İyi ki varsın Eren!
ABONE OL

Doç. Dr. Akif Çarkçı/ Düzce Üniversitesi

Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle belki başka hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak kadar kritik bir konumdadır. Asya ile Avrupa'nın tam kesişme noktasında, Kuzey Afrika'ya ve Ortadoğu'ya, Balkanlara, Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Hazar Denizi gibi iç denizlere olan yakınlığı ve bizzat komşuluğu, jeopolitik açıdan Türkiye'yi hem çok değerli kılıyor hem de bölgesel ve küresel siyaset arenasında gözü üzerinde olan ülke konumuna getiriyor.

Büyük bir imparatorluğun bakiyesi olarak 1923'te küllerinden yeniden dirilen Türkiye'nin, bulunduğu coğrafyada, coğrafi sınırlarının dışına çıkan bir etki alanı var. Hem kültürel bakımdan hem siyaseten Türkiye'nin etki alanının Misak-ı Milli sınırlarının dışına taşıyor olması Türkiye'yi bulunduğu coğrafyada değerli kılmakla birlikte, bu durum pek çok sorumluluğu ve problemi de beraberinde getiriyor.

Soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın yaşadığı kültür coğrafyamız her ne kadar özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında başka ulus devletlerin sınırları içerisine girmiş olsa da söz konusu coğrafyalarda ortaya çıkan sorunlar karşısında duyarsız kalmamız mümkün değil.

Balkanlar, Ortadoğu, Hazar ve çevresi, Akdeniz, Kuzey Afrika ve Avrasya siyaseti "Türkiye etkisi ve Türkiye gücü" dikkate alınmadan anlaşılmayacak kadar karmaşık ilişkilerle dolu. Bu karmaşık ilişkiler neticesinde Türkiye bazen "arabulucu", bazen "oyun kurucu" bazen de "bizzat müdahil" pozisyonu yüzünden pek çok ciddi problemle yüzleşmek zorunda kalıyor.

Gayr-ı nizami harp

Bu problemlerden bir tanesi şüphesiz Türkiye'ye çok büyük kayıplar verdiren terör meselesi. Sıcak saha savaşının anlamını yitirdiği, gayr-ı nizami harbin ve düşük ya da yüksek yoğunluklu terörün öne çıktığı son 30-40 yılda Türkiye terör yüzünden çok büyük bedeller ödemek zorunda bırakıldı. Kaybedilen yüzbinlerce canın, şehit verdiğimiz binlerce vatan evladının, milyar dolarla ifade edilen ekonomik kayıpların Türkiye'ye ne büyük ölçekte, insan, zaman ve enerji kaybettirdiği ortadadır.

Ancak Türkiye güçlü bir ülke olarak son yirmi yılda terörle mücadelede çok ciddi mesafeler aldı ve en azından kendi iç sınırlarında güvenliği sağlamak adına ciddi yol katetti. Terörün büyük ölçüde minimize edilmesinden sonra özellikle ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde huzur ve barışın sağlanması yanında ekonomik anlamda sıçramaların yaşanması, turizmin artması, bölgeye yapılan yatırımların yüz güldürücü hale gelmesi elbette takdire şayan işlerdir.

Tabii olarak bu durum, terörden ekmek yiyen iç ve dış mihrakları, Türkiye üzerinde yıkıcı ve bölücü emelleri bulunan emperyalistleri son derece rahatsız etmektedir. Başta ABD olmak üzere bölgede bölücü terör örgütü PKK'ya neredeyse koşulsuz destek veren güçler daha evvel elde edemedikleri neticelerin faturasını Türkiye'ye başka hadiseler tertip ederek kesmeye çalışıyorlar. Gezi kalkışması, 15 Temmuz Darbe Girişimi, şimdilerde Akbelen'de sözde sol unsurlar eliyle tezgahlanan kaos ve iç çatışma planları bu fatura kesme girişiminin son örnekleri olarak okunabilir. Akbelen şimdiden HDP, DHKPC gibi örgütlerin bindirilmiş kıtalarına ne yazık ki kendisini "Kemalist" zanneden militanlarla birlikte ev sahipliği yapmaya başlamış vaziyette.

Şimdi tam da bu noktada ilginç bir çelişkiye dikkat çekmek yerinde olacaktır. Başta ABD olmak üzere Batı'nın sözde liberal ve neoliberal güçleri Türkiye üzerine oynamak istedikleri oyunlarda Türkiye'de faaliyet gösteren sol fraksiyonları kullanarak netice almaya çalışıyorlar. PKK Marksist Leninist bir örgüt olarak kuruldu. ABD ve İsrail yıllarca PKK ve yan unsurlarını açıktan desteklediler. DHKPC ve benzeri yapılar aynı kulvarda faaliyet gösteren terör örgütleri.

İşin tuhaf tarafı Türkiye'de sosyal demokrat partiler içerisinde beslenen sol gruplar da yeni dönemde bu aşırıcı örgütlere paralel bir yapılanma arz ediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi silahlı terör örgütlerinin sırtını sıvazlayan, önlerini açan bir pozisyonda ilerliyor. Oysa ki Türkiye'deki radikal sol unsurlar hiçbir zaman Mustafa Kemal'i sevmemişler ve onaylamamışlardır. HDP ve çevresi ise bu anlamda zaten sicili bozuk bir gelenekten geliyor.

Sırf muhalefet olsun diye...

İşin daha da tuhaf kısmı CHP'ye oy veren ya da CHP'yi destekleyen sosyal demokrat, aristokrat, kentli, eğitimli kesim de yukarıda zikredilen aşırı solu temsil eden yapılanmaların provokasyonlarına gelerek sırf "mecvut siyasi iktidara muhalefet etmek adına" Türkiye'de terörden beslenen çevrelerin ekmeğine yağ değil bal da sürüyorlar. CHP tabanında kentli, eğitimli, sosyal demokrasinin değerlerine inanmış kesimlerin normal şartlar altında ülkenin temel değerleri olan birlik, bütünlük, iç barış gibi ilkelere Mustafa Kemal Atatürk'ün çizdiği çerçevede sarılmaları gerekmiyor mu?

Şimdi biraz geriye dönelim ve şunu hatırlayalım. 15 Temmuz sonrasında yapılan soruşturmalarda bir sol derginin genel yayın yönetmeninin Fetullahçı Terör Örgütü mensubu olduğu ortaya çıkmıştı. Peki 15 Temmuz darbe girişiminin arka planında kim vardı? Tabii ki o günlerde Büyükada'da darbenin gidişatını yönledirmek için Türkiye'de üs kuran Hanry Barkey ve ekibi. Daha da açığı CIA'nın Türkiye'de konuşlanmış unsurları ve içeriden satın almış olduğu aparatlar. Kimdi bu aparatlar? FETÖ ve PKK. FETÖ darbeyi yapacak, PKK/PYD ise çok sayıda unsuruyla sınırlarımızdan içeri sızarak Güneydoğu'muzu işgal edecekti. Bu planlar devletin mahrem organları tarafından ifşa edilmedi mi?

Peki Gezi Kalkışmasında, çevreci ilk gruptan çok daha sonra meydana toplanan aşırı sol örgütlere lojistik desteği kim sağladı? Küresel sermayenin Türkiye'deki acenteleri destek vermediler mi? Kimi dev holdinglerin açıktan açığa Gezi Kalkışmasını desteklerine hep birlikte şahit olmadık mı? Peki bu şirketler kimin acenteliğini yapıyor Türkiye'de? Her biri dev ABD şirketlerinin Türkiye'de faaliyet gösteren kollarıdır. Türkiye'de CIA'nin bizzat kontrolünde olduğu iddia edilen 1500 şirket sadece bu ülkenin refahının artması için mi çalışıyor zannediyoruz?

Şimdilerde Akbelen'deki sözde direnişe sahip çıkan çevrelere baktığınızda da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Meseleyi kaşıyan ve oradaki sözde direnişe sahip çıkan yine aynı çevreler. Aşırıcı sol örgütlerin sırtını sıvazlayan ve ABD fonuyla beslenen bir takım medya unsurları, Türkiye'nin yüzde onunu oluşturan sermaye çevresi ve uluslar arası yapım şirketleri tarafından beslenen oyuncu ve şarkıcılar, terör yoluyla Türkiye'nin altını oymaya and içmiş HDP ve çevresi. Tekrar geriye gidelim geçen yıllarda Ege ve Akdeniz'de ortaya çıkan bir dizi orman yangının altından PKK ve uzantıları çıkmadı mı?

Bütün bunları bir araya getirdiğimizde ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Milletin kahır ekseriyetini temsil eden geniş halk kesimleri Türkiye'yi terör yoluyla terbiye etmeye çalışan güçlere boyun eğmiyor, bu güçlerin içeriden devşirdiği siyasi oluşumlara destek vermiyor, ülkenin birlik, bütünlük ve iç barış gibi değerlerine sahip çıkıyor, gerekirse bedel de ödüyor. Çocuklarını asker/polis olarak istihdam ederek yahut mecburi vatan hizmetine göndererek bedelin zirve noktası olan şahadet mertebesi için yavrularını feda ediyor.

Peki seçim dönemlerinde ve sair zamanlarda HDP'yi, CHP'yi, TKP'yi destekleyen kent soylu, eğitimli, sözüm ona çağdaş azınlık bu toplumsal duyarlılık karşısında ne yapıyor? Terör örgütlerinin sırtını sıvazlayan, teröristlere destek çıkan, ülkenin milli birlik ve bütünlüğüne kurşun sıkan yıkıcı oluşumlara göz yummak adına sözümona sol değerlere sahip çıktığı zannıyla ya da vehmiyle, sadece geniş halk yığınlarının duyarlılıklarına ters düşmüyorlar aynı zamanda Mustafa Kemal'in çizdiği çerçevenin dışına taşarak kapitalist/emperyalist ülkelerin emellerine çanak tutuyorlar.

Buradaki çelişkiyi çözmek çok zor değil de çelişkiye çanak tutan bu çelişkiyi besleyen gözleri kör, kulakları sağır bir kısım insanları ikna etmek, onları uyandırmak, yaptıkları hatadan döndürmek çok zor! Ülkenin milli değerleriyle bir türlü barışamayan, halkın, inanç, gelenek ve tutumları karşısında adeta "Fransızı" oynayan bu kesim maalesef Türkiye'nin yeni dönemde yeni baş belasıdır. Bu kesim her türlü provokasyona açıktır, kullanılmaya müsaittir. Sözde aydın, sanatçı, sermaye ve iş çevrelerinin de bunların yanında durması ise işin tuzu biberi oluyor. Özellikle genç kesim sosyal medya kanalları üzerinden bu prototipler aracılığıyla zehirlenmeye devam ediyorlar.

Sonrasında ortaya şöyle bir insan profili çıkıyor: Teröriste gerilla diyen, provakatöre direnişçi adını koyan, ülkedeki her provokasyonun arkasında siyasal iktidar etkisi arayan, sosyal medyada takip ettiği ünlülerin kanaat ve fikirlerini doktrin zannederek ülkenin geniş halk kesimlerinin duyarlılıklarına ters düşen, araştırmadan soruşturmadan doğruyu aramadan peşin yargı ve hükümlerle olaylar ve insanlar hakkında fikir serdeden...Üstelik bu kesim sadece gençlerden ibaret değil. Yaşı kemale ermiş, hangi merkezden fonlandığı karanlık, birkaç iktidar muhalifi gazete ve medya organının yaydığı dezenformasyonun sabah akşam peşinde koşan, her yazılanı doğru zanneden bir kitle!

Biz de buna karşılık diyoruz ki: Bu ülkenin milli değerlerine sahip çıkan, emperyalistlere ve içerideki siyasal aparatlarına asla destek vermeyen, devletin ve milletin menfaatleri söz konusu olduğunda evladını şehit vermekten çekinmeyen bu ülkenin öz evlatları elbette doğru yoldadırlar ve elbette gerçeği görmektedirler. Eğitim düzeylerinin, ekonomik güçlerinin, köyde, yaylada, kırsalda yahut kentte yaşadıklarının hiçbir önemi yoktur. Onların basiretleri, ferasetleri, arifane hissiyatları yeter.

İşte tam da bu yüzden diyoruz ki: İyi ki varsın Aybüke Öğretmen, İyi ki varsın Yasin Börü ve iyi ki varsın Eren!

[email protected]