Karabağ'ın kalbi Şuşa'ya merhaba
ABONE OL

Mustafa İsen/ Yazar

Savaştan yeni çıkmış yerleşim yerleri gördünüz mü bilmem. Ben birkaçına tanık oldum. Bosna Savaşı sonrası 1996 yılında Bosna kentlerini görmüştüm. Buraların savaştan önceki hallerini de bildiğim için bu güzel şehirleri kahrolarak gezmiş, özellikle paramparça edilmiş Mostar Köprüsünü ve yıkık köprü yerine konan derme çatma çelik köprüyü hüzünle izlemiştim. Ama en çok Poçitel beni kahretmişti. Bu küçük ve otantik Osmanlı kasabası adeta yedi yüz yılın intikamı alınırcasına üzerine çıkıp çiğnenerek yerle bir edilmişti.

Savaş sonrası Kosova'yı da gördüm; köprülerin nasıl yerle bir, yolların delik deşik edildiğini. Şehirlerde her karşılaştığınız binada yüzlerce mermi izlerini. Elektrik ve yakıt yokluğunun da ne demek olduğunu ilk Prizren'de yaşadım.

En yenisine ise Şuşa'da tanık oldum. Sizinle onu paylaşmak istiyorum. Ama inşallah siz böyle şeyler görmezsiniz dileği ile paylaşılacak bir tanıklık. Çünkü çoğu kez gördükleriniz sizi insanlığınızdan utandırıyor.

Doğal radar

12-16 Eylül 2023 tarihleri arasında Azerbaycan'ın Şuşa şehrinde yapılacak olan I. Türk Dünyası Medeniyet Forumu'na davet edilince bunu iki sebepten mutlulukla kabul ettim. Birincisi, konu Türk Dünyası olunca bohçam her zaman hazırdır. Azerbaycan'ı çeşitli vesilelerle çok defa ziyaret etsem de bu gezilerin geçen zaman içinde ilgili şehirlerin geçirdikleri değişimleri görmek açısından farklı tarihlerde yeniden görülmeleri bana hep heyecan vermiştir. İkinci mutluluk sebebim yıllardır gönlümüzde yer etmiş olan bir kadim Türk kültürü merkezini, Şuşa'yı görebilme fırsatının ortaya çıkmış olması. Heyecanla, sevinçle, hüzünle gerçekleşen bu seyahatin intibalarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce birazcık tarihi bilgi: 18. yüzyılın ortalarında Karabağ hanı Penahali Han tarafından kurulan Şuşa, stratejik konumu dolayısı ile kısa sürede Azerbaycan'ın en önemli şehirlerinden biri haline geldi. 1400 metre civarında bir rakıma kurulmuş olan ve çevresini doğal bir radar gibi gözleme imkanına sahip Şuşa, kısa sürede önemli ölçüde büyümüş, doğal güzellikleri, bunlarla uyumlu konakları, bahçeler içinde yer alan evleri ve kendine mahsus bir mimariye sahip olan camileri ile dikkat çekmiş, muhteşem kale surlarıyla da tahkim edilmiş, böylece Karabağ Hanlığının merkezi olmuştu. Bu yüzden Şuşa'ya Karabağ'ın atan kalbi denir. Bu bölgeye has özel mimari tarzıyla öne çıkan Şuşa, orta çağ kent mimarisinin değerli bir örneğiydi. Bu yapılar içinde dikkat çeken bölge ticaretinin merkezi olan Rastabazar, şehrin ekonomik bakımdan da gelişmişliğinin göstergesiydi. Doğal güzelliklerin, bu tabloyla uyumlu mimari yapıların, sağlıklı bir eğitim faaliyetinin sonucu olarak Şuşa, kısa bir süre sonra kültür ve sanatın da merkezi haline geldi. Böylece şehir bölgedeki Türk kültürümüzün merkezi, şiirin ve müziğin beşiği oldu. Netice olarak Şuşa, aynı zamanda dünya kültür hazinesine de büyük katkılarda bulunmuş çok önemli sanatçı, müzisyen, mimar, ressam ve yazarın yetiştiği bir kültür şehri olarak öne çıktı. Şuşalı büyük besteci Üzeyir Hacıbeyli, Cabbar Garyagdıoğlu, Gurban Pirimov, Bülbül, Seyid Şuşinski, Han Şuşinski, Reşid Behbudov, Niyazi, Fikret Emirov, Süleyman Alasgarov gibi müzisyenler buralıdır. Şair Hurşidbanu Natavan, şair ve ressam olan Mir Muhsin Nevvab, şair Molla Penah, gazeteci, yazar, hukukçu Ahmet Ağaoğlu da bura doğumludur.

Sovyetler Birliği döneminde güzel havası, tarihi ortamı dolayısı ile bir tatil beldesi olan bu güzel şehir, 8 Mayıs 1992'de Ermeniler tarafından işgal edilince bu güzelliklerini büyük ölçüde kaybetti. Çok şükür ki yaklaşık otuz yıl süren bu işgal, 8 Kasım'da Azerbaycan ordusunun zaferiyle sona erdi.

Şehir yeniden ayağa kalkıyor

Şimdi Şuşa yeniden ayağa kalkıyor. Biz de Azerbaycan Kültür Bakanlığı ile Türksoy'un birlikte düzenlediği bu proje kapsamında I. Türk Dünyası Medeniyet Forumu çerçevesi içinde bölgeyi ziyaret ettik. Zaten şu anda şehir ancak özel izinle gezilebiliyor. Önce farklı ülkelerden gelen katılımcılar Bakü'de buluştu, oradan uçakla yeniden inşa edilen Fuzuli'ye ulaşıldı. Buradan itibaren zor dağ yolları ile Şuşa'ya gelindi. Savaşın çirkin yüzü de Fuzuli'den itibaren yüzünü göstermeye başladı. Burada gördüğüm savaş sonrası manzaranın Bosna ve Kosova'dan farkı şu ki oralarda da yıkım vardı, tahribat vardı, yürek burkan manzaralar vardı ama burada taş üstünde taşın kalmadığı bir felaketle karşı karşıya kalıyorsunuz. Dört duvarı ayakta kalmış tek bir bina yok neredeyse. Beni asıl ürküten bölgenin insansızlaşması, bitkiler hariç neredeyse tek canlı yok ortalıkta. Her yıkıntının yanında, içinde kök salan bitki yoğunluğu bu garipliği bir kat daha arttırıyor. Bunun yanında yeniden planlanan ve yapımı olağanüstü bir hızla devam eden inşaat faaliyetleri (Azerbaycan dilinde tikintiler) dikkat çekiyor.

Bölgenin her yeri düşman tarafından mayınlanmış. Bu yüzden sık sık mayınlı alan uyarıları var. Ya da Yoxlanılıp mina yoxdur levhalarıyla yani mayın taraması yapılmıştır uyarılarıyla karşılaşıyorsunuz sıklıkla. Bölgede toplam 1 milyona yakın mayından bahsediliyor ve bunların temizlenmesi için yaklaşık 30 yıl ve 25 milyar dolar gerektiği söyleniyor. Bu durum da Azerbaycan'ın bölgeye yapacağı yatırımları ve topraklarından edilen insanların geri dönüşünü geciktiriyor.

Şuşa'da bazı devlet binaları, birkaç otel ve camiler onarılmış. Bir büyük kilise de restore ediliyor. Ama burada da sadece askerler ve inşaat işçileri var. Mayın tarama işlemleri bittikçe eski sakinleri geriye dönecek.

Ama şunu üzerine basa basa belirtmek gerekir ki Azerbaycan hükümeti başta Şuşa olmak üzere bölgeyi ayağa kaldırma konusunda olağanüstü gayret içinde. Bu dünyanın en zor coğrafyasında dağlar delinip inanılmaz duble yollar, hava alanları ve şehirler inşa ediliyor. Bununla da bütün dünyaya Karabağ olmadan Azerbaycan olmaz mesajı veriliyor. Ayrıca yönetim Şuşa'yı inşaat faaliyetlerinin ötesinde kadim geçmişiyle mütenasip bir kültür ve sanat şehri olarak da tezyin ediyor. Bu amaçla Şuşa, önce Azerbaycan'ın kültür başkenti olarak ilan edilmiş, ardından da 2022 yılı bütün ülkede Şuşa Yılı olarak tanımlanmış. Uzun bir aradan sonra Mayıs 2021'de Şuşa'da, Cıdırovası'nda geleneksel Har-ı Bülbül müzik festivali düzenlenmiş, bu artık her yıl devam edecek. Har-ı Bülbül bölgeye has bir endemik çiçek. Molla Panah Vakıf'ın türbesi restore edilmiş ve adına Vakıf Şiir Günleri düzenlenmeye başlanmış. Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) 2023 yılında Şuşa'yı Türk Dünyası Kültür Başkenti ilan etmiş. Bütün bunlar gösteriyor ki Türk dünyasının kadim kültür beşiği Şuşa, yeniden küllerinden doğuyor.

Bizim katıldığımız I. Türk Dünyası Medeniyet Forumu da bu etkinliklerden biriydi. Toplantıda Türk Dünyasının muhtelif bölgelerinden katılan aydınlar, iki gün boyunca bu dünyanın kültürel sorunlarını tartıştı, bölgede hem savaşın çirkin yüzünü gördü ama daha önemlisi Şuşa'nın dirilişine tanıklık etti.

Bu tanıklıklarım şunu gösteriyor ki bu savaş yepyeni bir Azerbaycan milleti yaratmış. Artık kendine güvenen, ülkesi ve lideriyle gurur duyan yepyeni bir Azerbaycan. Başta Bakü olmak üzere her yer Azerbaycan bayrakları ile süslü. İkinci dikkat çeken ve her yerde karşınıza çıkan husus ise olağanüstü Türkiye sevgisi, Türk halkına ve Cumhurbaşkanımıza olan güven, minnet ve şükran. Bir başka tanıklığım da bölgede artık geriye dönüşün olamayacağını, Azerbaycan'ın siyasi iradesinin kırılamayacağı oldu. Adeta şehit kanlarıyla kazanılan topraklar çok büyük yatırımlarla tahkim ediliyor. Bir başka kanaat da konjöktürel şartlar gereği vekalet savaşlarıyla alınanlar asla elde tutulamıyor. Karabağ bunun örneği. Ders almasını bilenlere bir ibret manzarası.