Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Gazze'de, 7 Ekim 2023'teki 'Aksa Tufanı Harekatı'ndan sonra işleyegeldiği soykırım ve savaş suçlarından dolayı Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) yargılaması devam eden İsrail'in, tüm bu suçlarından bizzat sorumlu konumunda bulunan elebaşları olarak hesap vermesi gereken İsrail Başbakanı Netanyahu ve Eski Savunma Bakanı Gallant hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısı Kerim Khan'ın, aylar öncesinden yaptığı yakalama ve tutuklama talebinin, geç de olsa, UCM hâkimlerince hem de oybirliğiyle kabul edilmesi hukuken ve siyaseten büyük önem taşımaktadır. Şöyle ki, UAD'de, soykırım ve savaş suçlarından devam eden yargılamasının üstüne, bir de UCM'nin bu tutuklama kararıyla, İsrail'in dünya çapında dokunulamaz olduğu algısının tümüyle çöktüğü görülmüştür. Siyonist rejimin, karşı konulamaz ve saldırılamaz olduğuna yönelik algı balonunun, Hamas'ın 'Aksa Tufanı Harekatı' ve şimdiye kadar sürdürdüğü güçlü direnişinin yanı sıra, İran'ın hipersonik füzelerle yaptığı misilleme saldırıları ve Lübnan Hizbullahı'nın da savunma amaçlı gönderdiği füzelerle, aşılmaz dedikleri 'Demir Kubbe'nin delik deşik olmasıyla patladığı gibi, hesap sorulamaz ve yargılanamaz olduğuna ilişkin dokunulmazlık büyüsü de, UAD ve UCM'deki yargılama süreçleriyle artık tümüyle bozulmuştur. UCM, bu yakalama ve tutuklama kararına gerekçe olarak da İsrail terörizminin, Hamas'ı ortadan kaldırmak bahanesiyle, bir yılı aşkın bir süredir Gazze'de 30 bini çocuk ve kadın olmak üzere, 45 binden fazla masum sivile yönelik barbarca ve vahşice yaptığı kitlesel imha saldırılarının, açık bir savaş suçu ve insanlığa karşı suç teşkil ettiği noktasından hareket etmiştir. Mahkeme ayrıca, Gazze'deki Müslüman sivillerin, felaket boyutlarına ulaşan açlık, susuzluk, salgın hastalık ve barınma sorunlarına, Siyonist rejim tarafından kasten maruz bırakılmalarını ve gönderilen yardımların da özellikle engellenmesini ve bu yardımların Gazze içinde dağıtılmasından Birleşmiş Milletler adına yetkili ve sorumlu olan UNRWA'nın terör örgütü ilan edilerek, İsrail parlamentosu Knesset'in çıkardığı bir kanunla yardım faaliyetlerinin yasaklanmasını da, savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar kapsamında görmüş, soykırımcı İsrail'in bahsi geçen barbar yöneticileri hakkında tutuklama kararına hükmetmiştir.
UCM kararının hukuki sonuçları
Mahkeme'nin bu kararı sonrasında, Netanyahu ve Gallant'ın, UCM'nin kurucu anlaşması olan 2002 tarihli Roma Statüsü'nü imzalayan 124 ülkeden herhangi birine seyahat etmeleri halinde yakalanarak tutuklanmaları, hukuki bir zaruret olarak karşımızda durmaktadır. Uluslararası bir yargı makamı olarak UCM'nin, kararlarını, gerektiğinde zor kullanarak yerine getirecek ayrı ve bağımsız bir kolluk gücü olmamakla birlikte, UCM Statüsü gereği, bu Statü'ye taraf ülkelerin her birisi, kendi kolluk güçleriyle, UCM kararlarını yerine getireceklerini kabul ve taahhüt etmiş olduklarından, Gazze'deki soykırım ve insanlığa karşı suçların elebaşları hakkındaki tutuklama kararının da bu kapsamda infazı hukuken mümkündür. Bu noktada asıl problem ise, hukuken mümkün olan bu tutuklama kararının infazının, fiilen de hayata geçirilip geçirilemeyeceği hususunda ortaya çıkmaktadır. Ancak, kurulduğu 1948'den bu yana, başta BM olmak üzere, uluslararası hukuk kurumlarının hiçbir kararına uymayarak, devlet olmaktan ziyade bir terör örgütü refleksiyle hareket eden İsrail, UCM'nin bu son kararını da tanımadıklarını söyleyerek uluslararası topluma rest çekmeye devam etmektedir. Bununla birlikte Hollanda, Kanada, İsveç, Finlandiya, İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya, Belçika, Norveç, Litvanya, Slovenya, İsviçre, Fransa ve Güney Afrika'nın başını çektiği birçok ülke, UCM'nin kararını doğru bularak, Netanyahu ile Gallant'ı, ülkelerine girmeleri halinde, bu uluslararası yargı makamının kararına uyarak tutuklayacaklarını belirtmişlerdir. Türkiye ise, UCM'nin tabi olduğu Roma Statüsü'ne resmen taraf olmadığı için, adı geçen ülkelerin yaptığı gibi bir beyanatta bulunmamıştır.
İlgili sanıkların emir ve talimatlarıyla bir yılı aşkın süredir Gazze'de işlenmeye devam eden savaş suçu ve insanlığa karşı suçlardan dolayı haklarında çıkarılan bu tutuklama kararının infaz süreci, 124 ülkenin taahhüdüyle kurulan UCM'nin tabi olduğu Roma Statüsü'nün 89. maddesi gereğince, bu uluslararası anlaşmaya taraf ülkelerin yetkili mercileri vasıtasıyla sanıkların Lahey'deki UCM'ye teslim edilmesiyle tamamlanmış olacaktır. Soykırımcı İsrail, Başbakanı ile Eski Savunma Bakanı aleyhindeki bu tutuklama kararına ve kararın gereğini yapacağını resmen açıklayan ülke yönetimlerine karşı, gittikçe artan hukuki ve siyasal baskının da etkisiyle, Roma Statüsü'ne taraf olmadığını ileri sürerek, UCM'nin böyle bir tasarrufta bulunamayacağına, yani bir anlamda, işlediği onlarca savaş ve insanlığa karşı suçlardan dolayı hiçbir uluslararası makamın kendisinden hesap soramayacağına dair itirazda bulunmuş idi. UCM heyeti ise, İsrail'in Statü'ye taraf olmamakla birlikte, bu savaş ve insanlığa karşı suçları yoğun ve sistematik biçimde işlediği yer olan Gazze ve dolayısıyla Filistin'in UCM Statüsü'ne taraf olmasından dolayı, söz konusu tutuklama ve ardından da yargılama yetkisine sahip olduğuna oybirliğiyle karar vererek, bu yersiz itirazı reddetmiştir. UCM bu itirazı reddetmek suretiyle, Roma Statüsü'nün, savaş ve insanlığa karşı suçlarda, sadece taraf ülke yöneticilerinin fail olmasıyla sınırlı kalmayıp, taraf olmayan devlet yönetimlerini de, Statü'ye taraf ülke vatandaşlarına karşı bu suçları işlemesi halinde hesaba çekerek yaptırım uygulayabilme imkân ve yetkisine hukuken sahip olduğunu göstermiştir. Yani UCM bu son kararıyla, kurucu anlaşmasına taraf olan 124 ülkenin, savaş ve insanlığa karşı suçların faili olmasına karşı cezalandırıcı nitelikte, mağduru olmasına karşı da koruyucu nitelikte bir fonksiyon gördüğüne dikkat çekmiştir.
Siyasi yansımalar
UCM Statüsü'ne taraf ülkelerden birçoğunun, Netanyahu ve Gallant'ın tutuklanma kararının hemen akabinde, ilgili sanıkların bu ülkelere giriş yaptıklarında derdest edileceklerine yönelik olarak yaptıkları resmi açıklamalar, uluslararası toplumun bir yılı aşkın süredir Gazze'deki İsrail zulüm ve barbarlığına karşı gösterdiği aşırı ölçekteki vurdumduymazlığın azalmaya başladığını ve uluslararası hukuk ve kurumların bitme noktasına gelen itibarlarını yeniden kazanma eğilimine girdiğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Ancak Roma Statüsü'ne taraf olup da UCM'nin bu kararına destek vermeyen veya politik sessizlik stratejisi izleyen birçok ülkenin de olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu noktaya dikkat çekmek amacıyla, tutuklama emrine destek vermeyen ülkelere tepki göstererek, Mahkeme kararına uymaları için çağrı yapan Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell; UCM'nin bu tutuklama kararının, siyasal nitelikte olmadığına, AB üyesi ülkelerin güçlü desteğiyle oluşturulmuş uluslararası bir mahkemenin kararı olarak hukuken bağlayıcı olduğuna özellikle vurgu yapmıştır. Ayrıca, Gazze'nin dünyadaki cehennem haline geldiğine dikkati çekerek, UCM'ye taraf devletlerin, bu Mahkeme'nin kararlarını keyfine göre uygulamaması diye bir durumun olamayacağını belirten Borrell, bu karar sonrasında, UCM'ye ve onun söz konusu kararına uyacağını söyleyen devlet yöneticilerine yönelik yapılan tehditlerin de asla kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir.
İşgalci Siyonist rejim, Gazze'de işlediği insanlığa karşı suçlar nedeniyle UCM'nin, kendisinden hesap soramayacağını ve işlediği bu suçların Mahkeme'nin yargılama yetkisi kapsamına girmediğine yönelik itirazı UCM tarafından reddedilince, bu defa da, Mahkeme kararına uyacaklarını açıklayan ülke yöneticileriyle irtibata geçerek, bu tutuklama kararının gereğini yapmamaları konusunda ikna ve tehdit yoluna başvurmaktan geri durmamıştır. Bu amaçla Netanyahu'nun, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'u telefonla arayarak, UCM kararının gereğini yapmaktan vazgeçirmeye çalışması sonuç vermemiştir. 1948'de Filistin'de, İngiltere ve BM'nin bir oldu bittiye getirerek kurulmasını sağladıkları İşgalci İsrail'in, 17 yıldır tam bir abluka altında tuttuğu Gazze'de, 8 Ekim 2023'ten bu yana işlemeye devam ettiği soykırım ve insanlığa karşı suçları nedeniyle UAD'da yargılanmasının yanı sıra, bu suçlarına elebaşılık yapan yöneticilerinin UCM'de hesap vermeye zorlanması da, bu Siyonist örgütün, şimdiye kadar ne kadar zulüm ve barbarlık yaparsa yapsın, asla dokunulamaz olduğuna yönelik, iç ve dış kamuoyunda şişirilen algı balonunun tüm uluslararası toplum nazarında patlamasına yol açmıştır. Özellikle bir yılı aşkın süredir işleyegeldiği soykırım ve savaş suçları nedeniyle, geçen yüzyıldan beri tepe tepe kullandıkları, mazlum ve mağduriyet algısı kredisi tümüyle biten işgalci İsrail, uluslararası hukukun ve BM başta olmak üzere, uluslararası örgütlerin bütün karar ve kurallarına uymamak bir yana, bu örgüt ve kurallara rest çekip meydan okuyan tavır ve davranışlarıyla, uluslararası toplum nezdindeki siyasi meşruiyetini de tümüyle kaybetme noktasına gelmiştir.
Gazze'de işlediği soykırım ve insanlığa karşı suçlarına her geçen gün bir yenisini daha ekleyen Siyonist terör rejimi, Haçlı ruhuyla başından beri sınırsız desteğini esirgemeyen Hristiyan dünyasının yönetim kademelerince de artık yoğun eleştirilere ve uluslararası ilişkilerde sınırlanmaya muhatap olabilmektedir. Bu noktada, Katolik Hristiyanlığın ruhani liderliğini yapan Papalık, soykırımcı İsrail'in şimdiye kadarki barbarlıklarına karşı gösterdiği lakaytlık ve sessizliğin, Hristiyan âleminde İsrail'in suçlarına örtülü destek verdiği yönünde ortaya çıkan kanaatleri yıkmak ve itibar kaybını telafi etmek adına, Siyonist örgütün fazla üzerine gitmeyecek kısa bir açıklamayla yetinmiştir. Bu açıklama çerçevesinde, İsrail'in Gazze'de on dört aydır devam eden zulüm ve katliamlarının, bir soykırıma benzediğini dudak ucuyla söyleyen Papa'nın bu yaklaşımı, geç de olsa bir günah çıkartma anlamına gelebilecek durum tespitinden ziyade, dünya kamuoyuna karşı, ancak bir yasak savmak anlamına gelmektedir. Bundan öteye hiçbir şey ifade etmemektedir.