını yazmıştı. Bu vahşetin ardından bir düğün salonunda toplanan yerleşimci teröristler yine sevinçle "beni hatırla" şarkısını söylemişlerdi. Dünya kamuoyunda büyük tepki uyandıran bu saldırıyı Netanyahu "terör" olarak niteledi. Oysa yerleşimcileri ağır silahlarla donatıp, saldırılarına sessiz kalan yine işgalci İsrail hükümetiydi. Zaten İsrail'in kuruluşunda da terör örgütleri yer almamış mıydı? Hagana, Irgun, Lehi (Stern olarak da bilinir), Balamah ve Şatiron terör örgütleri İsrail'in resmi ordusu sıfatını almışlardı. İngilizlerin silahlandırdığı ve yeri geldiği zaman kendi safında kullandığı Hagana'nın liderleri David Ben-Gurion, İzak Rabin, Ariel Şaron, Hagana'dan ayrılıp ayrı bir örgüt olarak kurulan ve ülkedeki Yahudi nüfusu Filistin topraklarına göndermek isteyen Polonya'nın desteklediği Irgun'un lideri Menachem Begin ve Irgun'dan ayrılan, Almanlar tarafından desteklenen Avraham Stern tarafından kurulan Lehi'nin liderlerinden İzak Şamir gibi terör örgütü mensupları İsrail'in yönetiminde yer almışlardır. Bu örgütler tarafından birçok katliam gerçekleştirildi.

Çoğu arkadan vurulmuştu

Kral Davud otelinin bombalanması, Beled el Şeyh katliamı, Deir Yasin Köyü katliamı gibi vahşetlere imza atan terör örgütü liderleri kurdu İsrail'i. Deir Yasin köyü katliamı Irgun, Lehi, Balamah ve Şatiron terör örgütleri tarafından gerçekleştirildi. Katliama katılan Siyonistler o günleri şöyle anlatır;

"Bu, hayatımda Arapların ellerime ve gözlerimin önüne düştüğü ilk zamandı. Köyde silahlı bir Arap erkeği ve ona yardım eden 16-17 yaşlarında iki Arap kızını öldürdüm. Onları bir duvara dayadım ve kafalarını iki mermi ile patlattım. Daha sonra köyü yağmaladık. Çok paraya el koyduk. Gümüş ve altın takılar aldık. Bu gerçekten muazzam bir operasyondu."

"Her eve patlayıcı koyuyorduk. Araplar kedi gibi kaçıyorlardı. Birkaç saat içerisinde köyün yarısını yok etmiştik. Daha sonra sinirlendiğim bir şey oldu. Cesetleri üst üste yığıp yaktılar. Kıyamet kopmaya başladı."

O dönem örgütte yer alan eski bir milletvekili ise; "Cesetleri gömmek üzere gönderilmiştim. Çünkü Kızılhaç falan gelirse katliamın izlerini bulanıklaştırmamız gerekiyordu. Gerçekler ortaya çıkarsa 'Kurtuluş Savaşı' imajımıza zarar gelebilirdi. Çok sayıda ceset gördüm. Savaşan bir adamın cesediyle karşılaştığımı hatırlamıyorum. Çoğunlukla kadınları ve yaşlı erkekleri hatırlıyorum. Yaşlı bir adam ve bir kadın, yüzleri duvara dönük bir odanın köşesinde oturuyorlar ve arkadan vurulmuşlar. Zaten köylülerin çoğu arkadan vurulmuştu" diyordu.

Barış ödülü aldı

İşte bu katliamın liderleri Menachem Begin (Kudüs'teki Kral Davud otelini de bombalamıştı), İzak Şamir daha sonra İsrail Başbakanlığı görevinde bulundular. Hatta katil Menachem Begin'e 1978 yılında "Nobel Barış Ödülü" verildi. En "barışçıl" İsrail Başbakanı olduğu söylenen ve Nobel Barış Ödülü alan İzak Rabin de Irgun terör örgütünün etkili militanlarından biriydi, lakabı ise "Kemik kıran". Aralık 1987'de başlayan 1. İntifadayı bastırmak için çocukların ve gençlerin kollarını bacaklarını taşla kırılması emrini veren dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Rabin'den başkası değildi. Kader bu ya, Yaser Arafat ile imzaladıkları "Oslo Anlaşması" nedeniyle, 4 Kasım 1995 akşamı aşırı sağcı bir ultra-Ortodoks olan Yigal Amir tarafından öldürüldü.

Fetö'cü "Today's Zaman"ın öldüğü zaman "çığır açan lider vefat etti" diye manşet attığı İsrail Başbakanı Ariel Şaron da, İsrail kurulmadan önce terör örgütü Hagana'nın azılı teröristlerinden biriydi. Erdoğan'ın Başbakanlığının ilk yıllarında ona, "Dünyada en zevk aldığım an Filistin'de tankların üzerinde olduğum an" diyen Ariel Şaron'du. Savunma Bakanı olduğu dönemde İsrail ordusunun kontrolü ve desteğiyle Hıristiyan Falanjist milisler, 16 Eylül 1982' tarihinde Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta bulunan Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına üç gün süren saldırı başlattı. Çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 3 binden fazla savunmasız Filistinli mülteci vahşice katledildi. Daha sonra erişime açılan belgelerde, kamplarda 3 bin terörist olduğuna dair sahte raporlar hazırlayan Mossad ve askeri istihbarat Aman (MI) katliamda parmakları oluğu ortaya çıktı. Hatta Savunma Bakanı Şaron, Falanjların karargâhına giden Mossad yetkilisi ile ilgili soruşturma komitesine verdiği ifadede şunları söylemişti; "Hepimiz o adama[Mossad'ın Lübnan'daki adı verilemeyen adamına]hayranlık duyuyoruz ve komite tarafından yakalanmadığı için memnunum, ama bu bir kazaydı. O Mossad adamını biliyorum, ona hayranım ve uzun süredir onunla yakın çalıştım." Sonraki yıllarda katliamdan sağ kurtulan 23 kişi, 2001 yılında Belçika'da Ariel Şaron hakkında dava açtıysa da Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail baskısına dayanamayan Belçika yasa değişikliğine gitti ve dava 2002 yılında "yetkisizlik" nedeniyle düşürüldü.

Kahanist terör

Mescid-i Aksa'nın 1969 yılında yakıldığı dönemlerde ABD'de "bir daha asla" sloganıyla Meir Kahane adıyla ırkçı bir Yahudi ortaya çıkmıştı. Yaptığı eylemlerle çeşitli defalar gözaltına alındı. 1975 yılında şartlı tahliye ile İsrail'e döndü. Siyasete girdi, Netanyahu ile oldukça yakındılar. Asıl amacı İsrail'i tamamen bir Yahudi devleti haline getirmek ve Arapları vatandaşlıktan çıkarmaktı. 1990 yılında Mısır asıllı ABD'li Seyid Nasır tarafından New York'ta öldürüldü. Ölümünün ardından biri oğlu Binyamin tarafından olmak üzere iki Kahanist terör örgütü kuruldu. 2001 yılında Binyamin ve karısı da öldürüldü. Bu olaylardan sonra "Kahanist terör" daha da yayıldı. 25 Şubat 1994 tarihinde, terörist Meir Kahane'ın izinden giden Kahanist terörist Baruch Goldstein, Ramazan ayında Cuma günü, sabah namazı esnasında El-Halil'de bulunan İbrahim Camii'ne baskın düzenlemiş 29 Filistinliyi şehit edip, 150'sini de yaralamıştı. Katliam sonrası camii cemaatince yakalanıp öldürüldü. Bu katliamı fırsat bilen İsrail, İbrahim Camii'nin yüzde 63'nü sinagoga çevirdi. Cami kısmına da postallarıyla sudan bahanelerle sürekli baskınlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 1995 yılında Oslo anlaşmasına imza atan İsrail Başbakanı İzak Rabin'i öldüren de Yigal Amir de bir Kahanistti. 2 Temmuz 2014 tarihinde sabah namazı için evinden çıkan 16 yaşındaki Muhammed Ebu Hudayr'ı, kaçırdıktan sonra darp eden sonra da benzin içirip canlı canlı yakarak şehit eden, 31 Temmuz 2015 tarihinde Duma'da Devabişe ailesini canlı canlı yakanlar da Kahanist teröristlerdi. Saldırganlardan sadece biri ceza aldı (o cezaya da itiraz edildi). İçlerinden Kahane'ın torunu olan Meir Ettinger ise sadece 10 ay ceza alıp kısa süre sonra tahliye edildi. Meir Kahane'ın "kutsal topraklarda Yahudi olmayanların mülksüzleştirilmesi ideolojisini" kendine rehber edinen "Yahudi Gücü" partisi lideri Itamar Ben-Gvir sık sık Kudüs Şeyh Cerrah mahallesine, Mescid-i Aksa'ya baskınlar yapan bir Kahanisttir. İsrail polisinin Filistinli göstericilere karşı gerçek mermi kullanılmasını talep etmektedir.

21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa'yı yakan Avusturalyalı Yahudi Michael Denis Rohan, kendisinin Tanrı'nın bir temsilcisi olduğunu ve Mesih'in gelişinin hızlanması için bu eylemi gerçekleştirdiğini söyledi. Mahkeme akıl hastası olduğu gerekçesiyle hastaneye yatırmıştı. Oysa durum aslında öyle değildi elbette. Suriye'de PKK/YPG'ye katılan Yahudi asıllı Timothy Paul Jacobs Wordsworth bu durumu şöyle açıklıyor; "Talmud'da yazıldığı gibi iki Mesih olduğuna inanıyorum: Mesih Ben Yossef ve Mesih Ben David. Ben Yossef'in zaten burada olduğuna inanıyorum. Adı İsa idi. Mesih Ben David'in yakında geleceğine inanıyorum. Onun için buradayım."

1990'lı yıllarda Netanyahu, Baş Haham'ı ziyaret eder ve aralarında şöyle bi diyalog geçer:

Netanyahu: Sizden bana inayet etmenizi ve yardımınızı istemeye geldim.

Baş Haham: Hangi konuda?

Netanyahu: Tüm alanlarda. Hem bireysel hem de siyasi.

Baş Haham: Son karşılaşmamızdan sonra birçok alanda gelişmeler oldu, birçok şey değişti ancak değişmeyen şey şu ki Mesih gelmedi. O halde gelişini hızlandırmak için bir şey yapın.

Netanyahu: Yapıyoruz.

Baş Haham: Görünen o ki bu yeter değil. ... Denemeye devam edin.

Ezoterik sapkınlar

Mesih'in kargaşa, kaos artınca geleceğini ve bunun için de öncelikle olarak Mescid-i Aksa'nın yıkılıp yerine Süleyman mabedinin yapılmasını, zira Mesih'in buraya ineceğini düşünüyorlar. Mabedin projesi de hazır. Trump döneminde ABD'nin İsrail Büyükelçisi David Friedman'a, hediye edilen ve Mescid-i Aksa'nın olduğu alana sözde Süleyman Mabedi'nin inşa edildiğini gösteren Kudüs fotoğrafı tepkilere neden olunca ABD Dışişleri Bakanlığı açıklama yapmak zorunda kalmıştı. "Fotoğraf Büyükelçi Friedman'ın önüne tutuşturuldu ve ne olduğunun farkında değildi. Friedman olaydan çok büyük üzüntü duymaktadır."

Dikkat çekici bir başka konu ise, 15 Temmuz darbe girişiminden kısa süre önce kabul edilen FETÖ iddianamesinde de benzer şeylerin geçmesi. "Dünya zulümle dolduğunda Mesih gelir. Kötü günler icat edelim, gerilimi arttıralım. Hz. Mehdi gerilim döneminde gelir. ... Dünya Yahudilerin idaresine doğru gidiyor. Eğer dünyada hizmet edeceksek bunlarla kavga ederek olmaz. Bizim hükümetin mensupları da bunlarla kavga ediyor." Hülasa ezoterik sapkınlar Mehdi/Mesih'in gelişinin hızlanması adına dünyayı ateşe atmaktan asla imtina etmezler!

Değişen bir şey yok

Haklarında "yakalama" kararları olan, cinayetler işleyen, binaları, yolları, köprüleri bombalayan, banka soyan, trenlere saldıran teröristlerin, siyasete girerek sözde legalleştiği bir ortamda "İsrail bir terör devletidir" cümlesinin yanlış bir çıkarım olmadığı, aksine altının dolu olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail devlet arşivlerinde de aynen böyle geçmektedir; "Savaş bittiğinde, Yahudi yeraltı terörist faaliyetleri de sona erdi. Ağustos 1948'de, yeni kurulan İsrail kabinesi, Irgun ve Lehi'ye IDF'ye katılmalarını (böylece kendi örgütsel kimliklerini kaybederek) ya da onlara karşı güç kullanılacağını belirten bir ültimatom yayınlanması için oy kullandı. Gruplar dağıldı ve ertesi ay hepsi orduya katıldı. Yeraltı üyeleri, siyasi partiler kurmaya ve saygın İsrail vatandaşları olmaya devam ettiler."

Bugün de değişen bir şey yok. İsrail plajda oynayan çocukları jetlerle katletmekten çekinmezken, etkin Siyonist lobi ve onun güdümündeki medya organları, politikacılar insanlık suçu işleyen İsrail'i mağdur göstermeye devam ediyor.

[email protected]