İyi Parti’nin vitrini ne kadar dayanır?
ABONE OL

Fakirin düzensiz de olsa sürekli yazmaya çalıştığı Açık Görüş yazılarını takip edenler bilirler; daha önce Whataboutism hakkında yazmıştım. Soğuk Savaş yıllarının istihbarat servisleri tarafından üretilmiş bir tekniktir diye öğrenmiştik talebeliğimizde. Bir mesele konuşulurken kendinizi zor durumda bulursanız başvurursunuz “whatabutism”e. What about you? Sorusundan türetilmiş bir kavramdır. Size yönelik gayet haklı bir eleştiri ile gelen bir kimseyi cevaplamak istemediğinizde, söyleyecek sözünüz olmadığında, izahınız sizi dahi tatmin etmediğinde “e ama sen de şunu yapmıştın” dersiniz. Neticede en iyi ihtimalle ilk sual kaynar, muhatabınız size cevap yetiştirmeye gayret eder. Yahut daha kötüsü olur ve bir sağırlar diyaloğu ortaya çıkar. Whatabotism’e whatabaoutism ile mukabele edildiği an yandığımız andır. Ortamı terk ediniz. Bu acizlerin enstrümanı ne yazık ki aynı zamanda cepheleşmeyi ölçen bir turnusol kâğıdıdır. Her nerede bu arızaya sıkça rastlarsanız biliniz ki, o yerde insanlar birbirini dinlemeyi bırakmış, karşılıklı siperlere inmiş, yek diğerine karşı savuracak argüman arıyor; karşısındakine açık vermek ise en büyük kaygı. Kötü bir şey. 

Zayıflık alameti 

Türkiye siyasetinde whataboutism’in kullanımının bu kadar yaygın olduğunu görmek bu sebeple bizleri üzmeli. Gerçekten tahammül edilir gibi değildir, sizin cenahınızdan olsun-olmasın; gerekirse sizi desteklemek için kullanılmış olsun, whataboutism kullanmış olmak bir zayıflık alametidir. Bunu kullanan kimsenin cehaleti yahut ne diyeceğini bilmediği için kullandığı anlarda genelde sinirleniyorum. Madem söyleyecek sözün yok, ne diye meydanda dolanıyorsun iki gözüm? Buna mukabil bir de hacalet sebebiyle, utanarak, mahcup bir eda ile buna başvuran kimselere denk geliyorum. İşte o anlar ekseriyetle bizleri üzen anlar oluyor. Üstüne de gidilmiyor. Aslında ikiniz de farkında oluyorsunuz meselenin ne olduğunun; ancak üstüne üstüne gitmek Türklüğümüz içine mündemiç “ayıptır” duvarına çarpıyor, susuyoruz. Ama bir yere kadar. Bu satırları okuyup da yeri geldiğinde whataboutism’i bir taktik olarak kullanma sevimsizliğine karar verenlere şu ikazda bulunmak isterim: Whataboutism’in size kazandıracağı şey olsa olsa, mevcut rezaletten kurtularak kaçacak zamanı elde etmeniz olacaktır. Daha fazlası olmaz. Muktedir bir delil değildir. 

İyi Parti hiç şüphesiz Türk siyasal skalasının en ilginç partisi. Kimleri kimleri gördü Türkiye siyaseti şimdiye kadar, ne acaip partiler tanıdı; sanırım İyi Parti, içlerindeki en ilginç siyasal hareket olarak siyasal tarihimize geçti. Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi, Cem Uzan’ın Genç Partisi, “Aşkın ve Devrimin Partisi ÖDP” ve daha niceleri. Hiç birisi bu denli amorf bir yapı değildi. Her amorf gibi öncelikli olarak yapması gereken şey kendisini ve ne olduğunu bizzat tanımlamaktır. MHP’den ayrılan bir kadro tarafından kurulmak itibariyle kendisini tabii milliyetçi ilan eden İyi Parti, siyasal skalanın neresine oturmak istediğine ise bir türlü karar veremedi. Merkez sağa oynadığını öne süren bir İyi Parti ile karşılaştığımız kadar, belki de daha sık, “Asıl ülkücü biziz” diyen bir İyi Parti ile de karşı karşıya geliyoruz. Kemalizm’in bayraktarlığını yaptığını söyleyen bir Türkçü İyi Parti’ye denk geldiğimiz gibi, oportünist siyasetin her türlü yöntemine baş vuran bir İyi Parti de sık sık karşımıza çıkıyor. Kısacası İyi Parti’nin pek çok öz tanımı var. Dolayısıyla kendisine ne olarak, hangi sıfatla hitap edeceğimizi gibi bir sorun var. Buna mukabil bir de hiç olmadık bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Son derece marjinalleşmiş bir CHP üzerinden HDP ile yan yana gelmek, hadi ifadeyi yumuşatalım, aynı istikamete dönmüş olmak İyi Parti’nin öz tanımlarının hemen hepsi ile tenakuza düşen bir vaziyeti neticelendiriyor. Dolayısıyla İyi Parti’ye eleştiri maksadı taşısın taşımasın, bu konu hakkında sorulan her soru basit bir whataboutism ile karşılanıyor. Sen de dün şunu demiştin, yanındaki şunu söylemişti vb. Tamam anlıyoruz, izahı zor bir durum, fakat en azından o yola girmeden önce bir iki sağlam argüman üretmek gerekirdi. Milliyetçilik dava eden, hem de yer yer milliyetçiliğin en radikal söylemlerini sahaya süren bir partinin PKK ile yedi göbekten akraba çıkmaması gerekirdi. Oysa saflar olabileceğini sandığımızdan daha fazla sıklaştı. Öyle bir ev ki, bulaşık makinesinden aldığınız çay bardağı ile çay içmiş olanın HDP’li mi İyi Parti’li mi olduğunu bilemiyorsunuz. Üstüne üstlük bir genel başkan yardımcınız çıkıp “Seçim sürecinde HDP’liler ile gönül bağı kurduk” diyecek, bir diğer genel başkan yardımcınız ona Twitter’dan tepki gösterecek; bütün bu acaipliği izah etmek için ise elinizde whataboutism’den başka hiçbir şey olmayacak. Gerçekten çok zor bir durum.   

Yegane savunma...  

Bu gariplikler silsilesi, 2019 seçimleri sürecinde bizleri içinden çıkılamaz bir hale koydu. HDP ile yapılan seçim ittifakı, mezkur partinin yetkililerinin seçim sonrası yaptığı ölçüsüz yorumlar, kayyum süreci, Diyarbakır’daki analar, bu soruna uzun süre sessiz kalan, akabinde analara destek veren İyi Parti... Whataboutism bu yoğunluktaki bir süreci idare etmeye yetmemeye başladı. Verilen mesaj kadar mesajı verenin imajını da pekiştirmek ihtiyacı hasıl oldu. Yavuz Ağıralioğlu genel başkan yardımcılığından parti sözcülüğüne getirildi. HDP ile hiçbir şekilde yan yana gelmesi mümkün olmayan bir figür olarak İyi Parti adına sayın Ağıralioğlu konuşmaya başladı. Bu durum İyi Parti’nin söylemini fiillerinin önüne geçirmeyi amaçlayan bir hamleydi; başarılı da oldu. Ağıralioğlu’nun sürekli olarak partisi adına konuşuyor olması geçtiğimiz günlerde İyi Parti’yi gündemin önemli aktörlerinden birisi haline getirdi. Üstelik İstanbul’da depremin olduğu, Ekrem İmamoğlu gündemde kalmak adına her türlü garipliği sergilediği bir ortamda İyi Parti gündem olmayı başardı. Bu, İyi Parti’nin attığı adımların ne olduğunu unutturmaya yönelik bir söylemsel sürecin yaşanacağını bizlere gösteriyor. Evet yaşanan tam olarak şudur: Milliyetçi olmak iddiasında olan ancak yaptıkları bu iddiaya tezat teşkil eden bir parti elindeki yegane savunma mekanizması olan whataboutism’in yetersiz gelmeye başladığını çözdüğü demde vitrini parlatmış, zaman kazanmıştır. 

Küçük ortak muamelesi

Ancak söz konusu İyi Parti olunca mızrak çuvalı o kadar sık delmekte ki, sayın Ağıralioğlu gibi parlak bir figür de uzun vadede bu vitrini kurtarmaya yetmeyecek. Bunun ise en önemli sebebi İyi Parti politikalarının müstakil politikalar olmayışı ve yegane belirleyicisinin İyi Parti siyaseti olmayışı. CHP ile ilişkisi bu seviyede devam ettiği sürece İyi Parti’nin bir başka reaksiyon ortaya koyması mümkün gözükmüyor; zira CHP’yi yönlendiren akıl asıl hassas davranılması gereken tarafın HDP olduğunu ortaya koyuyor. HDP’nin hassasiyetleri bu sebeple CHP tarafından son derece önemseniyor. Öyle ki YPG, Atatürk’ün partisi CHP tarafından terörist olarak görülmüyor. Buna mukabil CHP İyi Parti’ye yeni sistemde bir ittifak kurmaya muhtaç olan, bu sebeple CHP’nin hemen her politikasını kabul edecek küçük ortak muamelesi yapmaktan çekinmiyor. İşin acısı ise, İyi Parti kurmaylarının bu tavrı sürekli olarak haklı çıkartacak hamlelerde bulunması. HDP, CHP ile kurduğu ittifakı İyi Parti’ye nazaran çok daha pahalıya mal etmeyi başardı. Buna karşın İyi Parti, direkt ortağı CHP’nin hassasiyetlerini ve dengeleri göz önünde bulundurarak indirekt ortağı HDP’ye karşı oldukça özenli davranıyor. Bu tavrın değişeceğine dair her hangi bir emare gözükmüyor. Bu gidişatın asıl kaybedeninin İyi Parti olacağı muhakkak. Bakalım Yavuz Agıralioğlu’nun vitrinde bulunması İyi Parti’yi ne kadar götürecek?        

 @Taceddin_Kutay