Kadın, doğal olanı korumak ve doğaya dönüş
ABONE OL

Son yıllarda ülkemizde birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da kadınlar eskisinden daha fazla görünmeye ve etkili olmaya başladı. Bu aşamaya gelinebilmesinde kadın haklarını savunmak, kadının kadın olması sebebiyle maruz kaldığı fiziksel, psikolojik ve sosyo-kültürel şiddete mani olmak ve toplumsal anlamda kadınları daha etkili kılmak gibi amaçlarla faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının önemli katkıları oldu. Dolayısıyla, kadın bir rektör olarak, kadın eksenli faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının, kadının toplumsal yapı içerisindeki konumunun doğru bir şekilde inşası bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. En nihayetinde kadın duyarlılığına her yerde ve her alanda ihtiyaç olduğu gerçeği, kadının, toplumun sağlıklı varoluşu açısından hayati bir öneme sahip olduğunu gösterir.

Kadın ve doğa

Kadın ve erkek dünyayı ve hayatı birlikte, elbirliğiyle inşa ve imar etmiş, toplumsal yaşamı ortaklaşa bir emekle kurmuşlardır. Bu bakımdan, doğru ve sağlıklı bir yaşamın devamı için kadının da gerçek toplumsal varoluşunu bulabilmesi gereklidir. Aksi halde hayatın “yapısal” bir parçası göz ardı edilmiş olacaktır. Bunun neden olacağı sorunlar ile maalesef her gün yüzleşiyoruz: Yok saymadan cinayete uzanan zalimce muameleler, sağlıksız aileler ve ilişkiler, trajik yaşamlar ve bakıldığında insanı utanca boğan acı deneyimler…

İnsanlık tarihinin büyük bölümünde kadın bereketin ve bolluğun sembolü olmuş, toprağın bereketini kendisinde barındıran bir varlık olarak görülmüştür. Yaşamsal faaliyetlerini topraktan, toprakla ve toprak üzerinden icra eden toplumlarda kadının ön planda olması, belirleyici ve kontrol edici bir figür olarak belirmesi, kadın ile doğa arasındaki irtibatın en önemli göstergesi olarak bugün halen bazı bölgelerde takip edilebilmektedir. Aynı şekilde doğadan ve doğal olandan uzaklaşan, yapay ve kurgusal bir mahiyet edinen yaşam formlarının eril nitelikli olması da… Doğal olmayan toplum modellerinde kadın sahip olduğu önemi ve belirleyiciliği yitirmiş; buna bağlı olarak kadın doğasındaki varlıkları daha kuvvetli olan şefkat, merhamet, sevgi, duyarlılık vb. insanlığın temel gereksinimleri arasındaki tutumlar zarar görmüş; sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel iktidar eril bir renge bürünmüştür. Bugün gelinen noktada dünyamızın adeta bir beton yığınına dönüşmüş olmasının, doğal ve organik yiyeceklere ulaşmanın zorlaşmasının, doğal olmayan yaşam biçimlerinin ürettiği fiziksel ve ruhsal hastalıkların, kalabalık şehirlerde kendilerine yaşam inşa etmeye çalışan insanların içlerini kemiren pastoral özlemlere rağmen doğayı tahrip ederek yapay olana talip olmaya devam etmelerinin nedeni biraz da bu (doğal olmayan yaşam formu) değil midir?

İnsanın doğaya ilişkin yönelimleri ile toplumların kadına ilişkin tutumları arasında ilginç bir paralellik olduğu söylenebilir. Doğayı yitiren toplum kadını da yitirmiş, doğadan kopan insan doğadan koptuğu ölçüde erilleşmiş, erilliği temel ve mutlak insanlık formu olarak benimseme eğilimi içerisine girmiştir. Dolayısıyla özellikle son yıllarda tüm dünyada yoğunluk kazanan doğaya dönüş hareketlerinin kadına ve onun kadınlığına ihtiyacı olduğuna şüphe yoktur. Bununla birlikte, bunun yolunun, son asrın bir ürünü olup kadını özgürleştirme ve onu toplumsallaştırma iddiasına dayanan, fakat kadını erilleştirerek bir tür iktidar ve rekabet figürüne dönüştüren sağlıksız feminist hareketlerin tasavvurlarından geçmediği de unutulmamalıdır. Kadının toplumsal konumunun inşa sürecinde göz önünde bulundurulması gereken en temel husus, kadının kısıtlarının kendi doğası, doğallığı, kadınlığı ve dolayısıyla da kutsallığı içerisinde giderilmesi gerektiğidir. Kadın erkeğin karşısına dikilen rakip bir iktidar figürü olarak değil, onunla ortak bir varoluşun, hatta erilliği de ihtiva eden kuşatıcı bir doğallığın öznesi olarak değerlendirilmelidir.

Doğaya dönüşün kılavuzu

Yukarıda kısaca özetleme gayreti içerisinde olduğumuz kadın ve doğa arasındaki bağlantı, bugün genel olarak dünyada, özelde ise ülkemizde en büyük meselelerimizden biri olan doğanın ve doğalın ihyası açısından bize önemli fırsatlar sunmaktadır. Birçok alanda adeta çağ atlayan Türkiye’mizin aşağı yukarı son yirmi yıllık zaman diliminde sergilediği olağanüstü gelişme seyri, bazı noktalarda doğal olarak yeni hassasiyet alanlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Büyük önem atfettiğimiz sağlık ve eğitim konularında yaşanan büyük dönüşümler, bu konuların irtibatlı olduğu diğer alanları da öne çıkarmıştır. Örneğin sağlık kavrayışımız gelişmiş, spor ve beslenme kültürümüz dikkate değer ilerlemeler kaydetmiş, tarım ve sanayi algılarımız tekâmül etmiştir. Buna bağlı olarak Türkiye’nin tarım politikalarında ciddi dönüşümler yaşanmış, tarımsal üretimin nasıl daha verimli olabileceğine ilişkin teorik ve pratik gayretler daha önce hiç olmadığı kadar artış göstermiştir. Birçok üniversitemizin kuruldukları şehir ve bölgelerin tarımsal fırsatlarını temel alan markalaşma eğilimlerini bu çerçevede ele almak mümkündür.

Verimli tarım arazilerinin muhafazası, kısa ve uzun vadeli süreçlerde toprağın yaşayacağı değişim ve dönüşümlere ilişkin kalıcı bir vizyon geliştirilmesi gibi hususlar her zaman ön planda olmalıdır. Tarım arazilerinin süreğen bir üretim ve verim mekanizmasına sahip olma bakımından altından daha değerli olduğu unutulmamalı, bir yandan tarım alanlarının tahrip edilmesi önlenirken diğer yandan da yeni tarım alanlarının oluşturulmasına gayret edilmelidir.

Kadın ve doğa arasında doğal ve ilahî bir rabıta olduğunu düşünen bir kadın ve üniversite yöneticisi olarak, özellikle doğal olanın hayatımızın en temel meselesi olma noktasındaki ihyası bakımından Yeni Türkiye’nin geleceğinde kadınların önemli bir rol oynayacağı kanaatini taşıyorum. Bu bakımdan kadınlarımızın son dönemlerde sağlık ve eğitim alanlarındaki etkilerinin artmasını, gerek entelektüel bakımdan gerekse idareci olarak daha etkili konumlara gelmelerini ve kendilerine özgü duyarlılıklarını sergileyebilme imkânı bulabilmelerini çok kıymetli bir imkân olarak görüyorum. Doğanın mucizesi olan kadının, “insanın,” doğal bir uzantısı olduğu doğa ile bütünleşebilmesinde yönlendirici bir işlev görebileceğine inanıyorum. Sizce de öyle değil mi?

[email protected]